Sultan II. Abdülhamid’in 33 yıl süren saltanatı boyunca, yerli ve yabancı mucitlerin çeşitli icatlarını Yıldız Sarayı’na bildirerek padişahtan ödül kazanmak için yarıştıkları, günümüze kalan arşiv belgeleriyle sabittir. Bunların az bir kısmı nişanlarla, para ödülleriyle teşvik edilmiştir. İcat olduğu iddia edilen nesnelerin çoğu işe yaramaz, tehlikeli veya Batı teknolojisi ürünlerinden kopya olduğu için dikkate alınmamıştır. Bazı mucitlerin de başına gelmeyen kalmamıştır. Edhem Efendi, işte bunların en şanssızıdır.
Sultan Aziz ve II. Abdülhamid devirlerinde yaşayan, teknoloji dünyamızın en ilginç mucitlerinden birini tanıtarak, başına gelen olayları bir yazıyla olsun toplumumuza anlatarak vefa borcumuzu yerine getirmek istiyoruz. Hakkında neredeyse hiç bilgi bulunmayan Salacaklı İbrahim Edhem Efendi’nin adı, sadece Ahmet Yüksel’in Belleten‘in 274. sayısında yayımlanan “Mucit ve Devlet” makalesinde bir cümlede geçer.
Mucidimiz bilhassa ateşli silahlar, barut ve telgraf üzerine yoğunlaştırdığı çalışmalarını Sultan II. Abdülhamid’e sunma becerisini gösterebilmiş, mükafat olarak maddiyatla birlikte Tophane-i Amire Fabrikası’nda iş bulabilmeyi de umut etmiş ama şansı yaver gitmemiştir. Edhem Efendi’nin kötü talihi, Abdülaziz’in feci ölümünün tesirinden kurtulamayan ve evhamı had safhada olan Sultan II. Abdülhamid’in saltanatının ilk yıllarına rastlamasıyla ivme kazanmıştır. Aslında teknolojiye meraklı olan, dünyanın neresinde olursa olsun tıbbî, sınâî buluşlar hakkında bilgi toplayan bir padişahın, en azından bu hadisede etrafındaki vezirler, hukukçular tarafından nasıl yanlış yönlendirildiğini, resmen ürkütüldüğünü görmek de mümkündür.
Edhem Efendi, ulaşabildiği Müşir Gazi Osman Paşa, Şeyh Ebulhüda’nın kardeşi Hamza gibi devrin kudretli adamları sayesinde saraya davet edilir. Kendi icadı olduğunu söyleyip “baston tüfek” adını verdiği bir silahı Yıldız Sarayı Çit Kasrı’nın önünde bizzat Sultan II. Abdülhamid denemiş ve atış yapmıştır. Başarılı atışın ardından Edhem Efendi, refakatine verilen bir memurla Tophane-i Amire’ye gönderilir. Burada istihdam edileceği beklentisiyle sevince boğulan Edhem Efendi, Tophane’de fabrika tezgahı başına geçmeyi umarken zindana kapatılmış ve iki ay gözaltında tutulduktan ve çeşitli sorgulardan geçirildikten sonra mahkemeye çıkarılmıştır.
Mahkemede beraat etmiş ne var ki beraat kararını hiçe sayan Adliye Nazırı Cevdet Paşa’nın kendisini bu sefer Divan-ı Harp’e sevketmesiyle yeniden zindan hayatı başlamıştır. Tekrar kapatıldığı zindanda günlerce tutulduktan sonra Divan-ı Harp’te de suçsuz bulunmuş, ne yazık ki tamamen niyet okumaya dayalı adaletsiz bir yorumla Sadrazam Said Paşa tarafından Konya’ya sürgün edilmesi için II. Abdülhamid’in onayı istenmiştir. İlginç olansa, II. Abdülhamid’in nazırların ve sadrazamının böylesine adaletsiz kararına direnmiş olmasıdır. Padişah sürgün kararının gözden geçirilmesini, öncelikle Ceza Kanunu’nda yer almayan barut gibi patlayıcı ve yanıcı kimyevi maddelerle uğraşanlara dair bir düzenlemeye gidilmesini istemiştir. Abdülhamid ayrıca İbrahim Edhem Efendi’nin çok düşük olan emekli maaşına zam yapılmasını da önererek merhametli bir hükümdar tavrı gösterir. Buna rağmen evhamını arttıranların yanındaki devlet adamları olduğu iddiasını doğrularcasına, bir süre sonra İbrahim Edhem Efendi ailesiyle birlikte Trablusgarp’a yani kültürümüzde yaşadığı ismiyle “Fizan’a” sürülmekten kurtulamamıştır.
