Kasım
sayımız çıktı

Asker zihniyetine asker eleştirisi

BALYOZ'UN KIRAMADIĞI KALEMLER

Emekli subaylar İsmail Hakkı Pekin ve Ahmet Yavuz’un, sivil-asker ilişkileri üzerine Silivri’de yazdıkları kitap, polemik yerine tarihsellik, tepki yerine analiz içeriyor. 

Son beş yılın en çok konuşulan siyasi davalarından biri olan Balyoz, hukuk ve insan hakları ihlalleriyle olduğu kadar, tutuklu ve hükümlülerin hapiste yazdıkları kitaplarla da anılacak. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararının ardından tahliye edilenler ile Ergenekon ve OdaTV davalarında yargılananların hapiste yazdıkları kitapların toplamı 60’ı geçti.

Bunlar arasında son yayımlanan eser, Em. Korgeneral İsmail Hakkı Pekin ve Em. Tümgeneral Ahmet Yavuz’un imzalarını taşıyor: Asker ve Siyaset: Osmanlı’dan Günümüze Sivil-Asker İlişkileri. Eserin en önemli özelliği ve belki de diğerlerinden farkı, aktüel sorunları analiz ederken, reel politikanın kavramlarından ziyade belirli bir tarihselliği öne çıkarması. Kimi zaman yapılan alıntılar çok fazla, kullanılan kaynaklar sınırlı olsa da –ki hapishane koşullarında bu gayet anlaşılabilir bir durum– III. Selim’den günümüze önemli iç-dış siyasi dönemeçler ve asker-siyaset ilişkilerinin sorunlu yönleri özetlenerek aktarılmış.

Ayrıca, hem Balyoz davası hem de o süreçte yaşanan diğer gelişmelere bağlı olarak “TSK’nın itibarsızlaştırılması” meselesi de bir polemik zihniyeti veya “mağduriyet edebiyatı” ile değil, somut örnekleri ve çıkarımlarla yansıtılmış.

Ancak kitabı ilginç kılan, iki yüksek rütbeli subayın “içerden” yaptıkları ve TSK’nın yapısına yönelik eleştiriler, yani özeleştiriler. Pekin ve Yavuz, Türkiye’deki “asker zihniyeti”nden hareketle hem ordunun yapısı hem de bu bünye içindeki psiko-sosyolojik modeller, davranış kalıpları ve bürokratik uygulamalara dair cesur saptamalarda bulunuyorlar.

Asker zihniyetine asker eleştirisi
Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Silivri Cezaevi’nden 19 Haziran 2014’te tahliye edildi.

Şeffaflık meselesinden inisiyatifsizliğe, terfi sisteminden iletişimsizliğe bir dizi idari-insani problem, günümüz ihtiyaçlarına cevap veren modernleşmelerin neden sadece “silah” düzleminde kalmaması gerektiğine işaret ediyor.

Yazarların bakışaçıları sadece eğitim-yönetim alanında değil, yakın geçmişte ordunun bizzat müdahil olduğu toplumsal kırılmalarda da “kritik” karakterini yansıtıyor. Örneğin 27 Mayıs 1960 her ne kadar “ihtilal” olarak adlandırılsa da 12 Eylül için “darbe” tanımı kullanılmış. Bu noktada “askerin vatanın tek sahibi” olduğunu sanması, özgürlüklerin kısıtlanması, insan hakları ihlalleri, işkenceler, içi boş Atatürkçülük söylemleri dile getirilmiş. Ayrıca 28 Şubat sürecine giden yolda TSK’nın hataları, Güneydoğu’daki uygulamalar MGK-hükümet ilişkileri bakımından ele alınmış. İlksözünü Orhan Bursalı’nın yazdığı kitap, anlamlı bir mesajla sonlanıyor: “Toplumun önündeki temel görev, demokrasiyi bütün kural ve kurumlarıyla inşa etmek ve gelecek nesillere bırakmaktır. Asker-siyaset ilişkileri de ancak bu temelde sağlıklı olarak yürütülebilir. Aksi takdirde ordu, ya birilerinin iktidara gelmesi ve onu sürdürmesi için payanda haline gelir ya da kendine lüzumsuz görevler edinir”.

Hayatlarının 3-4 senesi Balyoz tarafından kırılan, emekli edilen iki subayın, tepki duymak veya tutum almak yerine, analize, anlamaya ve yüzleşmeye yönelen yaklaşımlarını içeren kitap, asker veya sivil hal-i hazırdaki kutuplaşmanın tarafı olan herkese tavsiye edilir.