Kasım
sayımız çıktı

Tolkien’in hayalî evreni ve onu besleyen tarihî ırmaklar

2022’nin en yüksek bütçeli dizilerinden “Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri” 2 Eylül’de Prime Video’da seyircilerle buluştu. Yayın hayatına rekorla başlayan diziyi Amazon’un hizmet verdiği 240 ülke ve bölgede ilk 24 saat içinde 25 milyon kişi izledi. Romandan binlerce yıl önce geçen dizi, Tolkien’in iki romana bağlı olarak yazdığı ek metinlere dayanıyor. Tolkien evreninin tarihsel dayanakları ise çok çeşitli…

THE LORD OF THE RINGS:
THE RINGS OF POWER-2022
UYARLAMA: J. R. R. TOLKIEN
GELİŞTİRENLER: J.D. PAYNE,
PATRICK MCKAY
YÖNETMEN: WAYNE YIP,
J. A. BAYONA, CHARLOTTE
BRÄNDSTRÖM
OYNAYANLAR: MORFYDD
CLARK, ISMAEL CRUZ
CORDOVA, MARKELLA
KAVENAGH

Merakla beklenen “Yüzüklerin Efen­disi: Güç Yüzükleri” dizisi, ilk sezonuyla Amazon Prime Video’da yayına girdi. Romandan binlerce yıl önce geçen dizide, Tolkien hayran­larını mutlu edecek pek çok malzeme var. Galadriel ve Elrond karakterleri (her iki­si de Orta Dünya’da ölümsüz olan iki elf), evrimsel olarak Hobbit’lerin öncülü oldukla­rı ortaya çıkan Harfoots adlı klan ve diziye adını da veren ikonik semboller: Güç Yüzük­leri.

Dizinin çıkış noktası, Tol­kien’in Yüzüklerin Efendi­si’nin son bölümü için yazdı­ğı ve Orta Dünya’nın “İkinci Çağ” tarihini özetleyen bir ek… Bu dönem, meşhur yü­züklerin dövüldüğü, Lord Sa­uron’un iktidara yükseldi­ği, Númenor ada krallığının güçlendiği (ve sonra düştüğü), elflerin ve insanların Orta Dünya’nın ruhu için savaş­mak üzere biraraya gelmek zorunda kaldığı bir devir. Hem yasal hem de kreatif zo­runluluklar nedeniyle (Tol­kien’in İkinci Çağ’ın derin­liklerine indiği, ölümünden sonra yayımlanan metinlerin hakları Amazon’da değil) dizi­nin yazarları; zaman dilimle­rini sıkıştırarak, yeni karak­terler yaratıp, bazı hikaye çiz­gilerini yeni baştan çizerek diziyi değiştirmek ve süsle­mek durumunda kalmışlar.

Dizi ilerledikçe, Tolkien’in vizyonuna ne derece sadık kalındığıyla ilgili pek çok tar­tışma çıkacağı kesin; ancak zaten bu vizyonun ne kadar orijinal olduğu tartışması da uzun zamandır uzmanları meşgul ediyor. Kesin olan bir şey var: Dizi, geçen yüzyılın ortasında Oxford’da yaşamış yazarın hayalgücünü bugüne aktarmak için devasa bütçesi­nin satın alabileceği (şimdiye kadar çekilmiş en yüksek büt­çeli dizi olduğu bildiriliyor) bütün sinematik cümbüşten yararlansa da aynı zamanda kahramanlık ve trajedilerle, cüceler, elfler ve tabii büyülü yüzüklerle örülmüş çok eski bir tarihin efsanelerine de da­yanıyor.

Genç Galadriel’i canlandıran Morfydd Clark.

