1789’da Sultan I. Abdülhamid’e hitaben yazılan bir uyarı mektubu, Bayezit’teki bir sebilin içine bırakılmıştı. Çok sert ifadeler barındıran muhtıra halktan gizlenmiş, ancak devlet arşivlerinde korunmuştu. O dönemde de “din-i mübin düşmanı, ihtilal çıkarmak isteyen yabancı güçler”den şüphe edilmişti.
Osmanlı toplumu dönem dönem yönetimden memnun olmadığı zamanlarda içler acısı durumunu yöneticilere bildirmenin yollarını kendine göre bulmuştur. En yaygın uygulama, bir şehrin, kasabanın önde gelen tüm halkının imza koyduğu “mahzar” adı verilen toplu arzuhalleri merkeze göndermektir. Bunlar dikkatle değerlendirilir, divandan çıkarılan fermanlarla halkın talepleri gözetilirdi. Şikâyetçi kitlelerin bulunduğu kaza merkezinin kadısından o mahzarda yazılanların doğruluğunu onaylayan bir ilam da gönderilirse, acilen huzursuzluk kaynağının üzerine gidilir, ortadan kaldırılmasına çalışılırdı. Başarılı olunamaz, sıkıntı sürerse bazen toplumun yönetici sınıflarla olan gerilimi isyana kadar varabilirdi.
Bilhassa başkent İstanbul’da esnaf, ulema ve yeniçeri grupları bazen kendi başlarına, çoğunlukla elele hareket eder, devletin başı büyük derde girerdi. Huzursuzluk kaynağı giderilemezse, şehrin belirli yerlerinde kundakçılık eylemleri görülür, yangınların sonu gelmezdi.
Sadaret Kaymakamının olayın safhalarını özetleyerek I. Abdülhamid’i bilgilendirdiği telhis. Üst kısımdaki karmaşık yazıyı bizzat kaleme alan padişah, sadrazama bu konudaki görüşlerini dile getirmektedir.
Taleplerin dile getirilmesi yöntemleri uzun müddet aynı şekilde devam etmiş, Sultan I. Abdülhamid’in 1774-1789 arasında süren saltanatında yeni bir metot denenmeğe başlanmıştır. Şehrin belirli yerlerine bırakılan, duvarlara gizlice asılan bildirilerle hoşnut olunmayan durumlar çoğunlukla padişah muhatap alınarak kamuoyuna duyurulmuş, en azından yöneticilerin haberdar olması için uğraşılmıştır.
I. Abdülhamid’in saltanatının son yılında gerçekleşmesi muhtemel ve Osmanlı Arşivi’nde orijinal haliyle günümüze intikal etmiş bir “muhtıra” belgesi mevcuttur. Türk siyasi tarihinde şimdilik elimize geçen en eski muhtıra belgesi budur. Adı belirtilmeyen bir kaptan paşa sebiline gizlice bırakılmıştır. Padişahın muhtıra haberini duyup da ürkmesine sebep olmamak amacıyla sadaret kaymakamının telhisi eşliğinde padişaha sunulmuştur. Abdülhamid, olayı anlatan sadaret kaymakamının telhisi üzerine, “Sebil kapudane paşanındır. Zannım heman Tersanelü tarafından olmasın” yazarak faili aramaya başlamıştır. Belki de o devrin etkili adamı Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa’nın bir sebili vardı. Günümüzde İÜ Nadir Eserler Kütüphanesi yanında ayakta duran Kaptan İbrahim Paşa Sebili de Yeniçeri Ağası konağına yakınlığı itibariyle akla gelebilir.
Tarihsiz belge tahminen 1789 yılına tarihlenebilir. Ruslarla sürüp giden savaşın yarattığı tahribat ve Özü kalesinin kaybedilerek binlerce masum insanın katledilmesinin hesabının sorulduğu, iş bilir Müslüman idarecilerin başa geçmesinin istendiği bu muhtıra, o devir için çok saygısız addedilebilecek, belki de kolay kolay cesaret edilemeyecek bir hitap tarzıyla padişaha seslenir. “Sultan Abdülhamid, bizim takatimiz kalmadı” cümlesiyle söze başlar. Son satırlara doğru “bunu yazan Ocaklı” ibaresiyle sanki Yeniçeri Ocağı’nı muhtıranın sahipliğine inandırmayı amaçladığı düşünülmektedir. Türkçesinin günümüz için bile gayet anlaşılır bir üslubu var. Kaleme alan veya hazırlayanlar belki kimliklerini gizleyebilmek için kasten, belki de eğitim kapasiteleri o kadarına elverdiği için imla hatalarıyla dolu bir metin inşa etmişlerdir.