Bu sorgulama süresince kendinin ve çevresinden gözaltına alınanların verdiği ifadelerin yer aldığı, çok renkli tasvirler ve enteresan hikâyeler barındıran tutanaklarla Edhem Efendi’nin mektupları, yazımızın ana kaynağı durumundadır.
İbrahim Edhem Efendi, 1254 (1838-39) Üsküdar Sinan Paşa Mahallesi doğumludur. Babası, Erbaa Mutasarrıfı olarak tanınmış mirimirandan Kastamonulu Hacı Ahmed Paşa’dır; 11 Ramazan 1274’de (25 Nisan 1858) vefat ederek Aziz Mahmud Hüdai haziresine defnedilmiştir. Şeyhler Mezarlığı’nın üst tarafındaki bölümde medfundur.
Salacak’ta babasından kalan yalının bir tarafında kendisi, diğer tarafında da Büyükdere’de emlak memuru olan kardeşi Hüsnü Bey oturur. Babasının konumunun sağladığı imkânlarla ilgili olsa gerek, diğer kardeşleri de devlet memurudur. Kardeşlerinden Salim Bey Telgrafhane’de kâtip, Hasan Bey de Demirci Kazası’nda kaymakamdır.
Edhem Efendi, Bahriye Mektebi’nde dört yıl okuyup, Arapça, Farsça, Gülistan, Rika yazısı gibi mutad müfredattan dersler görmüştür ama okulu bitiremeden 11 yaşında ayrılır. Necip Paşa’nın himmetiyle alındığı Muzika-i Hümayun’da 1866-67 yıllarında, 29 yaşında, on sekiz buçuk yıl hizmetin ardından 160 kuruş maaş ile emekli olur. Oğlu Mehmed Hayri Efendi’nin Sicill-i Ahval kaydındaki “merhum İbrahim Edhem’in oğludur” ibaresine göre, Ağustos 1899’dan evvel öldüğü anlaşılıyor. Şimdilik mezar yeri tespit edilememiştir. Mehmet Hayri ve Talat adlı çocukları da sonradan devlet memuru olmuştur.
Emekliliğinde çok cüz’i olan maaşıyla sıkıntıya düşer; yine bir paşa kızı olan karısına miras kalan İstinye’deki gazinonun ayda iki buçuk lira kirasını da ekleyerek zar-zor geçinirler. Evlerinin geçimine katkısı olsun diye Salacak sahilinde balık tutar. Hazırladığı teknolojik araç gereçle canbazlığa soyunur. O yıllarda düğünlere gidip sanatını icra eder. Canbazlıkta da ünü yayılmış olmalı ki Kavalalıların bir düğünü için Mısır’a, Kahire’ye davet edilir. İhtiyaçtan, geçim derdiyle yaptığı bu işte gözü yoktur, onun emeli Tophane’de görevlendirilip icatlarıyla uğraşmaktır.
İbrahim Edhem bohem ve mütecessis bir yaradılışa sahiptir. Babası Hacı Ahmet Paşa’dan miras kalan ve o devir için büyük bir meblağ olan on beş-yirmi bin kuruşu kendi ifadesiyle vapur yani buhar makinesi yapmak için harcamaktan çekinmez, ama beğenmeyip öylece bırakır. Çok sonra buhar makinesini bir sandala uydurup Salacak-Kız Kulesi arasında gidip gelmiş ama geliştirememiştir.
