Kasım
sayımız çıktı

Varolmamanın dayanılmaz hafifliği

KURMACA

#5 Sıfır Bey

Konuya doğrudan “Varolmamak istiyorum,” diye girdi Sıfır Bey.

“Bu kolay,” dedim. “Atın kendinizi bir yerden aşağı ya da bileklerinizi falan kesin… Bunun için bana ihtiyacınız yok.”

“Yanlış anladınız,” dedi Sıfır Bey. “Benim istediğim ölmek değil, hiç varolmamış olmak.”

Kabul etmeliyim ki, enteresan bir talepti. “Pekala,” dedim. “Ama biliyorsunuz ki anlaşmamız gereği bana biraz kendinizden söz etmeniz gerekiyor.”

“Anlatacak pek bir şey yok. Kendimi bildim bileli suçluluk duyuyorum. Her şeyin benim yüzümden cereyan ettiğini düşünmek beni mahvediyor.”

“Her şey derken? Savaşlar, cinayetler, kazalar gibi mi?” Sıfır Bey’in problemi hastalıklı bir büyüklük tasavvurundan mı yoksa korkunç bir yalnızlık hissinden mi kaynaklanıyor, anlamaya çalışıyordum.

“Şöyle izah edeyim,” dedi. “Bugün Sıraselviler’de yürürken, bilirsiniz kaldırımları pek dardır, karşıdan gelen bir beyefendi kenara çekilip bana yol verdi. Bu durum bende tarifsiz bir elem yarattı ama daha fazla acıya sebebiyet vermemek için yoluma devam ettim.”

“Bunda bu kadar büyütecek ne var ki?”

“Anlamıyorsunuz!” diye çıkıştı Sıfır Bey tahmin ettiğim, dahası galiba biraz da umduğum gibi. “Her şey, ne kadar ufak, önemsiz görünürse görünsün, bir başka şeye yol açıyor. Sonunun nereye varacağını bilmenin imkanı yok; dünyanın hâline bakarsanız ekseriyetle ortaya pek de hayırlı bir netice çıkmadığı da belli.” Meseleyi biraz daha kurcalamak için ne yapmam gerektiğini düşünmekteydim ki Sıfır Bey ortaya yeni bir muamma atmakta gecikmedi. “Bir de telepati çıktı başımıza!”

“Telepati?”

Başıyla onayladı. “Bir mecmuada okudum. Görünen o ki, insanların zihin gücüyle birbirleriyle irtibat kurabileceğine dair nazariyeler ciddiyet kazanmaktaymış. Ben hayata mümkün mertebe tesir etmemek için evimden çıkmayayım, tuvalete giderken bile iki kere düşüneyim, meğer ki düşüncelerim dahi masum değilmiş.” Ani bir yeisle yüzünü ellerinin arasına gömdü Sıfır Bey. “Ah Şükrü, bağışla beni sevgili kardeşim.”

Varolmamanın dayanılmaz hafifliği

Mühim bir noktaya ulaştığımızı anlamak güç değildi. “Ne yaptınız bu Şükrü Bey’e kuzum?” diye sordum. “Yoksa sofrada tuzluk falan mı uzattınız kendisine?”

“Şükrü benim çocukluk arkadaşımdır,” diye açıkladı. “Sağolsun, elinden geldiğince yanımda oldu. Sık sık arayıp sorar, bir yerlere davet ederdi. Canıma kıyacağımdan endişe duyuyordu sanırım. Ekseriyetle dışarıda bir yerlerde buluşur, sohbet ederdik. Yani daha ziyade o anlatır, ben de müsbet ya da menfi bir ifade takınmamaya çalışarak onu dinlerdim. Bunu yapmak ne kadar güçtür, bir fikriniz var mı? Onaylasan bir türlü, onaylamasan başka türlü. Hiç tepki vermesen, onu da yanlış anlayacak… Her neyse, bir müddet sonra fark ettim ki Şükrü’nün davetlerine sadece Gülizar Hanım’ın da bize eşlik ettiği durumlarda icabet ediyorum.”

“Gülizar Hanım?” diye girdim araya.

“Şükrü’nün eşi,” dedi gizleyemediği bir huşuyla.

“Ona aşık mı oldunuz?”

“Bana hayatı sevdiriyordu,” dedi buz gibi bir sesle. “Korkarım o da bana karşı bir nebze yakınlık yahut şefkat duyuyordu. Sakın yanlış anlamayın, aramızda hiçbir şey yaşanmadı… Yani siz normal insanların düşündüğü anlamda. Ama bir bakış, bir gülümseme, bir düşünce… Artık kendimi öldürmem de bir şeyi değiştirmez. Olan oldu bir kere, hayatları hayatımla lekelendi. Bu noktadan sonra tek çözüm, şu dünyadaki mevcudiyetime dair her tür izin ortadan kalkması… Hiç varolmamış olmak. Anlıyor musunuz beni?”

İsmi yazılı kağıdı önüne koydum. “Şurayı imzalayacaksınız.”

Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz çift Gülizar Hanım ve Şükrü Bey’dir, hemen yanıbaşlarındaki belli belirsiz leke ise Sıfır Bey’den geriye kalan.

Varolmamanın dayanılmaz hafifliği