Kasım
sayımız çıktı

Tarihin rengi Bursa’da Yeşil’dir

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bursa’da Zaman’ıyla taçlandırdığı kentin yeşili, yine onun ifadesiyle “ebediyetin rahmanî yüzü”dür. Tarih-sanat-edebiyat ekseninde Ahmet Muhip Dıranas’tan Yahya Kemal’e, ressam Osman Hamdi’den Hikmet Onat’a, André Gide’den Pierre Loti’ye uzanan Bursa yeşili…

Künyelerine resmî unvan alarak geçmiş Eski, Şanlı, Kahraman sıfatları şehirlerimizin. Yeşil Bursa ise öyle değil, alabildiğine yaygın yakıştırma, oysa yok herhangi bir resmiyeti. Gerçekliğinin kaldığı söylenebilir mi, çok şüpheli: Kent dokusundan da, büyük ovasından da neredeyse kazınmış renk.

Klâsik edebiyatımızda Evliya Çelebi’den Necatî Bey’e Karacaoğlan’a, suları çeşmeleri hamamları, “kokar menevşesi, gülü” ile geçen Bursa’yı modern edebiyatımızda çifte Bursa’da Zaman’ıyla Tanpınar’ın taçlandırdığı tartışılamaz: “Türkçede ş ve l harfleri daima en güzel terkipler yapar. Yeşil dediğimiz zaman, âdeta bir çimen tazeliğini, bir palet üzerinde ezilmiş bir renk gibi, günün ve saatin bir tarafında bir bahar müjdesiyle toplanmış buluruz. Bu kelimenin ilk cedlerle beraber Orta Asya yaylalarının baharından geldiği o kadar belli ki… Fakat Bursa’da yeşilin mânası çok başkadır; o ebediyetin rahmanî yüzü, bir mükâfata çok benziyen bir sükûnun fâni bir saate sinmiş mânâsıdır. Yeşiltürbe, Yeşil Cami der demez, ölüm muhayyelemizdeki çehresini değiştirir, ‘ben hayatın susan ve değişmeyen kardeşiyim. Vazifesini hakkile yapan fâninin alnına bir sükûn ve sükûnet çelengi gibi uzanırım…’ diye konuşur”.

Yeşili en iyi anlayan muharrir: Gide André Gide 1914’te Bursa’ya gelmişti. Ahmet Hamdi Tanpınar, Fransız yazarı Bursa yazılarından dolayı “yeşili en iyi anlayan muharrir” olarak niteler.

Bir adım sonrası, yakın dostu Tanpınar’dan aldığı hızla Dıranas’tan gelmiştir: “Bursa burada başlamıştı. Bu su sesli sükûtun içinde ve serin çınarın neftiliğinde. Derken bir yeşilliktir başladı. Otobüsümüzün tekerlekleri dönüyor ve gittikçe ağaran sabahın içinde bu yeşil, kendi kendini tazeleyerek ve değiştirerek büyük bir deniz halinde üzerimize kapaklana kapaklana genişliyordu. Her yerde yeşil vardır: Fakat bir Bursa edebiyatını, sonra Yeşil Cami’nin adını ve o canım çinilerini doldurduğu için mi, nedir, buradaki yeşil insana, o her yerdeki yeşilden daha yeşil geliyor: “Üç defa yeşil”.

Yeşil Cami

Osman Hamdi Bey’in başyapıtlarından “Yeşil Cami Önü” tablosu, 1882. Yağlıboya tablodaki dikkati çekici ayrıntılardan biri, Osmanlı mimari süsleme sanatının yansıtıldığı yeşil zemin üzerine kitabedir.

