Kasım
sayımız çıktı

Tarihçiliğin değişen sınırları ve coğrafyalar içindeki insan

SİYASETLE ŞEKİLLENEN YOLLAR-HARİTALAR

İslâm coğrafyacılarının başka ülkeleri çoğunlukla Çin’deki gibi devletin çıkarları açısından değil de İslâmiyet’in yayıldığı alanları tanımak ve tanıtmak üzere gezip dolaştıklarını görürüz. Dârülislâm ve dârülharp kavramlarının gösterdiği gibi, sınırlar esnektir. Bu eserler çoğunlukla siyasi birimlerle değil de coğrafya ve insanla ilgilidir.

Türkler’in tarihinin zaman ve mekan açısından genişliği, tarihçileri bildikleri diller açısından kısıtlar. Ancak 13. yüzyıl öncesinde, bilgileri daha çok Çin ve İslâm kaynaklarından topladığımız gözönüne alınınca, çok önemli bir fark ortaya çıkar. Farsça ve Arapça yazılmış olan coğrafya eserleri daha ziyade insanlardan, yaşayışlarından bahsederken, Çin kaynakları daha çok ülke/devlet (guo) kavramı ile karşımıza çıkar. Çince guo, “sınırları belirlenmiş bir ülke” anlamıyla İslâmi kaynaklardan ayrılır.

Çin tarihinde imparatorların en önemli görevlerinden birinin içte ve dışta herkesi “Göğün altında” (tianxia) birleş­tirmek olduğu düşünülür. Bu nedenle Çin kaynaklarında kuzeydeki halklar, Türkler ve Moğollar hakkındaki pasajlar, Çin merkezî devletinin dış siyasetini besleyen bilgilerden oluşur. Bu pasajları yazanlar, profesyonel bürokratlar ile be­raber çalışan tarihçilerdir. Resmî tarihlerin coğrafyaya ayrı­lan bölümleri Çin coğrafyasından oluşur. Ayrıca eserlerde yabancı ülkeler ile ilgili bölümler bulunur; burada çoğun­lukla diplomatik ilişkide bulunulan hükümdarların ülkeleri hakkında bilgi verilir; hatta kavim ve kabileler hakkında da kimi zaman kısa, kimi zaman ayrıntılı bilgiler bulunur.

Zamanin_Izinde

Asya’nın doğusundaki Türkler’in tarihine dair kıymetli bilgileri buralardan alırız. Diplomatik ilişkilerden sözeden belgeler, bir taraftan siyasi tarih diğer taraftan da yabancı ülkelerin Çin imparatoruna sundukları hediyeler üzerine odaklanır. Merkezî Çin devleti bu belgelerde ken­di konumuna herkesin üstünde bir yer verdiği gibi, hediyeler de Çin imparatorunun yüceliğini vurgulayarak “haraç”tan sayılır. Aslında im­paratora sunulan hediyeler karşılıksız bırakıl­maz; ama çoğunlukla bunlara kaynaklarda yer verilmez. Kimi zaman da karşı taraf güçlü olunca ona “hediyeler” gönderilir ama bunlara “haraç” denmez. Çin tarihçiliği ayrıca, “şecereci” bir yak­laşımla sözkonusu ülkenin/devletin hangi dev­letin halefi olduğunu belirtmeye özen gösterir. Örneğin Göktürkler, Hunlar’ın neslinden gelir. Bu çerçeveyi çok daha sonra, 17. yüzyıl Fransa’sında “Türkler’in ve Moğollar’ın tarihi” başlığıyla görürüz ki, bu model daha sonra “modern tarih” görüşü ile bizde de benimsenecektir.

İslâm tarih yazıcılığı kendisinden öncesine tema­tik yaklaşırken, İslâmiyet sonrası için kronolojiyi ön plana çıkarır. Bu açıdan günün gelişmeleri de, geçmişi anlatan bilim de aynı kelimeyle, “tarih” diye ifade edilir. Türkler hakkında haber/bilgi verenler daha çok coğrafi eser­lerdir. Öte yandan İslâm coğrafyacılarının başka ülkeleri çoğunlukla Çin’deki gibi devletin çıkarları açısından değil de İslâmiyet’in yayıldığı alanları tanımak ve tanıtmak üzere gezip dolaştıklarını görürüz. Yazarı bilinmeyen Hududüla­lem (10. yüzyıl) veya Şerefüzzaman Mervezî’nin eseri (1120) gibi örnekler, bize yollar, bölgeler, yerleşim veya konaklama alanları üzerine bilgi verdikleri gibi, farklı Türk kavim ve kabileleri hakkında da ayrıntılı diyebileceğimiz veriler su­nar. Dârülislâm ve dârülharp kavramlarının gösterdiği gibi, sınırlar esnektir. Mesela Mervezî eserinde “Türkler pek çok cinslere, kabilelere, oymaklara ayrılan büyük bir millettir. Bir kısmı şehirlerde ve köylerde, bir kısmı da kırlarda ve çöllerde oturur” (R. Şeşen, İbn Fazlan-1975) diyerek, çok geniş bir coğrafyadaki Oğuz, Çigil, Kimek, Peçenek ve başkaların­dan sözetmiş olur.

Bu eserlerde ders kitaplarından artık ezbere bildiğimiz Kadim Türk (Göktürk), Uygur, Gazneli, Karahanlı gibi dev­letlerden sözedilmediğini görürüz. Çin tarihçiliğinin aksine bu eserler siyasi birimlerle değil de coğrafya ve insanla ilgilidir. Bu yaklaşım, Kaşgarlı Mahmud’un haritasında ve eserinde de vardır: Örneğin o, alı­şıldığı gibi devletten değil de hükümdardan insan olarak sözeder. Gazneli Mesut’tan da evlendiği gece gelin hanımın kendisine çelme takmasını “kız birle küreşme, kısrak birle yarışma” deyimine örnek olarak gösterir. Tarihî kaynakları tek taraflı değil de ancak bütüncül olarak ele aldığımızda hem devlet de hem de kabile toplumu içinde insanı görebiliriz. Dili ve kültürü yaşatanların insanlar olduğunu, Kaşgarlı Mahmud bize ölümsüz eseriyle gösterir. Ne de olsa devlet de insanıyla kaimdir.