Oturdukları yalı harabe halindedir; çocukları hastalandığında doktor yerine, dua okuyup, nefes üflemek üzere evlerine gelen mahalle imamı Ahmed Efendi’nin şahitliğiyle oturacakları minderleri dahi yoktur. Edhem Efendi’yi bebekliğinden beri kırk yıldır tanıyan Ahmed Efendi’ye göre mizacı biraz hiddetlidir. Üzerine varıldığında söğüp sayar fakat bir fenalığını görmemiştir.
Küçüklüğünden itibaren patlayıcı maddelere, silahlara ilgisi yoğundur. Yedi-sekiz yaşlarında iken yeri kazıp barut koyduğunu ve üzerine harç kapayıp ateşleyerek üzerine oturduğunu işitmiş. Çocukken babasıyla birlikte avlanmaya çıkarlar, silahlarla uğraşmayı severmiş. Bahriye Mektebi’nde öğrendiklerini merakıyla ilerletmiş ve kendine göre silah ve barutla icat yapmaya koyulmuş.
Bugün için nasıl şeyler olduklarını anlamamıza yarayacak resimlerinden mahrum olduğumuz pil bardakları, telgraf camı, torpido, baston tüfek, yanar mermi, harpte düşmanın gözlerini kamaştırmak için yanar tel, Armstrong usulü fotoğraf makinesi, döğme, ezme makinesi gibi icatları olduğu iddiasındadır. Avrupa’dan gelen benzerlerine göre hem ucuz hem de daha işlevsel olduklarını düşünür. Yüz dört perdeli, keman şeklinde, “Malifon” isimli bir sazdan da bahseder. Zamanla çalışmaları torpido üzerine yoğunlaşmış, torpido saldırılarına karşı koyacak tekniklerle uğraşmıştır.
İlginç tasvirlerinden biri de içine girilip her yöne hareket ettirilecek üç tekerlekten ibaret deniz arabalarıdır. Bütün icatları içinde şekli ve tarifiyle günümüze gelebilen sadece gaz lambası olmuştur. Fotoğraf makinesi icat ettiğini söylüyorsa da hiç olmazsa o makineyle çekilmiş kendine ait bir fotoğrafı da henüz bulamadık. Zaten Armstrong, Malifon gibi isimler o aletlerin icat olmayıp birer kopya olduklarını düşündürüyor.
Çok kısıtlı gelirini icat peşinde koşarken sarfetmesi, aynı zamanda barut, mermi gibi tehlikeli malzemelerle uğraşması, aynı yalıda oturduğu kardeşi ve yengesinin kendisini komşularından Abdi Paşa vasıtasıyla şikâyet etmesine ve aralarının bozulmasına sebep olmuş.
Sultan Abdülaziz’in saltanatının son yıllarında saray çevresiyle ilişkiler geliştirmiş. Tophane Fabrika-i Hümayunu’na alınmayı ve icatlarıyla orada uğraşmayı gaye edinmiş. Bazı hatırlı aracılar sayesinde Mesudiye vapurunun telgraf tellerini tamir etme işini almış ama, gemi kumandanı Arif Paşa “teller çürük, boşuna masraf çıkarmayalım” diyerek buna engel olmuş. Hayalkırıklığı yaşasa da yılmadan temaslarını sürdürmüş.
O yıllarda gemilerde dümene kumanda etmek için kullanıldığı anlaşılan ve “telgraf” adı verilen aletlerin donanımından olan cam ve pillerin hızlı bir piyasası vardır. Yüklü miktarda yurtdışında alımlar yapılır. Edhem Efendi’nin ürettiklerinin, bilirkişinin raporuyla gerçekten Avrupa’dan gelen emsallerinden hem ucuz hem de daha kaliteli olarak imal edildiği ortaya çıkınca Telgrafhane tarafından satın alınır. Tabii burada icat olarak değerlendirilen camların, pillerin ne kadarının icat, ne kadarının taklit olduğu belirtilmemiştir. Üstelik bu alışveriş de fazla sürdürülemez.