Tolkien’in, Wagner’in “Ni­belungs Yüzüğü” operasında­ki meşhur yüzükten ilham al­dığı zaman zaman dile getiri­len bir teoridir. Alman besteci bu libretto üzerinde çalışma­ya, Tolkien’in 1937’de yüzük­leri ilk kez okuyucuyla tanış­tırdığı Hobbit’i yayımlama­sından neredeyse 100 yıl önce başlamıştı. Tolkien bu ben­zerliği inkar etmiş; yayıncısı­na şöyle yazmıştı: “Her iki yü­zük de yuvarlak; benzerlikleri burada sona eriyor”. Biyog­rafisinin yazarı John Garth’a göreyse “Bu tartışmalı bir nokta, çünkü güç ve yozlaştı­rıcı etki gibi başka benzerlik­ler de var”.

Yine de Yüzüklerin Efen­disi üçlemesinin ilk bölümü olan Yüzük Kardeşliği 1954’te ilk çıktığında Tolkien’in bu “sorunlu” besteciyle arasına bir mesafe koymak istemesi anlaşılır bir durum. Özellik­le 2. Dünya Savaşı yıllarında yazdığı bir mektupta “o kü­çük, cahil Adolf Hitler”e “asil Kuzey ruhunu mahvettiği, saptırdığı, yanlış uyguladığı ve sonsuza kadar lanetle anıl­masına sebep olduğu” için ne kadar öfkelendiğini düşün­düğünüzde… Nazi liderinin Wagner’e yakınlık duyması, Tolkien’i onunla taban tabana zıt kutuplara itmek için yeter de artardı bile.

Genel kanı, hem Tol­kien’in hem de Wagner’in aynı kaynaklardan, özellik­le de İskandinav destanların­dan ilham aldıkları yönün­dedir. İngiltere’de 19. yüzyıl akademisyenleri ve arkeo­logları Vikinglere itibarını iade ettikten sonra, insanlar İskandinavlarla ilgili her şeye karşı büyük bir iştah duyma­ya başlamıştı. Hatta Kraliçe Victoria’nın Tanrı Odin’in so­yundan geldiği ve tüm Hano­ver kraliyet ailesinin Ragnar Lodbrok, nam-ı diğer Ragnar Hairy-Breeches ile akraba oldu­ğu bile iddia edilmişti. 1892’de doğan Tolkien için ise bu sap­lantı, çocukluğunda Andrew Lang’in Kırmızı Peri Kitabı’nı okuyup ejderha avcısı Sigurd’un hikayesine âşık olmasıyla baş­lamıştı.

Yalnız Orklar Tolkien’in İlk Çağı’nın sonundaki Gazap Savaşı’nda Orklar, neredeyse yok olma noktasına gelmişti. İkinci Çağ’da geçen dizide ise onları daha yalnız ve dağınık hâlde, ama çok daha korkutucu planlarda izliyoruz.

Oxford Üniversitesi dokto­ra araştırmacısı Grace Khu­ri, Birmingham’daki King Edward’s Koleji’ndeki ergenlik yıllarında Tolkien’in İskandi­nav destanlarını orijinal Or­taçağ İzlandacası ile okumaya başladığını, hatta 1911’de oku­lun Edebiyat Topluluğu’na bu konuyla ilgili bir bildiri sundu­ğunu söylüyor. “Ayrıca en yakın arkadaşlarına coşkulu Eski İs­kandinav ve Ortaçağ okumaları yapardı” diye ekliyor.

Khuri’nin İskandinav mito­lojisinin yazar üzerindeki etki­sini ele alan tezi, Tolkien’in de mezunu olduğu Oxford’un ya­zara ilişkin yazılmasını onay­layacak kadar titiz bulduğu ilk tez çalışması.

Tolkien, Oxford’da başlan­gıçta “Klasikler” bölümündey­di, ancak Cermen dillerine olan ilgisi onu eski İngiliz edebiyatı ve filolojisinin okunduğu İn­gilizce bölümüne geçmeye yö­neltmişti.

Zaten dindar bir Roman Katoliğiydi. Bu yıllarda sayfa­larında büyücülerin, trollerin dolaştığı Sir Gawain ve Yeşil Şövalye; kahramanının ejder­halarla savaşmak için insa­nüstü yeteneklerini kullandı­ğı Beowulf gibi Hıristiyanlık öncesi inanışların tortularıyla dolu metinlerle de ilgilenmeye başladı.

