Antik Yunan’ın agora’ları, Roma’nın forum’ları, Ortaçağ’ın kent pazarları… Eski pazar yerleri sadece gıda ve ihtiyaç maddelerinin el değiştirdiği mekanlar değil, siyasetten sanata, felsefeden dedikoduya kültür paylaşımlarına sahne olan çekim merkezleriydi. Günümüzde kültürel alışveriş epey erozyona uğrasa da, semt pazarları hâlâ canlılıklarını koruyor.
Pazarlar en erken çağlardan bu yana kentlerin odak noktası olmuştur. Yiyecek, giyecek, kapkacak ve yaşam için gerekli diğer tüm mallar pazarlarda değiş-tokuş edilir ya da satılır. Yakın çevredeki çiftçiler de ürünlerini burada halka sunar. Antik Yunan’da agora, toplantı, toplantı yeri, meclis anlamını taşıyan, kentin az-çok merkezindeki bir alandı ama, çoğu yurttaş agora’ya yürüyerek, 3-4 saat uzaktan gelip gitmek zorundaydı. Ayrıcalıklı yurttaşlar burada kuzeye konuşlanmış, önü açık, üstü kapalı stoa’larda toplanıp, atıştırır, dedikodu ve pazarlık yapar, felsefe tartışmalarına katılırdı. Eski Roma’ya gelindiğinde agora, forum adını aldı. Bu isim, alışverişe gelenlerin toplaştığı, siyaset ve felsefenin tartışıldığı, tiyatro oyunlarının sergilendiği, törenlerin sahnelendiği yer anlamını korumaktadır.
Ortaçağ pazarlarında ise, yerel ürünler kadar uzak diyarlardan getirilen malları da bulmak mümkündü. Bu dönemde tek bir genel pazar yerine, sadece balık, baharat ya da hayvanların satıldığı özel pazarlar da yaygınlaşmıştı. Şehir meclisleri temel gıda maddelerinin fiyatlarını tespit eder, “âdil fiyat“ düzenlemesi ile yoksul halkın da gereksinimlerinin giderilmesini sağlardı. Örneğin, Freiburg Katedrali’nin ana kapısında pazar hukuku taşlara işlenmiş, tüccarların uymaları gereken ölçü birimleri de burada bildirilmiştir. Ölçülere uyulup uyulmadığını pazar zabıtası kontrol eder, pazardaki tüm alışverişin düzenlemesini yapar ve tezgâh ücretini tahsil ederdi.
Osmanlı yönetimindeki pazarlara geçmeden Bizans’taki pazarlarda bir gezinelim isterseniz. İstanbul’da Mese, yani Divanyolu Caddesi boyunca birkaç forum vardı. Bu forumların etrafında nundium denen pazarlar ve macellum denen, et ve balık gibi belirli ürünlerin satıldığı altı adet büyük pazar yeri bulunurdu. Bugün Eminönü’nde hâlâ aynı yerde olan balık pazarı, 12. yüzyılda Palaiologos zamanında da vardı; elbette çok daha fazla balık çeşidiyle. Canlı hayvanların satıldığı hayvan pazarı ise bugünkü Beyazıt Meydanı’nın yakınlarında, koku, pislik gibi sağlığı etkileyen nedenlerle şehrin dış çeperine yakın bir yerdeydi.
Osmanlılar döneminde pazarların düzeni katı kurallarla korunur ve denetlenirdi. Ticari alanlar ve camiler sosyal yaşamın merkezini oluşturur, şehir dokusu buna göre şekillenirdi. Çarşılar genellikle bir bedestenin etrafında toplanır, çarşının ortasında veya yanında pazar yeri bulunurdu. Cuma camisi bulunan yerlerde pazarlar özellikle cuma gününe denk getirilir, cuma vaktine kadar alışveriş yapılır, hamama gidilir ve namaz kılındıktan sonra civardan gelenler köylerine dönerlerdi.
Toptan ticaret, “kapan” denen ve un kapanı, bal kapanı, yağ kapanı gibi adlarla anılan hanlarda yapılırdı. Un, yağ ve baldan başka tahıl, kahve, tütün, ipek, pamuk, kumaş ve çeşitli dokumalar üreticiden satın alınarak, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerdeki kapanlara getirilirdi. Buralarda kadı nâibinin gözetiminde esnaf temsilcileriyle beraber mallar tartılır, ağırlık, kalite ve çeşidine göre vergi ve “narh”a tâbi tutulduktan, fiyatları belirlendikten sonra esnaf aracılığıyla tüketiciye arzedilirdi. Osmanlıların çarşı-pazar düzenlemelerinde “narh” verilerek esnaf ve zanaatkarların kâr oranları devlet ve loncalar tarafından birlikte tespit edilirdi.
Büyük şehirlerde bahar veya yaz aylarında yılda bir iki kez kurulan panayırlarda uzak diyarlardan gelen tüccarlar mallarını satar, kır ile kent arasında alışverişe olanak tanıyan bu pazarlar 15 gün sürerdi. 17. yüzyılda Eremya Çelebi İstanbul’daki en önemli semt pazarlarının Üsküdar, Edirnekapı, Samatya, Eyüp, Cibali, Kasımpaşa, Valide Camii civarı, Tophane ve Galata’da kurulduğundan bahsetmiştir.
Pazarlar kuruldukları günün adıyla veya satılan ürün çeşidine göre anılırdı. Çemberlitaş’taki tavuk pazarı, bayram öncesi Topkapı’da kurulan koç pazarı, gül mevsiminde Eyüp’te kurulan gül pazarı ve taze meyvelerin satıldığı meyve-i ter pazarı gibi adlarla anılırlardı. Pazarların içinde köylü kadınların satış yapması için ayrılmış yerlere de avrat pazarı denir ve bu kadınların yaptıkları satıştan “bac”, yani pazar vergisi alınmazdı.
Bugün İstanbul’da her gün 50 pazar kuruluyor. Toplam 358 pazarda yaklaşık 30 bin pazarcı, çoğu kadın olan müşterilerine hizmet veriyor. Ancak, insanların taze sebze ve meyveye ulaşabildikleri pazarların kapatılması bir süredir gündemde. İnsanlık kadar eski olan pazarların yerini AVM’lerin alabileceğini düşünmek ne kadar gerçekçi? Pazara çıkmanın, binbir çeşit ürünü dokunarak, koklayarak almanın mutlulukla, yaşama sevinciyle doğrudan ilgisi var. Lütfen pazarlarımıza dokunmayın.