Edhem Efendi her ne kadar bohem yaradılışta olsa da devrin ricaliyle ilişkileri olduğu ve rahatlıkla onlara ulaşabildiği anlaşılıyor. Bahriye Nazırı İbrahim Derviş Paşa (görev süresi Ocak-Nisan 1876) elektrik ile top atabilecek bir numune yapmasını ister ve isteği yerine gelince de Edhem’i Osmaniye vapurundaki telgrafları tamire memur eder. Arzuhalci Ali Bey, Edhem Bey’i Bahriye Nazırı Said Paşa’ya (görev süresi Aralık 1877-Nisan 1878) takdim eder. Said Paşa, Edhem Bey’i fabrikaların birinde istihdam eder. Edhem iki-üç ay çalışıp bir top numunesi yaparak Nazır Said Paşa’ya sunar. Zor zamanlarında yardımına koşan dostlarından Meyve Gümrüğü Nazırı Sadık Bey, kendisini Mayıs 1876-Ocak 1877 arası Kaptan-ı Derya olan Kayserili Ahmed Paşa’ya götürmeye kalkar ama, randevu alındığı gün Kars vapuru battığından görüşme iptal edilir. Amcasının tahttan indirilmesi sırasında donanma toplarını Dolmabahçe Sarayı’na yönlendirdiği için II. Abdülhamid’in hiç sevmeyip İstanbul’dan uzaklaştırdığı Kayserili Ahmed Paşa ile olan ilişkisi, belki de onun şanssızlığı olmuştur.
Temaslarında tam başarı sağlayacağı sıralarda Abdülaziz tahttan indirilir ve işleri yarım kalır. II. Abdülhamid tahta çıktıktan sonra da girişimlerinde duraksamaz. Gazi Osman Paşa’nın emriyle, icatlarının bir bir resimlerini yaparak onları takdim eder. Ayrıca Mabeyn-i Hümayun’dan meşhur Şeyh Ebülhüda Efendi’nin kardeşi Hamza ile Kurbancıbaşı İbrahim bizzat iki defa Edhem’in Salacak’taki harabe yalısını ziyaret ederek icatlarını orada da görürler.
Sonunda örneklerini de ulaştırabildiği Gazi Osman Paşa sayesinde, icatlarından bazıları Seraskerlik tarafından incelenir ama hiçbirine “geçerli, üretilebilir icattır” raporu verilmez. “Baston tüfek” denilenin kaval tüfek cinsinden en fazla yüz-yüz elli adım menzili olduğu; balmumundan üretilen torpidonun küçüklüğü ve etkisizliği; yanar telin cıvadan yapıldığı söyleniyorsa da mahiyeti anlaşılamayan, yakından göz kamaştırmak için yapılmış yararsız bir şey olduğu; yanar kurşunu baş tarafından haçvari yarıp eczasını oradan koyduğu ve savaşlarda kullanılması yasak bu mermideki kimyasal maddenin neden ibaret olduğunun anlaşılamadığı bildirilir.
Bu olumsuz rapora rağmen Gazi Osman Paşa’nın Edhem Efendi’yi himaye ettiği anlaşılıyor. Üstelik Yıldız Sarayı Çit Kasrı önünde Edhem’in sarı tenekeden imal edip “baston tüfek” adını verdiği silahla Sultan II. Abdülhamid’in deneme atışı yapmasını da organize ediyor. Sultan ayaküstü Edhem Efendi’yle bir-iki kelime konuştuktan sonra ayrılıyor ve Gazi Osman Paşa tarafından refakatine verilen bir yaverle Tophane-i Amire’ye gitmesi emrediliyor.
