1770’te vefat eden Hâkim Efendi’nin kaleme aldığı elyazması eser, tarihçiler arasında Hâkim Târihi olarak biliniyor. Elimizdeki 30 Ekim 1757 – 2 Haziran 1759 arasını kapsayan yazma, bu kısa döneme dair pek çok ilginç habere yer veriyor. Kültürümüze oldukça yüklü, yalın anlatımlı bir derleme bırakan Hâkim Efendi’nin eseri, 3. Mustafa’nın 1759’da doğan ilk çocuğu Hibetullah Sultan’ın doğum haberinin ve düzenlenen şenliklerin anlatıldığı tarih kaynaklarından.
Vak’anüvis tarihleri sıralamasında, Târih-i-Vakâ’i/Vekayi-nâme Hâkim diye bilinen; tarihçilerin Hâkim Târihi dedikleri eserin yazarıSeyyid Mehmed Hâkim(öl. 1770) döneminin aydın yazmanlarından şair ve müverrih (tarihçi) imiş. Basılmamış olan eseri, Osmanlı tarihinin 1752-1767 arası 15 yıllık evresinden olay ve haberler içerir. Elimizdeki yazma nüsha Hâkim Târihi’nin 2. cildi, Hicrî 12 Rebiülevvel 1171 – 4 Şevval 1172 (30 Ekim 1757 – 2 Haziran 1759) tarihine kadar 1 yıl, 5 ay, 2 günlük bölümünü içermektedir.
Sonuncu yaprağı (139. Yaprak-b sayfası), Silahdar-ı şehriyarî Hamza Paşa’nın vezirlik verilerek 2 Haziran 1759’da Mora Eyaleti valiliğine atandığı haberiyle bitiyorsa da cümle bağlanmamıştır. 1990’larda sahaftan, karton bir gömlek içinde aldığımda, formalar dağınık, fakat varak numaraları sıralıydı. Son yapraktaki yıpranmışlık, uzunca bir zaman bu durumda korunduğunu belgeliyordu. Son cümle yarım bırakıldığına göre, doğal ki istinsah kaydı da yazılmamıştı. Bu hâliyle ciltletildi. Elimizdeki bu nüsha, kâtip ve tezkireci olan Hâkim Efendi’nin kendi hattıyla yazdığı eserin 2. cildinin parçasıdır.
Kataloglarda Hâkim Târihi’nin daha kapsamlı elyazmalarından 1 nüsha Topkapı Sarayı Müzesi, diğer 2’si Berlin Devlet ve Upsala Üniversitesi kütüphanelerindedir (F. E. Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Katalogu, c: 1, s: 302, 942 (B 231, İstanbul 1961); F. Babinger, Osmanlı Tarihi, çev.: Coşkun Üçok, Mersin 1992, s: 327-9). Tanıttığımız da dikkate alındığında Türkiye’de 2, Avrupa’da da 2 olmak üzere nüsha sayısı 4’tür. Matbaanın kurulduğu 1727’den sonra yazılmasına karşın, ne 18. yüzyılda ne daha sonra basılmamıştır.
Hâkim Târihi’nin asıl bahtsızlığı, Tarihçi Vâsıf’ın (öl.1806) kendi tarihini bu yapıttan intihallerle (aşırmalarla) yazması; diğer yandan da Hâkim Efendi’yi sıklıkla eleştirmesidir! Yani hem çal hem söv! Bu yakışıksız duruma bir tarihçi bakışıyla içerleyen (merhum) Bekir Kütükoğlu, Vâsıf Târihi’ni, Hâkim Târihi ile satır satır karşılaştırmalarla aşırmaları saptamış, uzun bir eleştiri yazmıştır.
Yapıtında, içerdiği kısa döneme dair ilginç pek çok habere, olaya, diplomatik geliş-gidişlere yer açan Hâkim Efendi, kültürümüze oldukça yüklü, yalın anlatımlı bir tarih derlemesi bırakmıştır. Ancak bu yazmanın daha önemli bir özelliği vardır. Osmanlı hanedanının saray geleneklerinden biri, şehzade ve sultanefendi (padişah kızı) doğumlarında yapılan veladet (doğum) şenlikleri ve bunları anlatan manzum mensur velâdetnâmelerdi. 1. Mahmud sonra 3. Osman’ın eşleri doğurmadıklarından, 3. Mustafa’nın 1759’da doğan ilk çocuğu Hibetullah Sultan, hanedanın geleceği için müjde sayılmış; 10 gün boyunca şenlik ve şehrâyin düzenlenmiş; ozanlar, yazarlar velâdetnâmeler yazmışlardı. Hâkim Târihi bu doğum haberinin ve düzenlenen şenliklerin anlatıldığı tarih kaynaklarındandır.
Dönemine göre kolay anlaşılır bir Türkçeyle yazılmış kitapta, daha pek çok olay ve habere yer verilmiştir. 18×31 cm boyutunda, 140 yapraktır. 280 sayfa, sarımtırak filigranlı Avrupa kağıdına kırmız cetvelli sayfalara yazılmıştır.
BEKİR KÜTÜKOĞLU’NUN ÇALIŞMASI
Tarihçi Vâsıf’ın intihali nasıl anlaşıldı?
