Bismil ve Dargeçit ilçeleri arasında Dicle üzerinde inşa edilmekte olan Ilısu Barajı, en önemli arkeolojik-kültürel miras alanlarından biri olan Hasankeyf’in Aşağı Kent’ini de sular altında bırakıyor. 2011’de yapılan uyarılardan sonra bir kısım kurtarma kazıları gerçekleştirildi, ancak 550 arkeolojik yerleşmenin çoğu günışığına çıkarılamadı.
Baraj, akışını denetim al tına almak amacıyla bir akarsuyun önüne yapılan settir. Kurulacağı bölgenin, baraj projesiyle birlikte, arkeolojik araştırmaya dayalı bir koruma ve kurtarma planı-projesi geliştirilmemiş ise, tarihî sorunlar başlar. Çevrede, arkeolojik proje olmaksızın yapımına başlanılan bir barajın inşası sırasında, gerekli kum ve çakılı temin etmeye çalışan büyük iş makinaları, birçoğu höyük olan eski yerleşim yerlerini tahrip, bazen de tümüyle yok eder. En büyük tahribat ki genellikle bu gözden kaçar sulama kanalları ile arazi ıslah çalışmaları sırasında olmaktadır. Sulama için yapılacak tünel ve kanalların geçeceği yerler belirli bir eğime getirilirken, bölgedeki her türlü yükseltinin düzeltilmesi sırasında, birçok eski yerleşim kısmen veya tamamen tahrip olmakta ve mevcut tarih uçup gitmektedir.
Tüm bunlarla birlikte tarihin asıl taşıyıcısı olan doğa ile yerel hayvan ve bitki türleri de yitirilir. Yarattıkları kalıcı ve geri dönüşsüz etkilerle bulunduğu yörenin kaderini yeniden çizen barajlar, enerji üretimi açısından ülke ekonomisine katkı sağlar ama, bölgedeki sosyo-ekonomik değişim dahil bütün doğal süreçleri kesintiye uğratır. Orada tarih, baraj öncesi (BÖ) ve baraj sonrası (BS) diye ikiye ayrılır.
Ülkemizdeki arkeolojinin yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi vardır. Hiçbir ayrım yapmaksızın, yurdumuzdaki barajların göl suları altında kalan ve kalacak olan yerleşimler ve onlara ait kalıntılar “eser” ya da “mal” değil, “bilgi” kaynağımızdır. Her yok olan kalıntı ile birlikte uygarlık tarihinin bir parçasını, bir daha yerine konmayacak şekilde silinmesi, tarihimizin aydınlatılması-karartılması sürecinde birinci derecede önemlidir.
İnşa edilen / edilmekte olan barajların bazılarının çevresinde sistematik olarak arkeolojik araştırma yapılmış ve saptanan eski yerleşmelerden bazıları sular yükselmeden önce arkeologlarca kazılıp belgelenebilmiş, ötekilerinde ise sayılarını ve ne olduğunu bilemediğimiz kültürler baraj göl suları tarafından yutulmuştur.
Barajlarımızdan, sistematik olarak taranmış olanlar Keban, Karakaya, Atatürk, Aslantaş, Bedre-Kayalıköy, Ilısu, Birecik, Batman, Kralkızı, Hirfanlı, Sarıyar, Tahtalı gibi sayılı birkaç örnek ile sınırlıdır. Bunların haricinde çok sayıda baraj göl alanı için organize kurtarma programı yapılmış fakat, bu olumlu başlangıcın arkası gelmemiş, arkeolojik çalışmaların ivmesi giderek düşmüştür.
Sistemli ve organize kurtarma projesi uygulanan Keban’da bile, arkeolojik kazılar baraj bitme aşamasına yakınken başlamış, saptanan yerlerin çok az bir bölümü kurtarılabilmiştir. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamındaki diğer baraj göl alanlarında da çalışmalar çok geç başladığı için, kültür varlıklarımızın büyük bir bölümü hiçbir belgeleme yapamadan sulara bırakılmıştır. GAP bölgesinde yüzey araştırmaları yapılmış, hiç değilse birkaç tane höyüğün kazısı gerçekleştirilebilmiştir. Yurdumuzun diğer bölgelerine baktığımızda, birkaç istisna dışında, diğer baraj göllerinde hiç, ama hiç belgeleme yapılmadan uygarlığın kökeni olan akarsu boylarının tarihten silindiğini, çok üzülerek görmekteyiz.
