Kasım
sayımız çıktı

Zamana direnen mimari: İSTANBUL’UN TAŞ ODALARI

Eski İstanbulluların yaşadıkları evler ve konaklar bugün çok büyük oranda yokolmuş durumda. Çoğu ahşap bu yapılar ya yangınlarda kül olmuş ya da eskiyerek çöküp gitmiş. Aklımızın başımıza gelmesi ise 18. yüzyılı bulmuş. Bu tarihten sonra evlerin bazı bölümleri kagir olarak inşa edilmeye başlanmış. Son günlerde İBB’nin restorasyon çalışmalarıyla hatırlanan taş odalarda bir gezinti…

İstanbul sokaklarında yapılan gezilerde daha çok kamusal yapılar, ibadetha­neler ziyaret edilir. Tanzimat’tan önce inşa edilmiş evlerin, konakların neredeyse hepsi zaman içinde kaybolmuştur. Bazen ahşap malzemeyle inşa edildiklerinden sık sık çıkan İstanbul yangınlarında, bazense zamanın etkisine yenik düşerek… Ancak 18. yüzyıldan sonra, yapıların bazı kısım­ları kagir olarak inşa edilmeye başlandı. Evlerin hamamları, çamaşırhaneleri, sarnıç, mahzen ve depo birimleri muhtemelen yan­gınlara karşı kagir olarak tasarlandı. Ahşap bölümler yokolsa bile bu kagir bölümler günümüze kalabildi.

19. yüzyılda bu mekanlar normal konutlar gibi kullanılmıştı. Taş odaların büyük oranda korunduğu Fener semtindeki yapılar, bazı araştırmacılar ve meraklılar tarafından Bizans evleri olarak tanıtılmıştır; ancak ço­ğunlukla Haliç surlarının dışında dolgu alan­larda bulunan bu anıtlar 18. ve 19. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen anıtlardır. Bazıları Eflak ve Boğdan beylerinin İstanbul’daki temsilcilerinin konutlarıyla ilgili olabilir. “Fenerli Beyler” olarak anılan Rum kökenli Osmanlı yöneticilerinin de bu bölgede büyük konutları vardı. Bazı yapılar geçmişte meşhur olan sahiplerinin adlarıyla anılırlar; ancak çoğu isimsizdir. Çoğunun kesin inşa tarihini ve fonksiyonunu belirlemek de güç­tür. Benzer örnekler Zeyrek, Süleymaniye, Fatih, Galata, Kumkapı ve Boğaz köylerinde de vardır. Fener semtindeki yapıların çoğu, sahilde oluşan yolun iki yanındadır. Bu yol çevresindekiler zeminin zamanla yükselme­si ile 1 ya da 1.5 metre kadar yol seviyesinin altında kalmıştır. Son aylarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Varlıkları Pro­jeler Müdürlüğü tarafından restore edilen bu yapıların korunması ve kullanılması kent tarihi açısından oldukça önemlidir.

(Taşodalar ile ilgili daha geniş bilgi için Safiye İrem Dizdar’ın “Osmanlı Sivil Mimarlığında İstanbul’daki Taş Odalar ve Fener Evleri” isimli tezine bakılabilir).

CİBALİKAPI KARŞISINDAKİ TAŞ ODA

Ceneviz değil 18. yüzyıl Osmanlı yapısı

Bazı yayınlarda Ceneviz yapısı olarak tanımlanan bina, aslında 18. yüzyıl Osmanlı sivil mimarisi­nin güzel bir örneğidir. Dikdörtgen şeklindeki yapının iki kısa cephe­si Abdülezelpaşa Caddesi’ne bakar. Taş kaplamalı ana cephesi birinci katta taş konsollar üzerinde dışa­rıya yarım yuvarlak şeklinde taşar. Diğer cepheleri, moloztaş ve tuğla ile örülmüştür. Haliç’e bakan cephe ise kare kesitli payelere oturan üç yuvarlak kemerlidir. Bu cephenin önünde ona bitişen, bugüne ulaşa­mamış ahşap birimler olduğu tah­min edilebilir.