Dizinin takdiri hak eden kostüm çalışmasından detaylar.

Usta bir sentezci

Tolkien’in ilk satın aldığı İs­kandinav eserlerinden biri, o zamanlar yalnız tek bir İn­gilizce çevirisi mevcut olan, William Morris ve İzlandalı akademisyen Eiríkur Magnús­son’un hazırladığı ve ilk kez 1870’te yayımlanan Völsun­ga destanıydı. Destanda yeni­den biçim verilmiş bir kılıç ve “Andvaranaut” olarak bilinen altın bir yüzük vardı. Bu yü­zük, tanrıların susamuru şek­line girdikten sonra yanlışlıkla oğlunu öldürdükleri bir adama ödedikleri fidyenin parçasıydı. Yüzük çalınıyor, sonra lanet­leniyor ve böylece başka bir İskandinav yüzüğü, Odin’in Draupnir’i, kendisini çoğalta­biliyordu. Her iki yüzük de cü­celer tarafından dövülmüştü.

Bu anlatılarda yüzükler ge­nellikle gücü temsil eden birer metafor olarak kullanılmıştı. Yüzüğü biriyle paylaşmak, bir mülkiyet hakkını paylaşmak de­mekti. Garth’ın belirttiğine gö­re, lordların hizmetkarlarını yü­zükle ödüllendirdiği feodal bir Cermen geleneği de vardı. Tüm yüzükler parmağa takılmak için de yapılmamıştı. Khuri’ye göre, İzlanda destanı Eyrbyggja’da bir kol yüzüğü, tanrılar ve in­sanlar arasında sihirli bir söz­leşme hâline gelmişti.

Khuri, İskandinav metinle­rinin Tolkien ve çağdaşları için özel bir anlamı olduğunu öne sürüyor. “İskandinav efsane ve mitlerinde öne çıkan kasvetli kahramanlık, hanedan trajedi­si ve kıyamete dair tasavvurlar, özellikle de 1. Dünya Savaşı sı­rasında ve sonrasında impara­torlukların ve krallıkların hızla çöküşe doğru ilerlediği bir dö­nemde, Tolkien ve çağdaşları­nı etkilemişti”. Bu etki, yüzük sembolizminin çok ötesine uza­nıyordu. Uzun beyaz sakalı, ge­niş kenarlı şapkası, asası ve pe­leriniyle Gandalf, bir başka bil­gelik ve bilgi yayıcısı olan Odin’i hatırlatıyordu. Adı, Hobbit’teki cücelerin birçoğu gibi, mitolojik bir şiir olan “Voluspá”daki cüce lakapları listesinden alınmış­tı: Durin, Thorin, Fili, Kili, Oa­kenshield.

Genç Galadriel Morfydd Clark, Peter Jackson’ın çektiği “The Lord of The Rings” üçlemesinde Cate Blanchett tarafından canlandırılan Galadriel karakterine hayat veriyor.

Ve bir de Frodo vardı. Khu­ri, “İsmi, Eski Norsça fróðr ve Eski İngilizce Frōda (bilge) ke­limelerinden türetilmişti ve Tolkien bu ismin Eski Frizye dilindeki yazılışını seçmişti” di­ye açıklıyor. “İronik bir şekil­de, Danimarka kralı Fróði, Tol­kien’in mütevazı kahramanının tam zıttıdır, çünkü bir efsanede (Grottasöngr’de anlatılır), aç­gözlülüğü yüzünden, sihirli bir öğütme taşıyla ona bir hazine yapsınlar diye iki dev kadını kö­leleştirdiği yazar. Bazı açılar­dan, Frodo’nun Yüzük’ü elinde tutmaya yönelik büyü kaynaklı dürtüsü, bu açgözlülüğün sönük bir yankısıdır; bu açgözlülük onun durumunda doğuştan ge­len herhangi bir defosundan zi­yade Yüzük’ün gücü tarafından tetiklenir (ve hikayenin çok geç dönemlerine kadar bu büyüye direnebilir)”.