Şairin burada Yahya Kemal’in “üç def’a kırmızı”lı Endülüs şiirine göndermeyle naziresini yaptığını söylemek gerekli mi? Tanpınar’ın izini sürerek Bursa’yı ziyaret ettiğinde, tıpkı öncüsü tüm yabancı gezginler gibi Yeşil Cami karşısında yaşadığı büyülenmenin etkisiyle (“belki de Türkiye’de gördüğüm en güzel cami”) ilginç bir benzetmeye başvurur Manguel: “İnsana tam olarak gerçekmiş gibi gelmeyen, sanki Oz’un Zümrüt Şehrindeki bir saraymış hissi veren bir tarafı var”. İlginçlik şurada: Yahya Kemal’in bitmemiş şiirleri arasında yeralan bir Bursa şiirinde geçer yetkin yeşil:

“Bu dağın arkasındadır Bursa
İri zümrüd
Dağların arkasında dağlar var
Enginden uçtu sanki bir altın kanatlı kuş
Rüzgâr açmıştı siyah çarşafını
Süt beyaz omzunu çıplak gördüm”.

‘Yurt Gezileri’ kapsamında 1938’de Bursa’ya gönderilen Hikmet Onat, biri Irgandı köprüsünü odağına alan, çoğu kaybolmuş yedi resimle döner. Sergilendiklerinde, amansız bir eleştiri çıkagelir Dıranas’ın kaleminden: “Eserlerine yeşil renk hâkimdir. Fakat bu yeşiller, bilmiyoruz Bursa’nın derin ve sonsuz yeşilini verebiliyor mu? İsminin başında Yeşil sıfatını taşıyan Bursa, hayalimizin penceresinden akseden manzarası ile rüyaların hemşiresidir. Bursa için Sezanların, Kurbelerin yeşilleri lâzımdı. Hikmet Onat Bursa’nın manzaralarını bir fotoğrafçı gözüyle aksettirmeğe çalışmıştır. Sanatına bir yenilik ilâve edip etmediği kendisince bilinecek bir keyfiyettir”.

Bu yargının eğriliği doğruluğu, öznel boyutu düşünülürse, tartışmaya açıktır kuşkusuz, ama şairin okunun düştüğü nokta canalıcı: Hangi yeşil? Şair renkleri şiirine yalnızca şiir sıfatları, türev sıfatlar ile mi, bir o kadar renk efektini sağlayacak, öyle adlandırılmamış unsurlarla yedirir; ressamın koşulu bambaşkadır, paletini de harmanlayarak oluşturacağı yeşil dereceleri arasından yapacağı seçimler işinde belirleyici olacaktır.

Osman Hamdi’nin, Gérōme esinli “Yeşil Türbe’de Dua”sı 1882’ye tarihlendiriliyor; buna karşılık, Bursa ziyaretinin tarihi belirsiz: Edhem Eldem, Osman Hamdi Bey İzlenimler 1869-1895’de, 1880 Yalova yolculuğu sonrası olabileceğini, kesin tarih vermeksizin belirtiyor. Yeşil Cami, daha sonra başka yapıtlar doğuracaktır ressamın fırçasından, ama ilgi çok önce, Parvillée’yle karşılaşmasıyla, ardından çizimlerini ve görkemli kromolitografilerini tanımasıyla başlamıştı. Osman Hamdi’nin yeşilleri ne ölçüde XV. yüzyıl Bursa’sında yaratılmış saltık yeşile sokulabilmişti? O cevherin asıl, asal kaynağı neydi, neredeydi? Ve: Dile taşınabilecek türden miydi? Biribirilerine geçiyor sorularım, biribirilerinin içinden geçerek.

Pierre Loti, 28 Mayıs 1894 gecesi geç saat varmış Bursa’ya, ertesi sabah oda penceresini açtığında, “geçmişin ilkbaharından kalma dingin yeşil cenneti” hemen çarpmış onu. İki gününü dolu dolu geçirdiği Bursa’dan 34 sayfalık bir izlenim metni doğmuş, yanlış saymadıysam tamıtamına otuz kez geçiyor orada ‘yeşil’.

Yeşil cennet: Bursa Pierre Loti (sağdan üçüncü) 1894’teki Bursa ziyaretinde. Yazar, iki gününü geçirdiği Bursa’yı “geçmişin ilkbaharından kalma dingin yeşil cenneti” sözleriyle betimler.

