Hollandalı cerrah Arnold van de Laar, Türkçesi Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Bıçak Altında adlı kitabında, tarihi figürlere yapılan ameliyatlardan yola çıkarak cerrahinin tarihi anlatıyor. Üstelik bunu, tıp dünyasına uzak kişilerin de anlayacağı bir dille ve kendine has mizahî bir üslupla yapıyor.
Günümüzün son teknolojiyle ve müthiş bir bilgi donanımıyla çalışan cerrahları, bırakalım daha eskiyi, 1970’li ve 80’lı yıllarda ameliyat olmuş hastaların yara izlerini bile görünce ürküyorlar. Çünkü cerrahi o kadar hızla ilerleyen bir alan ki, kısa sürede aldığı mesafe inanılmaz.
Uzun süre berberlerle aynı kefeye konulan ve doktorluktan sayılmayan cerrahinin tarihi yüzyıllarca önceye dayanıyor. Kendisi de Amsterdam’daki Slotervaart Hastanesi’nde cerrah olarak çalışan Arnold van de Laar, Bıçak Altında adlı kitabında cerrahinin tarihini, üstelik kendine has bir mizahla harmanlayarak başarıyla anlatıyor.
Tanınmış hastalar, tanınmış cerrahlar ve çarpıcı ameliyatların izini sürdüğü kitabında Kraliçe Victoria, XIV. Louis, Lenin, Einstein, Kennedy, Papa II. John Paul, Bob Marley ve Houdini gibi tarihsel figürlere yapılan cerrahi müdahaleler var. Yazar bu ameliyatları anlatırken, tıp dünyasına uzak olanların da anlayacağı bir dil kullanıyor ve “Bir ameliyat nasıl yapılır? Bunun için kime ve neye ihtiyacı vardır? Vücut bir bıçak, bakteri, kanser hücresi veya kurşun darbesine nasıl tepki verir? Şokun, kanserin, enfeksiyonun, yara ve kemik iyileşmesinin prensipleri nelerdir? Bir ameliyatla onarılıp kurtarılamayacak şeyler nelerdir? Bir insan hayatını kurtarırken hangi prosedürler uygulanır? En çok gerçekleştirilen ameliyatlar nasıl oluştu ve onları kim keşfetti?” sorularının yanıtını arıyor.
Kitabın ilk bölümünde cerrahinin nasıl ortaya çıktığı sorusunun peşine düşüyor yazar. “Cerrahi, kendiliğinden gelişen bir şey olarak ortaya çıkmış olmalı; çünkü insanlığın dünyaya gelişinden itibaren “elle” iyileştirilecek, bir cerrahın müdahalesini gerektiren hastalıkları olmuştur. Dövüşmek, avlanmak, göçmek, kök sökmek ve ağaçtan düşmek; atalarımızın ağır yaşam şartları birçok yaralanma riskini de beraberinde getiriyordu” dedikten sonra cerrahinin üç temel tedavisinin o zamanlar ortaya çıktığını anlatıyor. En temel birinci cerrahi müdahale olan yara tedavisinin muhtemelen aynı zamanda ilk cerrahi müdahale olduğunu söylüyor.
Cerrahinin ortaya çıkan ikinci temel tedavisi, yazarın “Uygulamak için sivri bir aletten başka bir şeye ihtiyaç yoktur; bir akasya dikeni, çakmak taşından ok ucu, bronzbir hançer veya çelik bir neşter” dediği irinin akıtılması (drene etmek), üçüncü temel tedavisi ise atalarımızın karşı karşıya olduğu kurtlardan kaçmak, mamut avlamak ya da bir kavga esnasında başa bir topuz darbesi almak gibi sayısız tehditle ortaya çıkan kırıkları tedavi etmek.
Cerrahi tarihini bu üç tedaviden yola çıkarken anlatılması sebepsiz değil zira 19. yüzyıla kadar yaralar, irinler ve kırıklar, cerrahların baktıkları rahatsızlıkların büyük bölümünü oluşturuyordu. Bu listeye, anlaşılmayan ur ve şişlerin kesilmesiyle dağlanması ve tabii en popüler cerrahi eylem olan, ancak hastalıktan çok batıl bir inanca dayanan kan akıtma da eklenebilirdi.
Yazar, ünlü kişilerin hastalıkları üzerinden anlattığı 28 ameliyatın öyküsüne geçmeden önce birçok cerrahi rahatsızlıkların oluşumunun önemli nedenlerinden birinin insanın düz yürümeye başlaması olduğunu da hatırlatıyor: “İnsanlığın dört milyon yıl önce attığı ilk adım, modern cerrahinin büyük bir bölümünü oluşturan birkaç hastalığı da beraberinde getirmiştir; varis, kasık fıtığı, basur, intermittan klodikasyon (yürümeyle meydana gelen fasılalı bacak ağrısı), kalça aşınması, fıtık, mide yanması ve menüsküs yırtığı gibi rahatsızlıkların tamamı iki ayak üstünde yürümekle alakalıdır.”
