Ahmed Cevad Paşa’nın 1882’de düştüğü kayıt, Yeniçerilerin sakal bırakmalarının külliyen yasak olduğunu bildirir. Konuyla ilgili en meşhur malumat bu olsa da, 16. ve 18. yüzyıllarda çizilen minyatürler, Yeniçerilerin sakallı olma durumlarının koşul ve istisnaları üzerinde biraz durmayı gerektiriyor.
Genelde İslâm’da sakalın tamamıyla tıraş edilmesi hoş karşılanmaz. Sakalın doğasına uygun olarak uzatılıp uygun biçimde kısaltılması peygamberin davranışları arasında zikredilir. Tıraş olmak kimi zaman uzlete çekilmenin, yas tutmanın, bir tarikata katılmanın, hacı olmanın ve yeni bir hayata başlamanın göstergesidir; bazen de kabahatli erkeklerin ceza olsun diye sakalları kesilir. Nitekim Âşıkpaşazâde 1481’de tamamladığı tarihinde, eski sanatlı tarakları ve heybetli sakalları özlemle yâdederken sakal kesmenin önceleri padişahlar tarafından verilen bir ceza olduğunu anımsatır; onun devrindeki yeniyetmelerse Avrupalılardan gördükleri “sakal kırma âdeti”ni benimsemiştir.
Yeniçeriler konusunda Türkiye’deki ilk monografi olma özelliği taşıyan Ahmed Cevad Paşa’nın 1882 tarihli Târîh-i Askerî-i Osmânî adlı eserinde, “Yeniçerilerin sakal salıvermemeleri”nin ocağın 10. Kanunu olduğu yazılıdır. Ancak 1582 ve 1720 şenlik kitaplarında -pek çok bıyıklı olanın yanısıra- sakallı Yeniçeriler de bize göz kırpar.
Minyatürleri arşiv de destekliyor. 21 Ağustos 1593 tarihli divan-ı hümayun tutanağı, Batum civarında bir mahkemeyi basan Suhte Mustafa adlı bir kişinin bir Yeniçerinin sakalını yolduğunu bildirir. 1718-19 tarihli Galata Şeriyye Sicilleri’nde bulunan Ahmed Beşe b. Ali b. Abdullah adlı Yeniçerinin terekesinden bir incili tarak çıkmıştır ki onun sakallı olma ihtimalini akla getirir. Muhtemelen Ahmed Beşe de birçok Yeniçeri gibi börk altında terlemesin diye saçlarını kazıtıyor, belki perçem bırakıyor, incili tarağı ise esasen sakalını taramak için kullanıyordu. 5 Şubat 1733 tarihli Karaman Ereğlisi kadısı ve ocak ağalarına yazılan bir hükümde, seferden kaytarmak isteyen Yeniçerilerin yeşil sarık sarınıp sakal bıraktıkları söyleniyor ve görüldükleri yerde cezalandırılmaları buyuruluyordu. Demek ki Yeniçeriler için sakal bırakmanın bir sınırı vardı.
Bu husustaki ayrıntıları anlamak için imdadımıza 1606’da isimsiz bir Yeniçeri korucusu tarafından yazılan Kavânîn-i Yeniçeriyân yetişiyor. Kitaba göre kapuya çıkan, yani resmen acemi ocağından Yeniçeriliğe atanan çömezler bir süre odalarda kara kullukçu, pabuççu, kandilci vs. olarak çalıştıktan sonra “eski” sıfatı kazanıyor; bir törenle başlarına sarık sarınıp sakal bırakmalarına izin veriliyordu. Anlaşılan o ki sakal rütbenin simgesiydi ve minyatürlerde gördüğümüz sakallı Yeniçeriler bu kıdemli Yeniçerilerdi. Bu sakalların hastalığa sebep olmaması için kısaltılması ve âlimlerle ahirete odaklanmış kişilerinki gibi bağıra kadar sarkmaması önemli bir noktaydı.