Sevinçle yola çıkan Edhem Efendi, Tophane’ye gider gitmez bir hücreye kapatılıyor ve 1879’da gerçekleşen bu olaydan sonra en azından 1892’ye kadar takip edebildiğimiz çileli, eziyetli hapis ve sürgün yılları başlıyor.
Yaklaşık iki ay zindanda sorgusu bile yapılmadan yatan Edhem Efendi’nin çoluk-çocuğu açlıkla perişan oluyor. Kimse ile görüştürülmediğinden, karısı haber alabilmek uğruna Sadık Bey’in yanına bir horozla gider ve ellerinde kalan para edecek tek varlıkları olan bu horozu satıp çocuklarının karnını doyurmaktan bahseder. Dostları Edhem’i zindandan kurtarmak için uğraşsalar da aleyhinde çok etkili jurnaller verilmiş olmalı ki, hamisi görünümündeki Gazi Osman Paşa dahi kendini meseleden uzak tutmaya çalışmıştır.
Mahkemede beraat etmesine rağmen tahliye edilmeyip Divan-ı Harb’e gönderilmiş ve oradan da beraat ettiği halde ailesiyle birlikte Konya’ya sürülmesi için padişahtan irade istenilmiştir. II. Abdülhamid henüz saltanatının ilk yıllarında böylesine bir hukuk cinayetine ortak olmamış ve sürgünü onaylamamıştır. Devlet adamlarının endişelerini bir kenara bırakmayarak tahliye edilmeden tutukluluğunun devamını ve çok az olan emekli maaşına 300 kuruş zam yapılmasını da emretmiştir.
Edhem Efendi’nin hayatının bundan sonrası için arşiv sessizliğe bürünüyor ve 1892 yılında birdenbire Trablusgarp’tan Osmanlıların Chicago Sergisi komiserine gönderilen bir mektupla ve sadaretten yazılan cevaplarla karşılaşıyoruz. Bu mektupta belirttiğine göre toplam 12 ay tutuklu kalmış ve sonrasında 1887’de ailesiyle birlikte Trablusgarp’a sürülmüştür. Burada sürgünde olduğunu düşünmeden kendinin misafir olduğunu belirtmiş, padişaha ve devlet adamlarına en ufak bir kırgınlık ve sitem hissettirmeden mektubunu yazmıştır. Hatta Trablusgarp’taki cülus yıldönümü şenliklerinde yine kendi icadı olan bazı objeleri de kullandığını gururla belirtmiştir. En ilginci ise havaî fişeklerle gökyüzüne “Padişahım Çok Yaşa” sloganını yazıp Türk bayrağını resmetmesidir herhalde.
1893’te ABD’nin Chicago kentinde Uluslararası Dünya Fuarı gerçekleştirilecek ve Osmanlı Devleti de katılacaktır. Amerika kıtasının Kristof Kolomb tarafından keşfinin 400. yılı münasebetiyle düzenlenecek bu fuara katılmak isteyenler arasında mucidimiz Edhem Efendi de vardır. 1879’daki sorgu, zindan, sürgün maceralarından sonra icatlarını pek geliştiremediyse de dünya teknolojisi muazzam ilerlemiş, bilhassa elektrikteki inanılmaz gelişmelerle Chicago Fuarı neredeyse elektrik odaklı bir sergi olarak görülmeye başlanmıştır. Fuarın yıldızı elektrik alanındaki en büyük mucitlerden olan Nicola Tesla’dır. Westhinghouse, General Electric gibi firmaların geliştirdikleri elektrikli motorlar, dinamolar, jeneratörler tüm dünyanın ilgi odağı ve fuar da iş anlaşmalarının merkezidir. Fuar, geceleri ışıl ışıl elektrikle aydınlatılmaktadır. Tek seferde yüzlerce kişiyi taşıyan dünyanın en büyük elektrikli dönme dolabı gibi yepyeni eğlence araçları da üretilmiştir.