Bundan sonra tarihe geçmiş cerrahi operasyonlara geliyor sıra. İlk bölümde nispeten az tanınmış biri olan 17. yüzyılda yaşamış Amsterdamlı demirci Jan de Doot’un ağrılara dayanamayıp mesanesinde ki (idrar kesesi) taşı çıkarmak için kendi kendini ameliyat etmesinin öyküsü var. Bu “ameliyat” başarılı da oluyor, zira demircinin çırağı yardımıyla yaptığı operasyon daha sonra cerrahların binlerce kez yapacağı ameliyatla birçok benzerlik taşıyor.
Bundan sonraki bölümlerde de birbirinden ilginç ameliyat süreçlerini çarpıcı bilgiler ve anekdotlarla izliyoruz. Örneğin, Albert Einstein’ın 69 yaşında AAAA (akut abdominal aort anevrizması) ameliyatı olduğunu, 76 yaşında aynı ameliyatı olmasını tavsiye eden doktoruna “Yaşamı yapay olarak uzatmak zevksizlik olur. Ben üzerime düşeni yaptım, artık göçme vakti geldi. Bunu şık bir şekilde yapmak istiyorum” diyerek reddettiğini, ünlü sihirbaz Houduni’nin son gösterisine apandisit olduğunu bilmeden çıktığını ve gösteriyi acılar içinde tamamladığını;, İngiliz krallarının kendi araylarında ameliyat olmayı tercih ettiklerini, İmparatoriçe Sisi’nin 60 yaşında kalbinden bıçaklandıktan sonra yolcusu olduğu gemiye nasıl yetiştiğini, John F. Kennedy ile kendisini öldürdüğü iddiasıyla yakalanan Lee Harvey Oswald’ın aynı cerrah tarafından ameliyat edildiğini ve cerrahların yalnızca son 150 yıldır ellerini yıkadıklarını bu bölümlerden öğreniyoruz.
Kitabın en ilginç yerlerinden biri de, üç yüz yıl arayla yaşayan iki büyük müzik adamı Jean Baptiste Lully (1632-1687) ile Bob Marley’in (1945-1981) ayak parmaklarında ortaya çıkan rahatsızlığın, parmaklarının kesilerek tedavi edilmesini istemedikleri için öldüklerinin anlatıldığı bölüm. Bilenler vardır mutlaka ama bilmeyenler için Bob Marley’in dini nedenlerle ameliyat olmayı reddetmesi ve bu yüzden 36 yaşında ölmesi epey ilginç bir bilgi olsa gerek. (Bob Marley’in vücudunu bir ampütasyonla tahrip etmesine müsaade etmeyen dini, daha çok bir yaşam felsefesi olan Rastafari idi).
Yazar ameliyatları anlatırken “tıp tarihi” alanının dışına da çok sık çıkıyor ve iyi ki yapıyor bunu. Sözgelimi, yalnızca günümüzün değil tüm zamanların en çok uygulanan ameliyatı olan sünneti anlatırken (Dünya Sağlık Örgütü’nün 2006 rakamlarına göre yaklaşık 665 milyon sünnet operasyonu yapılmış. Dünya nüfusunun yüzde 30’unun sünnetli olduğu tahmin ediliyor) işin cerrahi kısmını, operasyon tekniklerinin yüzyıllar içinde nasıl geliştiğini anlatmakla kalmıyor, sünnetin neden ortaya çıktığını da anlatıyor.
Erkeklerin cinsel ilişki kurmasını ciddi şekilde zorlaştıran, sünnet derisiyle penis başı arasında oluşan kronik bir enfeksiyon olan fimozisten ve eskiden bu hastalığın çöllerde yaşayan erkekler arasında yaygın olduğundan söz ediyor önce. Çünkü o zamanlar insanların giysilerinin altları açıktır ve çölün her yerde uçuşan tozları her yere konabilmekte, hijyen kavramı da henüz oluşmadığından, fimozis kolaylıkla ortaya çıkmaktadır. Yazar bundan sonra, eline bir taş alıp sünnet derisini koparan ve aynısını oğluna ve kölelerine uygulayan, böylece sünnet geleneğini başlattığına inanılan İbrahim Peygamber’in çölde yaşadığına dikkat çekiyor ve şu sonuca varıyor: “Sünnet olma geleneğinin özellikle çölde yaşayan topluluklarda -yalnızca İbrahim Peygamber, Yahudiler ve Müslümanların yaşadıkları Orta Asya’da değil Avustralya’da yaşayan Aborjinler ve değişik Afrika kabilelerinde de-hala görülüyor olması şaşartıcı değildir.”