Garth, Tolkien’in dehası­nın yeterince takdir edilmeyen yönlerinden birinin de “usta bir sentezci” olma becerisi oldu­ğuna inanıyor. “İnsanlar aynı anda hem onun tüm fikirlerini Kuzey mitlerinden aldığını hem de hiçbir etki olmadan hepsini kendisinin bulduğunu düşünü­yor. İşin doğrusu Tolkien, ilham kaynaklarını pek çok yerden toplamıştı”. Garth’ın son kitabı JRR Tolkien’in Dünyaları: Orta Dünya’ya İlham Veren Yerler’de (The Worlds of JRR Tolkien: The Places that Inspired Midd­le-earth) açıklamaya çalıştığı gi­bi, pusulanın dört yönünden de etkiler vardı. Örneğin Doğu’dan Büyük İskender’in Ortaçağ ef­saneleri ve Mısır aşkı kitaba girmişti. Üzerine en az araştır­ma yapılan da Güney’den gelen, Tolkien’in çağında çok baskın olan klasik etkileriydi. Örneğin yazar, Númenor’u şekillendi­rirken Atlantis efsanesi de rol oynamıştı ve Amazon dizisinin kilit unsurlarından biri olan çö­küş öyküsü, Platon’un kibir yü­zünden yıkılan bu deniz impa­ratorluğuyla ilgili hikayesinden yola çıkılarak oluşturulmuştu. Platon’un Devlet’inde de bir yü­zükten, “Gyges’in Yüzüğü”nden bahsedilir ve Tolkien’inki gibi bu yüzük de takana görünmez­lik bahşeder.

Tolkien’in bir Kelt şifa tan­rısı olan Nodens’e ait bir Ro­ma-Kelt tapınağından haberdar olduğunu kesinlikle biliyoruz. “Cüce Tepesi” olarak adlandırı­lan ve İngiltere’nin Dean Orma­nı’ndaki Lydney Parkı’nda bulu­nan bu tapınak, ilk olarak 1928- 1929 arasında arkeolog Tessa ve Mortimer Wheeler tarafından kazılmıştı. Tolkien’in kendisi de kazıda çalışmış, özellikle bir yüzük hırsızının uğradığı laneti anlatan Latince yazıtları ince­lemişti.

Hoffman’ın 1876 yılında Wagner’in “Der Ring des Nibelungen” operası için yaptığı set tasarımlarından biri. Operanın, Tolkien’in ilham kaynaklarından olduğu söylense de yazar bunu reddediyor.

Tolkien’in hayalî evreninin ardındaki saik, kendi geleneğin­de eksik olduğunu düşündüğü şeyleri telafi edebilecek, hay­ranlık duyduğu diğer mitoloji­lerle boy ölçüşebilecek özel bir “İngiliz” mitolojisi yaratmaktı. Kültür yağmacılığıyla ilgili aşırı derecede ihtiyatlı davranılan bir dönemde, onun hikayesi, doğru kullanıldığında diğer kültürler­den ödünç alınan öğelerin, sa­hiplenmek değil, bu anlatıların yeniden ve yeniden anlatılma konusundaki en temel arzuları­nı onurlandırmak anlamına ge­lebileceğini gösteriyordu. Bunu o kadar iyi başarmıştı ki hayalî evreni senaristlerin de dahil ol­duğu diğer yazarlar tarafından yağmalanmak üzere kendi başı­na bir mitoloji hâline gelmişti.

Bu arada, sıkı Tolkiensever­lerin yüzüklerin kadim sembo­lizmine bir başka anlam katma­nı daha eklediğini de not etmek gerek. Garth’ın dediği gibi, “Bazı hayranların ‘hepsini biraraya getirip, karanlıkta birbirine bağ­lamak’ için Tek Yüzük’ün repli­kalarıyla evlenmeleri şaşırtıcı”.

24 Ağustos’ta BBC Culture’da Hephzibah Anderson imzasıyla yayımlanan “The surprising ancient roots of The Lord of the Rings” adlı makaleden tercüme edilmiştir. Çev: Deniz Kaynak