Elektriğin bu yaygınlığına rağmen Osmanlı topraklarında henüz tek bir elektrik santrali yoktur ve çok az kent geceleri havagazı ile aydınlatılabilmektedir. İstanbul ancak 1914’de elektrikle aydınlanabilecektir. Trablusgarp’ta dünyadaki gelişmelerden habersiz yaşadığını düşündüğüm Edhem Efendi, on yıl önce cezalandırılmasına yol açan yanıcı-patlayıcı maddelerle fuarda yapacağı canbazlıkların hayaliyle yaşarken, icat ettiği gaz lambası ile fuardakileri şaşkınlığa ve hayranlığa sürükleyeceğinden bahsederken, ABD’ye gitme talebine ne cevap verildiği belli değildir.
Cevap ne olursa olsun “Amerikalılara, Türklerin haiz olduğu zekâ ve kemâli göstermek için beni fuara gönderin” diyen Edhem Efendi’yi saygıyla anıyorum.
‘Hayatü’ül insan’: Naif bir gaz lambası
Edhem Efendi, Trablusgarb sürgünündeyken 1893 Şikago Dünya Fuarı’na icatlarıyla birlikte katılmak için başvurur. Sadaret’ten gönderilen yazıyla, icatlarının resimleri ve kullanım tarifleri istenir. İcatlarından olan tekerlek, fotoğraf makinesi, lamba ve sairenin resimlerini sürgün şartlarında hazırlayarak gönderir. Osmanlı Arşivi’nde şimdilik sadece “Hayatü’l-İnsan” adını verdiği enteresan şekilli gaz lambasının resmini bulabildik.
Edhem Efendi kendine “sürgün” sıfatını yakıştıramamış olmalı ki, durumunu “misafir” olarak anmayı tercih ediyor. “Trablusgarb Kalesi’ne misafir Mülazım Üsküdârî” künyesi ve “İbrahim Edhem” mührüyle 19 Teşrin-i Evvel 1308 (31 Ekim 1892) tarihli renkli hazırlanmış resmin yanındaki tarifnameye göre bu gaz lambası; dar bir odada yakılsa bile havayı kirletmez, açık ve fırtınalı bir havada ışığı asla zarar görmez, bir idare fitili ışığından yirmi beş-otuz santimetre yüksekliğe kadar parlak bir ışıkla aydınlatır. Kendi sistemine uygun imal edilecek bir makineyi harekete geçirir. Gemilerde ve trenlerde kömür ve su depolarıyla kazanlarına ihtiyaç bırakmaz.
Mucidimizin hayalgücü ve teknik birikiminin mahsulü bu eseri, o devirde, elektrik endüstrisinin geldiği noktaya göre teknolojik bir aşamadan ziyade naif bir sanat eseri kabul etmek gerekir.
Fizan’da bir umut ışığı
Batı dünyasının yaygın elektrik kullanımına geçtiği 1892’de, Trablusgarp’ta (Fizan) sürgünde olan Edhem Efendi’nin tasarlayıp İstanbul’a sunduğu gaz lambasının çizimi ve tarifnamesi.
Adalet Bakanının adaletsizlik örneği
Edhem Efendi’nin uzun tutukluluk ve mahkeme sürecinde olayı didik didik inceleyen mahkeme, mevcut kanunlara göre suçlanacak hiçbir yön olmadığından dolayı Edhem Efendi’nin beraatine karar verir. Bu sırada “Mecelle” adlı ilk Medeni Kanun’u hazırlayan ve büyük hukuk adamı kimliğiyle tanınan Ahmed Cevdet Paşa, Adliye Nazırıdır. Cevdet Paşa’nın devreye girmesiyle Cinayet Mahkemesi’nin beraat kararının dikkate alınmaması ve zanlı hakkındaki şüpheler tamamen giderilemediği iddiasıyla kendisinin Divan-ı Harb’e sevkedilerek bir defa da orada yargılanması Başvekalet’e önerilir. Böylelikle beraat edip suçsuzluğuna karar verilen Edhem Efendi’nin çoluk- çocuğu ile birlikte Trablusgarp’a sürülmesine sebep olacak süreç başlar.