İlk atası elmadan ısırık alınca müebbet sürgün cezasına çarptırılan insan, Tanrı’dan öc alırcasına günah işlemeye devam etti. Kulları günahtan arındırmak için yola çıkan semavi dinler de, çoğu zaman yeni günahlara malzeme edildi. Savaşların çoğu din veya kutsal değerler adına yapıldı. Öldüren de öldürülen de Tanrı adına hareket etti veya cezalandırıldı.
Farklı dinlere mensup olanlar arasındaki savaşların kurbanları, aynı dine inananlar arasındakilere kıyasla azınlıktadır. Hıristiyanlar da Müslümanlar da, birbirlerine savaşlarda yapmadıklarıını dindaşlarına yaptılar. İnanç ve kaynağı aynı peygamber olan farklı mezhep veya yorumlar, birbirlerine karşı en acımasız yöntemleri uyguladılar; çoğu zaman ”ibret olsun, soyu kurusun” mantığıyla hareket ettiler.
Geçen ayın dünya ve Türkiye gündemine damgasını vuran, izleri kalıcı sonuçlara yol açacağı anlaşılan Charlie Hebdo katliamını ”şiddet-ibret” ekseninde ve kuşkusuz sadece yakın tarihin El Kaidesi’yle, İŞİD’iyle açıklayamayız. Son 20 yılda şiddet ve terörü temel eylem biçimi kabul eden İslâmcı yapıları da, tarihten gelen çeşitli radikal dini akımların devamı gibi göremeyiz. Her dönemin koşulları farklı yaşanır; tarihte farklı yazılır. ”Tarih tekerrürden ibarettir” nasıl bir masalsa ”tarihten ders çıkarmak” da pek gerçek değildir. büyük olayların yarattığı travmalar kuşaktan kuşağa aktarılır ve toplumların hafızası, stilize edilen geleneklerle siyasi alanlara taşınır.
2. sayımızın kapak konusu ”Anadolu’nun Öncü Müslümanları” idi ve Batı’nın Ortaçağ karanlığını aydınlatan İslâm medeniyetini, biliminsanları, sanatçıları ve unutulmaz eserleriyle yansıtmıştık. O sayımızın editoryal yazısında ” İslâm kültürü hayranlık uyandıran kimliğini, kendilerini ‘İslâmcı’ olarak niteleyenlere borçlu olmadığı gibi, onlara da bırakmamalı!” demiştik.
Bu gün artık başka bir noktadayız. Türkiye’de kimliklerini ”Müslüman” olarak tanımlayan çoğunluğun, din adına işlenen cinayetleri kınamakla birlikte, ” ama onlar da buna zemin hazırladılar” anlayışını sürdürdüğü kabul ediliyor. Bunun pratikteki karşılığı, sonucu şudur: ”ifade özgürlüğü, dinin kutsal saydığı değerlerin başladığı yerde biter. Eğer bu sınır geçilirse, dinin kutsal saydığı değerler adına öldürme özgürlüğü doğar!” Eğer bu durum veri kabul edilecek olursa, ”dinin kutsal saydığı değerler” aşınır, yozlaşır. Bugün maalesef ” gerçek islâm bu değil” diyenlerin anlamakta zorlandığı gerçekte budur.
Paris saldırısı, meşum stratejiyi net bir mesajla ortaya koymuştur: ”İslâm düşmanı, modern Haçlı veya ırkçıysan problem yok. Ama eğer ateist, laik, ılımlı veya İslâm’ı benim gibi yorumlayan biriysen ya sus ya beni destekle; yoksa sıra sana gelecek.”
Müslümanların ”gerçek İslâm”ın ne olduğuna dair alacakları tutumlar, din ve dünya işlerindeki samimiyet-ahlak seviyeleri, önümüzdeki dönemde belirleyici olacak.