Çağdaş gelişmenin zorunlu gereği olan yatırımlar ile ülkemizde tarih ve kültürel mirasın korunması için gösterilen çabalar, birbirlerinin karşıtları olarak görüldüğü için, arkeologlar ile yatırımcı kurumları sürekli olarak karşı karşıya getirmektedir. Taraflar birbirlerini tam anlayamadıklarından gereksiz bir çekişme içindedirler. Bizden çok daha fazla yatırım yapan ülkelerde, akılcı bir yaklaşım, iyi bir planlama ve işbirliğiyle, sözkonusu olaylar sorun olmadan çözülebilmektedir.
Bilginin kurtarılması, her türlü yatırıma daha proje aşamasında iken müdahale edilmesine bağlıdır. Yatırımın gerçekleştirileceği alanın arkeologlar tarafından denetlenmesi, her iki tarafın da ileride çıkabilecek durumlara karşı hazırlıklı olmasını sağlayacaktır. Eser ya da anıtların kurtarılması, o anıtın ya da eserin bulunduğu yer ve orada yapılmak istenen yatırımın duruma göre ayarlanması, planlanmasına bağlıdır. Arkeoloji sanıldığı kadar büyük giderler gerektiren bir bilim değildir. Kazandırdığı, yapılmadığı takdirde kaybolacaklar ile karşılaştırıldığında çok fazladır.
1960’lı yıllarda ve belki de daha erken bir tarihte planlanmış olan Ilısu Barajı, Hasankeyf noktasında günümüzün en tartışmalı baraj projesi durumuna gelmiştir. Bismil ve Dargeçit ilçeleri arasında Dicle üzerine inşa edilmekte olan Ilısu Barajı, arkasında şerit halinde çok uzun bir alanı sular altında bırakacaktır. Baraj göl sahası içinde arkeolojik yüzey araştırmaları yapılmıştır. Bu geniş alanın küçük bir bölümünde bile binlerce yıllık kültür birikiminin izlerini taşıyan yüzlerce arkeolojik ve tarihsel değer saptanmıştır.
2011 yılında re’sen atandığım bilirkişilik görevim ile Ilısu Barajı sürecinde yer almış olmam, baraj göl alanında kalacak olan anıtların kurtarılması için ilk adımın atılmasını sağlamıştı. Anadolu topraklarında türünün tek örneği olan Zeynel Bey Türbesi’nin taşınması dışında, deplase hazırlıkları yapılan Artuklu Hamamı, Orta Kapı, İmam Abdullah Zaviyesi, El-Rızk, Süleymanhan, Koç ve Kızlar camileri gibi çok önemli anıt yapılar, bilirkişilik görevimin Hasankeyf’e olan olumlu yansımalarıdır.
İlgili bölge koruma kurulları ile diğer devlet kurumları tarafından onaylanarak ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından yatırım programına alınarak 2005’te inşasına başlanmış dünyanın en büyük baraj projelerinden Ilısu Barajı için, 2011 yılındaki bilirkişilik görevim sırasında bir arkeolog olarak şahsıma barajın arkeolojik yerleşmelere, tarihsel değerlere yapacağı etkinin ne olacağı ile ayaktaki tarihî eserlerin taşınıp taşınamayacağı noktasında teknik sorular sorulmuştu. Bunun üzerine yaklaşık üç ay süren bir kütüphane ve arşiv çalışması sonucunda, bilinenin aksine 200 civarında değil tam 550 arkeolojik yerleşim yerinin dolaylı ya da doğrudan barajdan etkileneceği, Hasankeyf antik kentindeki anıtlar da dahil olmak üzere kurtarılabilecek ne varsa günümüz mühendisliğin geldiği seviyenin katkılarıyla taşınabileceği hususunda görüşlerimi bildirmiştim.
