Başı elinde dimdik dikilen bir gövdeden, Açlık Kulesi’nde çocuklarını yemek zorunda kalan babaya uzanan dehşet verici dizeler… Ölmüş ama ölememişlerin çektiği azaplar… Günahkarlık tipolojisinin iz bırakan tariflerini veren Dante’nin dizeleri, “Cehennem Kapısı”nın arkasına geçmeden önü güç okunur cinsten. Acılarla yoğrulmuş bir kültür tarihi.
Rehberi Vergilius’la cehennemde yılgı verici görüntülerle karşılaşan Dante, İlâhi Komedya’nın 28. Şarkı’sında (118 →) bunlardan birini betimliyor:
“Bu acıklı kalabalığın içinde,
ötekiler gibi yürüyen başsız bir gövde
gördüm, hâlâ da görür gibiyim gerçekten.
Kesik başını saçlarından tutuyordu,
bir fener gibi elinde sallıyordu:
bize bakıyor ‘yazıklar olsun!’ diyordu.
Kendi kendini aydınlatıyordu;
bir bedende iki, iki bedende tekti,
nasıl olabildiğini ancak yaradan bilirdi.
Köprünün tam ayağına geldiğinde
eliyle başı havaya kaldırdı
sözleri daha iyi duyulsun diye
dedi ki: “Sen ki ölüleri görmeye
gelmişsin canlı canlı;
bak bakalım benden çok acı çeken var mı”.
Başı elinde dimdik dikilen gövdenin, şanlı trubadur Bertran de Born’a ait olduğunu söyler Alieghieri, ki kaynaklarda böyle bir vakaya rastlanmıyor; tersine yaşlılığında keşiş hayatını seçtiği belirtiliyor. Ortaçağ kültür tarihçilerinden Gérard Goiran, “Bertran de Born-Şiddetin Trubaduru” başlıklı incelemesinde, beyimizin savaşırken gözünü kırpmadan kelle alan cinsinden bir kahraman olmasının, bu şekilde algılanmasına yolaçtığı görüşünü savunuyor.
Trubadurun hikayesi, genç Ezra Pound’un iki ayrı şiirinde karşımıza çıkıyor; “Na Audiart”ta ozanın bir aşk şarkısından yola çıkıyor; ama asıl rolü ona “Sestina: Altaforte”de veriyor. İçinden kılıç sesleri fışkıran bir şiir! Bu ilgide şaşırtıcı bir yan yok: Ezra Pound o dönemde kafayı Oksitanya dili, şiiri, kültürüyle bozmuş, trubadurların evrenine nüfuz etmişti.
Bertran de Born, dolaylı yoldan, Paul Auster’in romanı Görünmeyen’de de dolaşır.
Dante’nin etkisi hangi ölçüde belirgindir üzerilerinde?
Gustave Doré’nin ürpertici gravürünü görmemiş olabilirler mi?
Bir yamyamlık hikayesi…
Dante’nin Cehennem’inde iyice dehşet verici bir sahne 33. Şarkı’da belirir: Kont Ugolino bir düşmanıyla “ilgi”lenmektedir:
“Günahkâr, o iğrenç yemekten başı
kaldırdı, ensesinden kemirdiği
kellenin saçlarıyla sildi ağzını”.
Şarkı, bu şamar etkisi doğuran parçayla açılır; kontun ve çocuklarının kapatıldıkları Açlık Kulesi’nde aç bırakılmalarının öyküsüyle devam eder: Sonunda, çocukları babalarına kendilerini yiyerek hayatta kalmasını istemeye vardırırlar işi; kont çocuklarını yemek için ölmelerini bekleyecektir!
“Baba bizi yersen, acımız azalır,
bu bedeni sen vermiştin bize,
geri al şimdi” dediler.
(…)
tanık oldum üçünün de peşpeşe ölümüne,
beşinci günle altıncı gün içinde;
körelmişti gözlerim, her birini elledim,
ölümlerinin ardından iki gün onlara seslendim.
Acının yapamadığını açlık başardı sonunda”
diyen Ugolino Kontu kelleyi kemirmeyi sürdürür -mitologyanın Satürn’üne komşu bir gotik yazgıyı taşımıştır Dante İlâhi Komedya’sına.
… ve bir kaşıntı hikayesi
Okuma ediminin en dramatik özelliği, okuduklarımızın bir bölüğünü aradan zaman geçince unutuyor olmamızdır. Belleğimiz kendi kendine siliyor mu içinde birikenleri? Onları erişilmesi güç derin tabakalarına doğru mu itiyor? Kadim çağlarda işi bitti (?!) diye bakılarak papirüsten silinerek yerine yeni metin yazılan (palimpsest) elyazmalarının tekniğini mi benimsiyor zihnimiz?
Ugolino Kontu’yla ilgili bölüme “Açlık” temalı bir yazı yazma amacıyla dönmüştüm Commedia’da; ancak birkaç yıl önce kağıda düştüğüm “Kaşıntı” başlıklı denememde Dante’nin üzerinde durduğu cehennemî bir ayrıntıdan, varlığını anımsayamadığım (sildiğim?) için sözetmediğimi şaşkınlık, üzüntü ve -kendime yönelik- kızgınlıkla farkettim:
“Oturan iki kişi gördüm, ısınsın diye yanyana
konan iki kap gibi birbirlerine yaslanmışlardı,
tepeden tırnağa kabuk bağlamışlardı;
efendi bekleyen hiçbir uşak,
ya da uykusu kaçan hiç kimse kaşağıyı,
büyük bir öfkeyle kendilerini kaşıyan
ama kaşıntılarını yatıştıramayan
bu iki ruhtan
daha hızlı kollamazdı;
sazanın yada daha büyük bir balığın pullarını
nasıl kazırsa bıçak, onlar da yaraların kabuklarını
tırnaklarıyla öyle kopartıyorlardı”.
Commedia’nın “Cehennem” kitabının 29. Şarkı’sından yaptığım bu alıntı (73-84), Dante’nin hayalgücünün acımasız cephesine ışık tutuyor. “Günahkar” tipolojisinin uç örnekleri arasında yeralıyor “kaşıntının yatıştırılamaması”.
Kaşı(n)mak fiil(ler)i üzerinde düşünürken, yalnızca zevk/ keyif tarafına yoğunlaşmak güdük yaklaşım. Kaşıntı, kimi deri hastalıklarında, zıt kutupta bir acı kaynağı olur. Zambaco Paşa İstanbul cüzzamlıları arasında kaşınma dinmediği için elleri bağlananlardan sözeder, Voyage chez Les Lépreux başlıklı kitabında. Gerçekten de cehennem azabıdır ölesiye kaşınmak.
Bütün bir yılı Dante okuyarak geçirmiş Rodin. “Cehennem Kapısı”nın arkasına geçmeden önü güç okunur.