Tarihçi (merhum) Bekir Kütükoğlu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi’nin 8. (Eylül 1953), 9. (Mart 1954) ve 10. (Eylül 1954) sayılarında yer alan üç tefrikada toplam 64 sayfalık makalesinde, olanca dikkati ve titizliğiyle bir eleştiri makalesi yazarak şu hükme varmıştı: “Vâsıf’ın tek kaynağı Hâkim Târihi’dir”. Vâsıf, Hâkim’in eserinden intihal yaparken bununla da kalmamış, “Hâkim Târihi kamu görevlilerinin azl ü nasbından (atılıp atanmalarından) ibarettir” diyerek bir de iftirada bulunmuş. Oysa Hâkim Efendi, bu yazıda verdiğimiz örnekler gibi daha onlarca ilginç konuyu işlemiş bulunuyor. Belki Vâsıf, kendi uydurduklarını dikkatli okuyucular farkederlerse, kusuru Hâkim’e yüklesinler diye düşünmüş olabilir.
Kütükoğlu, üç uzun makalesinde sayfalar dolusu aşırma örneği veriyor. Günümüzde de bilim çevrelerinde intihal olayları yaşanıyor elbette. Merhum Kütükoğlu belki “bu kadar da olmaz” diyerek önemli bir intihal örneği bırakmış tarih yazarlarına.
HÂKİM TÂRİHİ’NDEN OKUMALAR
3. Ahmed’in ‘yargısız infaz’ı ve içki yasakları
“Merhum Eski Sultan Ahmed Han (3. Ahmed),bir Cuma Alayı’nda namazı hazret-i Halid Ensarî’de (Eyüp) eda edip Karaağaç’a avdet buyurdu. Sonra, tebdilen (tanınmaz giysilerle) yine Eyüp’te, İdris Köşkü’ne döndü. Biraz dinlenip bu kez Mevlevî şeyhi giysisiyle Eyüp’e inip halka karıştı ve yine İdris Köşkü’ne doğru yola koyuldu. Bir bî-edep ve laübâli kişi eteğinin altında bir desti hamr (şarap), arkasında da bir avret, birbirini kollayıp anlaştıkları yere giderlerken uyanık padişah şarap kokusunu alıp kadının da herife yaklaşarak gittiğini, bunların zâni ve zâniye (zina yapan erkek ve kadın), tavırlarının acayipliğine de tanık olup kesin bilerek -cellada- işaret buyurup herifi katlettirdi. Şarabını üzerine döküp destisini de üzerine koydu. “Kırık”(fahişe) kadını zindana gönderdi. Bunu gören halk şaşıp “Eyyub-ı Ensarî gibi mübarek mahalde ve Cuma gününde böyle rezalete cesaret edenler gerekli cezasını buldu” diyerek dua ettiler (Sayfa 22/b-23/a “Nakl-i ‘acibe)”
Buraya bir not ekleyelim: Padişah, bu karakuşî cezayı o anki görgü ve kanısı gereği, kadıya da danışmadan nasıl verebilmiş? İkilinin ne zinasına ne şarap içtiklerine tanık olmamış. Sorgulama da yok! Belki karı-koca idiler. Adamı izleyen kadın, belki kızı, kız kardeşi, tanımadığı bir kadın; neden olmasın? İçki yasağı nedeniyle satacağı içkiyi, eteğinin altına saklamış olamaz mı? Diyelim, kadın “kırık”mış: Onu da mesirede pazarlayacaktı. Ancak henüz ne içki içildi veya satıldı ne ilişki gerçekleşti. Destiyle şarap götürmek suçsa, cezası oracıkta baş uçurmak mı olmalıydı? Anlaşılıyor ki padişah şer’i ve siyasi gerekçeden yoksun, salt görenleri korkutmak için keyfi bir infazı gerekli görmüş… Sözkonusu padişah 3. Ahmed’in hareminde cariye kökenli kadın ve ikbal sanlı 20’den fazla eşi, sırada bekleyen cariyeleri de vardı. “Çırağan eğlencelerine düşkünlüğünü tarihler yazsa da içer miydi?” sorusuna yanıt olacak bir bilgi ise yoktur.
Kadınlar çıkmasın meyhaneler çivilensin
“Önceleri tâife-i nisvan (kadınlar), şehriâyin (donanma) günlerinde ve diğer günlerde de çarşıya pazara, taşralarda mesirelere çıkarlar, gezip dolaşırlardı. Bunlar yasaklanmıştır. Mahalle imamlarına ve zabitâna tenbih-i ekid ( kesin buyruktur), “kadınlar evlerinizde kalın” diye öğütlenecektir. Gerçi Allah saklasın şehriâyinde çarşı ve pazarda ve mesirelerde bir kadın görülmek lâzım gelirse, aman verilmeden haklarından gelineceğini muhakkak bileler. Meyhanelerin külliyetli olduğu yerlerde de kapıları çivilenerek ayyaşlar güruhu ve Bektaşiler, kilitli meyhane kapılarının önlerinde (Arapça) “Ey kapıları açan (Allah) bize de kapıları aç!” duasını okuyup dursunlar! Şarap çeşitlerinin alım ve satımı, gerek bir sarhoş bile olsa aman verilmeden cezalandırılacağı cümle zabitana bildirilip tenbih edilecektir. Gerçi şehriâyin günlerinde bir mahalde bir avret görülmedi ve bir sarhoş kimse yakalanmadı ve şarabın bir damlasına bir altın verilse ilaç niyetine de olsa bir kadehte bulaşığına dahi rastlanmadı. Yine de dikkatli olunmalı (Sayfa 111/b-112/a: Hat t-ı Hümayun)”