Kasım
sayımız çıktı

Kudüs Prensi Ben-Hur: İntikamın ve kefaretin destanı

ABD, Indianalı asker, politikacı, diplomat, yazar, ressam ve müzisyen Lew Wallace’ın 1880’de yazdığı, gelmiş geçmiş en önemli epik eserlerden Ben-Hur bir kez daha sinemada.

Lew Wallace’ın beş kez ekrana uyarlanan dinî-tarihî eseri Ben- Hur’a tekrar emek harcamak yerine, yazarın serüvenlerle dolu hayatından en az beş film çıkarmak mümkündü. 1827’de doğan Lew Wallace, henüz 19 yaşındayken Meksika Sava­şı’na katılmak üzere babası­nın hukuk bürosundan ayrıl­dı ve bir sene sonra teğmen olarak geri döndü. Evlenen, avukat olan ve Indiana sena­tosuna giren Wallace, 1859’da Cezayir’de Fransız Ordusu’na ait lejyonerler birliği hakkın­da bir kitap okuduktan son­ra yelekli, şalvarlı, takkeli bir ‘zouave’ üniforması edindi ve Montgomery Muhafızla­rı olarak anılan küçük bir bir­lik kurdu. Zouave’lere ait özel teknikle eğittiği birlik, daha sonra Amerika İç Savaşı’n­da komuta edeceği 11. Indiana Gönüllü Piyadeleri’nin çekir­dek kadrosunu oluşturacaktı.

1878’de New Mexico’ya va­li olarak tayin edilen Walla­ce’ın kanunsuzlukla, yolsuz­lukla ve yöre halkı-Apaçiler arasındaki didişmeyle müca­delesi, Billy the Kid’in de dahil olduğu eşsiz ‘western’ hikaye­leriyle dolu. Ancak maceralı geçen yaşamına 1880’de mola veren Wallace, Şark’ı görme­den, sadece okuduklarından hareketle, edebî çevrede bü­yük bir beğeniyle karşılanacak olan Ben-Hur: Hz. İsa’nın Hi­kayesi romanını yazdı. Ardın­dan 1882’de, biraz da kitabın etkisiyle, Osmanlı İmparator­luğu’na elçi olarak tayin edildi.

Sultan Abdülhamid’le ya­kın bir dostluk kuran ve sık sık ziyaret ederek derin soh­betlere dalan Wallace, bir süre sonra Ben-Hur’un imzalı bir kopyasını Sultan’a hediye et­ti. Bugün bu kopyanın nerede olduğu maalesef bilinmiyor. Ancak Hz. İsa’yı konu alan bir kitabı Sultan Abdülhamid’in büyük bir memnuniyetle kar­şılaması ve derhal tercümesini emretmesi takdire şayan. Aynı dönemde kitabının geçtiği Ku­düs’ü de ziyaret eden Wallace 1885’te Kostaniye’den ayrıldı ve en az Ben-Hur kadar gürül­tü koparacağını umduğu, fakat hiç ses getirmeyen Hindistan Prensi ya da Kostaniye Neden Düştü? adlı bir başka roman daha yazdı.

Ben-Hur’un bu kadar bü­yük bir başarı kazanmasının bir nedeni de elbette Hıris­tiyan çevrelerce destanlaştı­rılmış olması. Ancak her ne kadar konu Hz. İsa’nın son dört yılı etrafında dönse de, eserde muazzam bir intikam ve kefaret hikayesi anlatılı­yor. Çocukluk arkadaşı Mes­sala tarafından ihanete uğra­yan, ülkesinden, ailesinden ve sevdiğinden ayrılarak köleliğe zorlanan Kudüs Prensi Judah Ben-Hur denizde geçen yılla­rın ardından intikam için yur­duna dönecek, kendisini bek­lenmedik macera ve mucize­lerin içinde bulacak, sevginin ve başka bir dünyanın gücüyle tanışacaktır.

Dev bir bütçe ve son tek­nolojiyle çekilen yeni uyarla­manın yönetmeni Gece Nö­beti (2004) ve Gündüz Nöbeti (2006) filmleriyle tanıdığımız Rus-Kazak yönetmen Timur Bekmambetov. Filmin sürpri­zi ise, önemli bir rol üstlenen başarılı oyuncumuz Haluk Bil­giner. Filmin romana ne kadar sadık kaldığını bilemiyoruz, ancak öncülüyle kıyaslanacağı muhakkak. 1959’daki uyarla­ması sinema tarihinde bir ki­lometre taşı sayılan Ben-Hur 11 dalda Oscar kazanarak bir rekora imza atmıştı. Titanik (1997) ve Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü (2003) filmleri bu rekoru egale etse de, Ben- Hur’u geçebilen bir film Oscar tarihinde henüz yok.

Farklı ülke ve dönemlerden önemli yönetmenlerin sürükle­yici öyküleri, dizi maratonun­da buluşuyor. Halit Refiğ’in, Halit Ziya Uşaklıgil’in aynı adlı romanından uyarladığı Aşk-ı Memnu (1975), Alman sine­masının efsane yönetmeni R. W. Fassbinder’in başyapıtı Berlin Alexanderplatz (1980), Lars Von Trier’in hastane­de geçen tüyler ürpertici, kült dizisi Krallık (1994) ve Bru­no Dumont’nun prömiyerini Cannes’da “Yönetmenlerin 15 Günü” bölümünde yapan kara komedi türündeki mini dizisi Küçük Serseri (2014) progra­mın kaçırılmaması gereken ya­pıtları.

Bizans döneminde başkent İs­tanbul’la rekabet eden Trab­zon’un ve kentin yapılarının 13. yüzyıldan günümüze yol­culuğu benzersiz bir sergiy­le ele alınıyor. Uluslararası arşivlerden derlenen fotoğ­raf, çizim ve nadir eserlerin pek çoğunun ilk kez gün ışığı­na çıkarıldığı sergide, özel­likle Trabzon Ayasofyası’nın sıradışı mimarisi, eşsiz cephe kabartmaları ve olağanüstü duvar resimleri vurgulanıyor. Serginin küratörü ise Londra Üniversitesi, Courtauld Ens­titüsü Dekanı Prof. Antony Eastmond.

Ölümünün 400. yılında dünya­nın pek çok yerinde etkinlik­lerle anılan usta yazar Willi­am Shakespeare ülkemizde de izleyiciyle buluşuyor. Yazarın eserlerinden uyarlanan 4 film, Bursa, Eskişehir, Antalya ve İs­tanbul’da olmak üzere 4 fark­lı şehirde aynı gün içerisinde gösterilecek. Katılımın ücretsiz olduğu etkinlikte, Kuru Gürül­tü (1993), III. Richard (1995), Macbeth (2015) ve Hamlet (2015) gibi sinema tarihinde de önemli yer edinmiş filmler bu­lunuyor.

1955’ten 1995’e Türkiye’nin üretim ortamına, 80’lerde yay­gınlaşan nesneler aracılığıy­la tanıklık edeceğiniz ilginç bir sergi var bu ay. Oyuncak­tan mobilyaya, otomotivden te­mizlik endüstrisine hemen her evde kullanılan ve artık birer sembol haline gelmiş eşyalar bir yandan tatlı bir zaman yol­culuğuna çıkarırken, bir yan­dan da ülkenin adım adım ger­çekleşen sanayileşme sürecine ayna tutuyor.