Söz konusu 550 arkeolojik alanın mağaralar, açık-hava kamp alanları, köy-çiftlik tipi yerleşmeler, savunmalı yerleşmeler, antik yerleşmeler olduğu, bunların Paleolitik Çağ’dan (MÖ 200.000) Osmanlı dönemi sonuna (20. yüzyıl başları) kadar uzanan çok uzun bir süreci kapsadığı ilk defa kamuoyuna bildirilmişti. Yine aynı raporda, Ilısu Baraj Gölü ve Hidroelektrik Santrali inşası tamamlandığında Hasankeyf Aşağı Kent’in çok büyük bir bölümünün su altında kalacağı, DSİ’nin sağladığı finansal destekle kurtarma kazıları devam eden Kortik Tepe (Bismil/Diyarbakır), Kavuşan Höyük (Bismil/Diyarbakır), Müslüman Tepe (Bismil/Diyarbakır), Hakemi Use (Bismil/Diyarbakır), Salat Tepe (Bismil/Diyarbakır), Sumaki Höyük (Bismil/ Diyarbakır), Başur Höyük (Merkez İlçe/Siirt), Aluç-Aluze (Bismil/Diyarbakır), Yukarı Salat (Bismil/Diyarbakır), Çemialo Sırtı (Beşiri/Batman), Çattepe (Kurtalan/Siirt), Kuriki (Merkez İlçe/Batman), Gre Amer (Beşiri/Batman), Hınçıkan (Bismil/ Diyarbakır), Gre Abdurrahman (Bismil/Diyarbakır), Gusir Höyük (Kurtalan/Siirt), Hirbemerdon (Bismil/Diyarbakır), Ziyarettepe (Bismil/Diyarbakır), Salat Camii Yanı (Bismil/Diyarbakır), Kenantepe (Bismil/Diyarbakır) ve Hasankeyf Höyüğü gibi eski yerleşme ve höyüklerden bazılarının tümüyle baraj gölü içinde kalacağı, bazılarının ise barajın etki alanı içinde olacakları açıkça ifade edilmişti.
Bunlara ilave olarak taşıma işlemlerine teknik olarak höyüklerin dahil edilemeyeceğini, bu nedenle Türkiye Neolitiği için eşsiz değerdeki Hasankeyf Höyüğü’nde mimari tabakalaşmayı saptamayı ve taşınabilecek kalıntı ile bulguları açığa çıkarmayı hedefleyen sistematik bilimsel arkeolojik kurtarma kazılarının acil bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği noktasında uyarılarım olmuştu. Sonraki süreçte bir Japon kazı ekibinin Hasankeyf Höyüğü’nde geliştirdiği kazılarda Göbeklitepe ile çağdaş kalıntı ve buluntulara ulaşılmıştır.
Buna karşın gayrimüslim vakıf malları konusunda yolsuzlukları ile tanınan, arkeoloji ve eski eser konusunda hiçbir eğitimi olmayan bir avukat ile onun işbirlikçisi seyahat uzmanı bir gazeteci tarafından “bilirkişiler baraja izin verdi” biçiminde bir manşetle, sözde Hasankeyf’i korumak amacıyla şahsıma ahlaksızca bir saldırı yapılmıştı. Başka bir deyişle ar damarı “hacklenmiş” bu kişiler tarafından tasarlanmış yalanlarla dolu haber, Ilısu Barajı içindeki yerleşmeler ile Hasankeyf’i korumaya çalışan şahsımı hedef göstermek amacıyla basına servis edilmişti.
Aslında yalnızca teknik uzman olan bilirkişilerin barajlara, köprülere, havalimanlarına, gökdelenlere ve benzeri projelerin yapımına karar veremeyeceğini bilemeyecek kadar bilgi ve kültürden uzak bu insanların Hasankeyf’in geleceğini savunuyor olmaları, bugün Türkiye’deki baraj arkeolojisinin gelişememesindeki en önemli nedendir. Aynı zihniyet göz göre göre Allianoi antik kentinin, tek bir yapı bile kurtarılamadan Yortanlı Barajı suları altında kalmasına neden olmuştur. Ilısu Barajı’nda yitip gidenin sadece Hasankeyf değil 550 arkeolojik yerleşme olduğunu altı yıl önce söylemiş olmam, bugün son bir çabayla kurtarılmaya çalışılan anıtlar için de bir şans ve dönüm noktası olmuştur.
20-25 yıldır Ilısu Barajı ile mücadele ediyor gibi görünüp prim yapan ve bilirkişilerin baraj yapımına izin verdiğini zanneden cahiller ise yitip giden arkeolojik ve tarihsel değerlerin başlıca sorumlularıdır. Türkiye’de işini meslek ahlakı ile yapmaya, Anadolu’nun arkeolojik ve tarihî değerlerini korumaya çalışan biliminsanlarının düşürülmeye çalışıldığı durum için en doğru sözü William Shakespeare 400 yıl kadar önce söylemiş: “Buz kadar lekesiz, kar kadar temiz olsan bile, iftiradan kurtulamazsın”.