MÜSTANTİK CADDESİ TAŞ ODASI

Önce konak, sonra fabrika ve antikacı

Sahile uzak bu taş oda, herhalde büyük bir kona­ğın parçası olmalıdır. 3 katlı taş odanın parka ba­kan cephesinde kitabeli bir çeşme vardır. İkinci katta bugün boşluğa açılan kapılar bu yönde yapıya bitişik ahşap birimlerin varlığını açıklar. Taş odanın alt kat­ları mahzen, üst katı ise konağın bir parçası olarak kullanılmış olmalıdır. Sonradan konağın arazisinde bir cam fabrikası açılmış, taş oda da onun bir parçası olmuştur. Bugün bir eskici/antikacı tarafından kulla­nılmaktadır.

AYA NİKOLA RUM ORTODOKS KİLİSESİ TAŞ ODASI

Osmanlı dönemi Hıristiyan mimarisi

Bu 2 katlı yapı bugün Abdülezelpaşa Cadde­si’nin yükselmesiyle kısmen gömülmüştür. Cephesin­de Aziz Haralambos Ayaz­ması’nın Rumca kitabesi vardır. Yapının arkasındaki ayazmanın kilise avlusuna girilmeden ziyaret edilmesi için buraya da bir kapı açıl­mıştır. Üst kat taş konsollar ile dışarı doğru çıkmıştır. Bu bölüm taşodanın büyük salonudur. İçeride iki zarif sütuna oturan kemerli kur­gu ve duvarlar, muhtemelen zengin süslemelere sahipti. Bugün varaklı olan kabart­ma süslemelerin, 18. yüzyı­lın sonlarına ait olduğu tah­min ediliyor. Taş odanın da aynı dönemde inşa edildiği düşünülebilir. Sivri kemer­li pencereleri, çatı seviye­sindeki kirpi saçak hattı ile Osmanlı dönemi Hıristiyan mimarisinin güzel bir ör­neğidir. Cibali-Ayakapı ara­sında bulunan bir kilisenin ek yapısı olan bu birim, aynı zamanda Balkan tarihi açı­sında da önemlidir. Yapının üst salonu 19. yüzyılın baş­larında Mora isyanına des­tek veren İstanbulluların toplantı yeri olarak bilinir. Hatta bu isyanın finansma­nında kullanılan demir kasa halen yapının duvarındadır.

PETRİKAPI TAŞ ODASI

Bitişiğindeki Bizans kulesi satılık!

Haliç surları üzerinde Petrikapı olarak bilinen ve bugüne ulaş­mayan kapının hemen yanında sur­ların önündeki taş oda küçük bir parsele yerleşmiştir. Doğu yönünde İmparator Herakleios tarafından 7. yüzyılda inşa edilmiş bir kuleye yaslanır. Osmanlı ve Bizans devri duvar tekniklerinin farklarını gör­mek isteyenler bu yapıları ziyaret edebilir. 19. yüzyılın başlarında in­şa edilen yapı, muhtemelen yanın­daki veya arkadaki surlar üzerinde bulunan ahşap yapılarla bağlantı­lıydı. Bağlantıları yokolan yapı, za­manla farklı amaçlarla kullanılmış; ara katları çökmüş ve terkedilmiş­ken projeler hazırlanmış ve İBB ta­rafından restore edilmeye başlan­mıştır. Neredeyse 1.300 yaşındaki Bizans kulesi ise şahıs malıdır ve satılıktır.