Yiğidi sık öldürdük, hakkını verelim bu kez: Gezi edebiyatının en sıkı örneklerinden birini getirmiş “Yeni Cami”, Fikret’in “sihirli”, Yahya Kemal’in “büyülü” bulduğu üslûbunun yetkin bir ürünü — yazılışından bu yana 123 yıl geçmiş, “biz”i doğrudan ilgilendiren metni dilimize çevirmemiş, dahası onu -belli ki- okumamışız: Yalnızca Hisar’ın ve Eyice’nin onu andıklarını saptayabildim, onların da okumadıkları ayan beyân ortadaydı. Bir merak topluluğu olduğumuz söylenemez, gene de bu kadarı fazla geliyor bana; Gide’in üç sayfasına alınıp kanlı mürekkep akıtmak yerine, Loti’nin otuz sayfasına eğilmek vardı. Neyse, içimde, Loti’nin Bursa’da karşılaştığı müthiş ihtiyarın ikilediği ifade yankılanıyor: “Yetişir! Yetişir!” (metinde Türkçe), iki gün yetmiş ama Loti’nin Bursalıya dokunmasına. Yeşile gelince: Böylesine esritmesi bir rengin bir yazarı, az rastlanır coşku seli.

Kibirli Gide’in, Venedik “cehennem”iyle çakıştırdığı ve halkını külliyen “çirkin” sıfatıyla mühürlediği İstanbul’un ardından gittiği Bursa’da görece yumuşaması karşısında Tanpınar da yumuşamıştır: “Türbeden çıkınca Yeşilcami’ye girdim. André Gide bu cami için “zekânın kemal halinde sıhhati”, der” sözlerinin ardından (ki “esprit”yi “zekâ”yla karşılamak doğru değildir), eleştirisini yapar ama bağışlamakta gecikmez: “Bununla beraber Gide”i Bursa için yazdıklarından dolayı yine seviyorum. Yeşil’i en iyi anlayan muharrir o olmuştur. Camii aydınlığın ortasında, ayak ucunda kendisini tamamlayıcı bir şey gibi uzanan manzara ile beraber çok güzel yakalar”.

Paylaşmıyorum Tanpınar’ın yaklaşımını, öyle sanıyorum -belki yanılıyorum- Loti’nin damıtık metnini tanımış olsaydı, olası bir karşılaştırmadan Gide’in üstünkörü okuması yenik çıkacaktı, düşüncesindeyim. ‘Yeşil’e gelince, Gide “azür mavi”sini yeğlemiştir — camgöbeğiyle lâciverttaşı arası.

Loti yoğunlaşmıştır Bursa’da: Derişik, yeğin, dikkat ayarını elden bırakmayan bir bakış. Yeşilcami önünde, içinde, sonra dışarı çıktığında sıfatlarını seferber eder, üç yüzyıl önce yapılmış ve sırrına artık kimsenin erişemediği çinilerdeki yeşilin yaydığı ışıkla otun, servinin, çınarın, dipsiz bir deniz gibi ufku kaplayan ovanın kurduğu yeşil yelpazesinden oluşmuş alaşımı ince tuşelerle yoklar: Açık uçuk gökyüzü turkuvazının tazeliğiyle çok garip yeşillerde cançekişen turkuvazı çarpıştırır önce, ardından çiçekleri bile etkileyen kişidışı, soyut, yokoluşa teğet ışığın kesin geometrisine kilitlenir; içeride denizin renk denemeleriyle zümrüdün dansı ve camlardan sızan dış ışığın kıymetli taşlarınkiyle eşdeğer bileşimi karşısında düpedüz uçar; gece düştüğünde yeşile sinen siyahı keşfeder. Bir ressam gibi dokumuştur metnini Loti, bir simyacı gibi kıyasıya aramış olduğu görülür Yeşil’in saltık formülünü. Oysa kimin harcıydı, olabilirdi?

