Kurtuluş Savaşı’nda birlikte olan Türkler ve Kürtlerin işbirliği, İlk Meclis’teki Kürt siyasetçilerin önünün tıkanması, 1924’te hilafetin kaldırılması ve Kürtçe’nin yasaklanmasıyla sona erdi. İşbirliğinin sonu, isyanlar döneminin başlangıcı olacaktı.
Kürtler 1919 yazından itibaren işgale karşı Türk ve Kürt birliğini işaret eden İslami söylem ve Mustafa Kemal’in Kürt ileri gelenlerini harekete katma konusunda hassasiyetiyle İstiklal Harbi’ni desteklediler. Lozan Konferansı’nda İsmet Paşa Kürtlerin gerçek temsilcilerini içinde bulunduran Ankara hükümetinin Türklerin ve Kürtlerin hükümeti olduğunu belirtmişken kısa süre sonra durum değişti.
1923’te yapılan seçimlerde adayların merkezden gösterilmesi kararı sonucu, Birinci Meclis’te yer almış Kürt milletvekilleri yeniden seçilme imkanını yitirdi ve yönetime dahil olamayacaklarını anladılar. 1924’te Kürtçenin yasaklanması ve İstiklal Savaşı’na Kürtlerin katılmalarında önemli bir rol oynayan, Türklerin ve Kürtlerin “ideolojik birliğini” sağlayan Hilafetin kaldırılmasıyla Kürtlerin yeni rejimle bağları koptu.
Bu tarihten itibaren Kürt ileri gelenleri Azadi örgütünü bölgede etkin kılarak 1925’teki Şeyh Sait İsyanı’nı hazırladılar. Ancak ayaklanma belli çevrelerle sınırlı kaldı. Mart 1925’de ilan edilen Takrir-i Sükûn kanunuyla Kürt isyanı vesilesi ile bütün muhalefet susturuldu. İsyanın bastırılmasından sonra birçok insan sürgüne gönderildi.
Şeyh Sait isyanının ardından merkezlerini Beyrut’a taşıyan Hoybûn, Kürt milliyetçi hareketinde öne çıkmaktaydı. Kürt milliyetçiliğinin kurucu ailesi sayılan Bedirhanlar da buradaydı. Sünni, Alevi, Ezidi aşiretlerden oluşan Celali Konfederasyonu sürgünden kurtulmak için Ağrı’ya sığınmıştı. Hoybûn’un çağrısıyla diğer bazı aşiretler de Ağrı’ya gelmişti. Örgütün düzenlemesiyle Ağrı bölgesinde İhsan Nuri Paşa’nın önderlik ettiği bir isyan çıktı ve böylece 1928’de Van ve Bitlis’i de etkisi altına alan “Ağrı Kürt Cumhuriyeti” kuruldu. 1930 yılında ayaklanma cezalandırma (tenkil) harekatı ile bastırılınca İhsan Nuri Paşa İran’a sığındı.
1938 Dersim İsyanı olarak anılan üçüncü “isyan” ilk iki isyanın failleriyle ilişkisizdir. Dersim olayları öncesinde çıkan iki kanun bölgenin kaderi açısından belirleyici oldu: 1934’teki İskân ve 1935’teki Tunçeli Kanunu. Buna göre, anadili Türkçe olmayanlar, kendi soylarından olan ve kendi dillerini konuşan köylerde iskan edilemeyecek, öbür yerlerde de geniş topluluklar oluşturamayacaktı. Türk soyundan olmayan ve anadili Türkçe olmayanlar uygun Türk köylerine serpiştirilecek ve buralarda nüfusun yüzde 10’unu geçemeyeceklerdi. Bir aileden en fazla 4 kişi aynı yere gönderiliyordu. Bu, çekirdek ailenin de parçalanması demekti.
1936’da, Dersim’de bir dizi karakol inşaatına başlanması isyanın çıkış noktası olarak kabul edilebilir. Kış bastırınca inşaatlara ara verilmiş, 1937 baharında tekrar başlanmıştı. Nuri Dersimi’nin anlattığına göre, Martta silah toplamak için Yusufan aşiretine gönderilen birlikten bazı askerlerin bir kıza tecavüz etmesiyle ateşe benzin dökülmüş oldu. Aşiretler karakol baskınlarına başladı. Askeri kaynaklara göre 1937’nin ilk olayı 20-21 veya 21-22 gecesi Harçik Suyu üzerindeki tahta köprünün yakılması ve askerlerle girilen çatışmaydı. Daha sonra da Mazgirt’teki askeri birliklere saldırıldı. Cevap, 15 uçaklık bir filonun bombardımanıydı.
Mayısta tenkil harekatı başladı. Halk, çoluğuyla çocuğuyla dağlarda mağaralara sığındı; bir kısmı teslim oldu. Köyler yakılmaya başlandı. Haziranda askeri birlikler dağları didik didik aramaya girişti. İnsanların sığındığı mağaraların bazıları betonla kapatıldı, bazıları ağzında ateş yakılarak dumanla dolduruldu; boğulsunlar diye.
“İsyan”, aslında, başından zaaflıydı; aşiretlerarası ve içi çekişmeler had safhadaydı. Örneğin Ağustosta, isyanın önemli önderlerinden Bahtiyarlı Sahan, Pırço oğlu Hıdır tarafından öldürüldü, kafası kesildi ve Hozat’a götürülüp kumandana teslim edildi. Çekişmenin hırçınlığını gösteren daha iyi bir örnek, isyanın lideri Seyid Rıza’nın kardeşinin oğlu Rayver’in (Rehber) yaptıklarıdır. Hareketin en önemli liderlerinden Alişer ve karısını o öldürdü, başlarını kesip askere teslim etti.
Artık sona yaklaşılıyordu. Ağustos ortasında Seyid Rıza’nın ikinci karısı, büyük oğlu ve üç torununun da aralarında bulunduğu aşiret mensupları öldürüldü. Seyid Rıza da Erzincan’a giderken yolda yakalandı. Nuri Dersimi’ye göre, “ordu kumandanı, Erzincan Valisi aracılığıyla Seyid Rıza’ya haber gönderdi; ateşkes ilan ettiğini, başka harekat yapılmayacağını, gerek de olmadığını, verilen zararları tazmine hükümetin razı olduğunu” söyleyerek kandırdı. Seyid Rıza, Elaziz’de 57 kişiyle beraber yargılandı. Kendisi dahil 7 kişi (biri de oğludur) idam cezasına çarptırıldı ve 15 Kasım’da da Elaziz Buğday Meydanı’nda şafak vakti infaz edildi. Cenazeler Elaziz sokaklarında teşhir edildikten sonra yakıldı.
Dersim’deki “tedip” ve “tenkil” harekatı, 1938’de çok daha ağır bir biçimde sürdürüldü, bir temizlik harekatı haline geldi. Askeri birlikler dört bir yandan vadilere daldı. Tüm Dersim bölgesinde kaçış yolları tutuldu, kara birliklerine hava saldırıları eşlik etti.