KADIN ESERLERİ KÜTÜPHANESİ VE BİLGİ MERKEZİ

Türkiye’nin tek kadın arşiv-kütüphanesi

İki bölümlü taş oda, Haliç kıyı­sındaki sanayi tesisleri yıkılır­ken kültür varlığı olarak koruma altına alınmıştır. Çevresindeki yapılar yıkıldığı için, Haliç kıyı­sındaki uçsuz bucaksız parkın içinde kalmıştır. 1988’de resto­re edilen yapı, bugün İBB ve Ka­dın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı tarafından kulla­nılmaktadır. Vakıf 1990’da ku­rulmuştu. İçinde 48 ayrı koleksi­yondan, 14 binin üzerinde kitap, 469 süreli yayın, 8.000’den fazla efemera koleksiyonu korunuyor. Türkiye’nin kadın merkezli ilk ve tek arşiv-kütüphanesi olan bu ya­pıda özellikle “Kadın Yazarlar” ve “Kadın Sanatçılar” başlıklı kolek­siyonlar önemlidir.

HALİÇ TAŞODALAR

Restorasyon öncesi görülemiyordu

Haliç sahilinde parklar arasında kalan iki taş oda, bağlantılı bir yapının parçası olmalıdır. İki kat­lı yapıların etrafındaki ahşap birim­ler yokolunca bazı betonarme binalar arasında kalmış; 1980’lerde modern ekler yıkılınca da park içinde bağım­sız birimler haline gelmiştir. Yapının ikinci katlarına bitişiğindeki ahşap binalardan girildiği için alttan bağ­lantı yolu yoktur. Bugün ikinci katta­ki kapılara eski görünümlü modern merdivenlerle ulaşılmaktadır. Taş odalar Haliç kıyısındaki tarihî yol hattı olan Abdülezelpaşa Caddesi’ne bitişiktir. Bu caddenin kent tarafında ise İmparator Theophilos Kulesi var­dır. Taş odalar son kullanıcısının on­lara verdiği isimle “Camhane” olarak da tanınmaktadır. Bu son kullanım sırasında, çok az ziyaret edilebilen yapıların etrafındaki geniş park alanı modern çitlerle kapatılarak taş odala­rın görünmesi bile engellenmişti. Son günlerde bu taş oda da İBB tarafından restorasyona alınmıştır.

DİMİTRİ KANTEMİR EVİ

Asi Boğdan Beyi’nin eski sarayıydı

Fener’deki taş odala­rın en çarpıcısı Ku­düs Patrikhanesi’nin üstünde, Eflak Sara­yı yakınlarında teraslar üzerine yerleşen yapı­lardır. Bunların meş­hur Boğdan Beyi Dimitri Kantemir’in (1673-1723) sarayının kalıntıları ol­duğu kabul edilir. Kan­temir 1687’de İstanbul’a gelir; 1710 dolaylarına kadar İstanbul’da ka­lır. Ülkesine bey olarak döndüğünde isyan eder ve uzun olaylar sonun­da Rusya’ya kaçar. İs­tanbul’daki evi, Boğdan beylerince kullanılmaya devam eder. Yine ahşap yapılarla çevrelenen taş odalardan oluşan bu yapı da asıl ahşap birimlerin yokolmasıyla inşa edildi­ği konsepti kaybetmiştir. Merdivenlerle ulaşılan bu odaların sonunda bir birim, kütüphane olarak düzenlenmiştir. Bugün yapı kalıntılarının bir kısmı kafe ve Fatih Be­lediyesi’ne ait bir müze olarak kullanılıyor.

TUR-U SİNA MANASTIRI METHOKİONU

İstanbul’un en görkemlisi, bugün harap

Burası Fener semtinde, hatta genel olarak İs­tanbul’da günümüze ulaşan en görkemli taş odadır. Mı­sır’da Sina yarımadasında bulunan Azize Katherina Manastırı’nın İstanbul tem­silciliğinin büyük bir kilise, ayazma, kütüphane ve met­hokion/misafirhaneden olu­şan bu yapıları, bugün çok harap haldedir. Misafirha­ne dev bir taş odadır. İçeri­si çok zengin, taş, sutuk ve kalem işleriyle bezenmiş­tir. Altta mahzenler üzerin­de yükselen ana salon, bü­yük bir yaşmakla taçlanmış ocağı ile dikkati çeker. Sa­lon adeta bir saray mekanı­dır. Vakıflar Genel Müdür­lüğü’nün korumasında olan yapı, bugün maalesef çok kötü durumdadır.