Le Corbusier, 1914 yazının ortasında, İstanbul’dan Bursa’ya küçük bir kaçamak yapmıştı; Doğu Yolculuğu Defterleri’nde kıpkısa birkaç not yeralır ama genelde siyah-beyaz çizimler ve desenlerle işlediği defterin bir sayfasına Yeşil Türbe’yi renkle döşediğini görüyoruz: Suluboyanın kararsız yeşil(ler)i. Ağustos ışığı (Faulkner!). Deftere serpilmiş, Yeşil Cami/Ulu Cami/Hamam eskizlerinin arasını dolduran hızlı izlenim notlarında gene kararsız renk saptamaları: Ele avuca sığmamış Yeşil. Vakanüvis, yazar, ressam, mimar, seyyah, herkesin onunla didiştiğini, dilde ve dilinde karşılık arama çabası verdiği gerçek. Gelgelelim şair kenara itiyor tümünü, bir çırpıda en kesin tanıma doğru cümlesini kurup çekiliyor: Hâşim, Yeşil Cami’den öyle çıkar ve sıradan bir cümle kuruyormuşçasına adını koyar: “Diğer bir gün Yeşil Cami’ye gittim. Duvarları kaplayan yeşil çiniler bu mabedin içine esrarengiz bir denizaltı aydınlığı veriyordu”.

Yeşil Türbe Yeşil Bursa’nın sembol mekânlarından Yeşil Türbe. Sekiz köşeli şirin yapı, Yıldırım Bayezid’in oğlu Sultan Çelebi Mehmet tarafından 1421’de yaptırılmıştır.

Yeşil’in fiziğini nasıl Hâşim yerliyerine bir çırpıda oturtmuşsa, metafiziğinin tanımını Tanpınar’a borçluyuz. Ölümün Hayat’ın içinde pervasızca, en ufak bir korku emâresi göstermeden yaşayabildiği her şehir için geçerli, soylu bir konumlandırma denemesi. Bir biçimde gelip Bursa’da saltanat kurmuş rengin biri doğal, öteki yapay iki kaynağı vardı; doğal olanını insan, yapay olanını Doğa kurutmuştur.

İbn Battûta’nın, Evliya’nın, Karacaoğlan’ın gördüğü Bursa’yı bir avuç kelimeden söküp canlandırmak olanaksız. Texier, Gabriel, Loti, Hâşim, Gide ya da Le Corbusier 1855 depreminden ve 1271 yangınından artan, “öz”ü handiyse çökmüş ve silinmiş bir Bursa’yı tanımışlardı, bereket araya Ahmet Vefik Paşa’nın olağanüstü imar hamlesi girmişti: Parvillée, kimi yetkililerin o devirde Yeşiltürbe’nin enkazına bakıp onu yakmaktan başka çare göremediklerini aktarır. Daha önce 1674 ve 1769’da ciddi onarımdan geçen Yeşiltürbe Parvillée’den sonra, Osman Hamdi öncülüğünde 1904 yılında yeniden “tamir” edilmiş — ayrıntılı bilgiyi 1941-43 restorasyon çalışmalarını yürüten Macit R. Kural’ın 1944 tarihli değerli raporundan devşirdim. Oradan öğrendim, 1938’de gözdem Bruno Taut, iki yıl sonra Albert Gabriel, istek üzerine ince eleyen iki onarım önerisi raporu hazırlamışlar; Taut, Eylül ayında geldiğine göre Bursa’ya, büyük olasılıkla son yolculuğu olmuştu bu; bir yerde, eski çiniler hakkında “500 yıl evvel kullanılan kirecin nasıl yakıldığı, ne kadar bekletildiği, buna benzer daha pek çok şey hakkında malûmatımız olmadığından bu çok güç bir iştir” diyerek Ars’ın sırlarına göndermesini yapmış.

Eski eserlerin çoğunun ustaları anonim kalmıştır, Yeşil Türbe’ninkileri sözümona biliyoruz, böyle diyorum çünkü bir avuç uzmanını saymazsak kimsenin anmadığı isimlerdir: Bina emiri ve mimar Hacı İvaz Paşa, kalemkârı Ali bin İlyas Ali, hakkâk Tebrizli Ahmet oğlu Hacı Ali, çinicisi Mecnûn Mehmet’ti türbenin, ki renklerine bakılırsa gerçekten mecnun olmalıydı. Kuşlar eksik olmuyor türbenin, caminin etrafından. Gide’in dikkatini çekmiş şarkıları, leylekler, sakat leylekler. Yeşili silin, hiç kuş gelmez.