Kitapta ameliyat olan ünlülerin yanı sıra yeri geldikçe döneminin ünlü cerrahlarına da yer verilmiş. 20. yüzyılın en tanınmış cerrahlarından, maestro denilen kalp-damar cerrahı Michael DeBakey (1908- 2008) için ayrı bir bölüm ayrılmış. Alman oyuncu ve şarkıcı Marlene Dietrich’ten Britanya Kralı VIII. Edward’a, Belçika Kralı III. Leopold’dan Ürdün Kralı Hüseyin’e, Holywood yıldızı Jerry Lewis’ten ABD başkanları Kennedy, Johnson ve Nixon’a kadar yüzlerce ünlüyü ameliyat eden DeBakey’in getirdiği yenilikler uzun uzun anlatılıyor. Bu bölümde büyük cerrahların da hata yapabileceği, İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1980’de Debakey’in ameliyat sırasında pankreasına zarar vermesi sonucu ölümü örnek verilerek aktarılmış. (Kitapta geçmiyor ama Turgut Özal’ı da 1987’de ameliyat ettiği için Debakey ve ameliyatı yaptığı Houston Methodist Hastanesi Türkiye’de de çok meşhurdu bir zamanlar).
Kitabın önsözünde, “Cerrahinin tarihi cerraha duyulan büyük bir saygıyla yazılmıştır. Sanki hepsi engeller ve kötü çalışma şartlarına rağmen insanlara neşteriyle yardım etmeye çalışan birer kahramanlarmış gibi. Genelde bu imajan gerçekle ilgisi yoktur. Cerrahlar birçok kez alakasız, saf, pis, kaba olmuşlardır veya para ve şöhret peşinde koşmuşlardır. Sonunda, onlar da birer insandır. Ancak tarih yazan cerrahlar çoğu zaman saygın, yaratıcı, etkin, merhametli ve el becerileri olan insanlar olmuşlardır” diyen yazar, kendisinin mesleğinin tarihini eleştirel bir yaklaşımla ve büyüden arındırılmış bir şekilde yazacağını vaat etmiş okuruna. Son söz olarak, hem bu vaadini yerine getirdiğini hem de 360 sayfalık ama bir solukta okunabilen bir kitap ortaya çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
ERKEK EGEMENLİĞİNİN SONU
Kadın cerrahların sayısı hızla artıyor
Her ne kadar cerrahi, günümüzde yalnızca erkekler tarafından değil kadınlar tarafından da yapılsa da, cerrahlık son iki bin yıldır o kadar erkek mesleği olmuştur ki, kadın cerrah olgusu yeni bir şeymiş gibi algılanagelmiştir.
Buna rağmen tarihin her döneminde kadın cerrahlar olmuştur. Cerrah Ebü’l-Kâsım Halef b. Abbâs ez-Zehrâvî, Avru;a’da daha çok bilinen adıyla Kurtubalı Albucasis, aşağı yukarı 1000 yılında taşı bulunan kadınların kadın cerrahlara başvurmalarının daha iyi olacağını yazmıştır. 12. yüzyıl Fransız edebiyatında kadın cerrahların becerilerine dair anlatılar bulunur. İtalya’da 13. yüzyıldan başlayarak kadınlara cerrahi eğitimi verilmiş, Fransa’da ise cerrah kocaları ölen dul kadınların eşlerinin muayenehanelerini devralmalarına izin verilmiştir.
14. yüzyılda Salerno’dan mezun olan yaklaşık üç bin cerrahtan on sekizi kadındı. Aynı yüzyılda İngiliz kralının sarayında çalışan cerrah da kadındı. Ancak ortaçağdan sonra iki tuhaf yeni anlayış neredeyse bütün kadınların cerrahlık mesleğinden silinmesine yol açacaktı; 16. yüzyıldaki cadı yakmaları ve en az 1968 yılına kadar süren 19. yüzyıl aşırı ahlakçılığı.
Hollanda’da 1945 ile 1990 arasında kaydı yapılan kadın cerrahların oranı yaklaşık yüzde üçtü. Bu, 1990-2000 döneminde yüzde on ikilere kadar çıkmıştır. 2010 yılında 1226 Hollandalı cerrahın yüzde yirmisi, eğitim gören 396 cerrahın ise yüzde 36’sı kadındı.