Bulan kişinin muhtırayı imha etmesini önlemek için ibare arasına yazılan “bu kâğıdı sana göstermeyen[in] karısı boş, kendi kâfir” cümlesi, kâğıdı bulan sebilcinin kafasını karıştırmış olmalı ki önce gizlemiş sonra bir mektep hocasına vermiş, daha sonra kadılardan Mazrubi Efendi’ye göstermiş. Mazrubi Efendi bu kâğıdı saklamasını söylemiş ama yayılan dedikodu baştebdilin kulağına gidince muhtıra ortaya çıkarılmış. Kimin işi olduğuna yönelik ihtimallerin başında “din-i mübin düşmanı, ihtilal çıkarmak isteyen yabancı güçler” düşünülmüş. Cezayirli Hasan Paşa’nın bu sıralarda gözden düşmesinden dolayı, adamlarına bu işi yaptırdığı da akıldan uzak tutulmamış. Sadrazam Yusuf Paşa ile Şeyhülislam Seyyid Mehmed Kamil Efendi’nin Müslüman olmadıklarına dair iddiaları yanında, sadrazamın yenilikçi olduğundan istenmemesi de metnin enteresan vurgularındandır.
Padişah ilk anda “Bu yalancı, sahte bir bildiridir, kamuoyundan gizlenmesi lazımdır” diye karar vermiş, ama muhtıra sahibinin kimliğinin tespitine yönelik çalışmalara dair sadaret kaymakamına sorular yöneltmişler. Devrin kroniklerinden inceleyebildiklerimizde, bu muhtıradan hiç bahsedilmemesi padişahın, “setr edilmesi, gizlenmesi” talebinin başarıyla yerine getirildiğini gösteriyor olabilir. Kısa süre sonra hayatını kaybedecek olan I. Abdülhamid’in soruşturmayı tamamlattığına, bildirinin fail veya faillerini tespit edip edemediğine dair şimdilik bir bilgi elimize geçmemiştir.
MUHTIRANIN ÇEVRİM YAZISI
Bu kâğıdın sahibi Ocaklı! Görüp işine nizam veresin…
“Sultan Abdülhamid
Bizim takatimiz kalmadı.
Aklın başına gelmiyor. Gördün ki Yusuf Paşa işi göremedi.
Niçin bu ana dek sözüne aldanıp memleketleri kâfire verdin.
Ümmet-i Muhammed’i dağlar başında açlık susuzluktan kırdın.
Senin vezirin, şeyhülislamın, kaymakamın Müslüman değildir.
Sana doğru haber vermiyorlar. Sefer fetih olmaz.
Bundan böyle asker gerek, akçe eriştiremezsin.
Hemen bir gün akdem ortalığı tebdil edip seferin sulhüne mübaşeret edesin, sancağı askeri içeri getiresin.
Vallahi sonra peşiman olursun. Yusuf Paşa işi göremez, zararı sana dokunur.
Yetişir aldandı[ğı]n, yetişir maskaralık eyledi[ği]n.
Mabeyncilerle devlet işi görülmez. Bir Müslüman paşaya mühür veresin.
Sulhün ucuna yapışasın. Vallahi bu seferin sonu çıkmaz.
Sonra işi sana dayarız.
Müceddid veziri, şeyhülislamı istemeyüz.
Ortalığı tebdil edesin.
Ümmet-i Muhammed’e yazık oldu. Nice beri gaflettesin.
Bu kâğıdın sahibi Ocaklı.
Bu kâğıdı sana göstermeyen karısı boş, kendi kâfir.
Görüp işine nizam veresin.
Gün vakit kalmadı.
Bundan aklın başına gelmezse artık biz işimizi görelim”
Türk tarihinin günümüze kalan bu ilk muhtırası Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde sergilenmektedir.