Kasım
sayımız çıktı

Edebiyattan sinemayaAA-AaA-AAA!

İlk kez 1912’de ucuz dergilerin birinde hayat bulan ve nice yaramaz çocuklara, nice yerli kahramanlara ilham olan Tarzan eski macerası ve yeni teknolojisiyle yine beyazperdede.

Kalemtıraş toptancısı Ed­gar Rice Burroughs uzun süredir ilk defa düzenli bir işte çalışıyor, ancak hayalin­deki işi hâlâ bulamadığını düşü­nüyordu. Epeyce boş vakti ve ne olduğunu henüz tanımlayama­dığı bir arzusu vardı; böylece va­kit doldurmak için kurgu yazılar yazmaya başladı. Bir sene son­ra, Şubat 1912’de, ilk bilimkurgu hikâyesi Mars’ın Ayları Altında (Under the Moons of Mars) dö­nemin en popüler ‘ucuz dergi’le­rinden The All-Story’de yayım­lanıp da beğenilince, dergiye, büyük umutlarla yazdığı avantür hikâyeyi, Maymunların Tarza­nı’nı (Tarzan of the Apes) gön­derdi. İlk dört macera yayımlan­dı ve böylece Tarzan hayatları­mızdaki yerini aldı.

Artık ne yapmak istediğini bilen Burroughs, 1914’te May­munların Tarzanı’nı ilk kez ro­man olarak yayımlattı; 1950’deki ölümüne dek 23 Tarzan mace­rası daha yazacaktı. Tarzan ise 1935’teki macerasında (Tarzan’s Quest) ölümsüzlük iksirini içe­rek sonsuza dek yaşayacak, sa­dece romanların değil, sinema­nın da kralı olacaktı.

1918-2014 arasında çekilmiş 200’den fazla Tarzan filmi var. Bunların arasında en ünlü olanı hiç şüphesiz, 1932’de Maymun Adam Tarzan’la (Tarzan the Ape Man) başlayıp 12 macerası çeki­len, ilk kaydadeğer Tarzan çığlı­ğıyla kulaklarımızın pasını silen ve başrollerinde olimpiyat şam­piyonu yüzücü Johnny Weiss­muller ve Maureen O’Sullivan’ın olduğu seri. En seyredilesi ilk al­tı filmi Richard Thorpe çekmiş, kalan altı filmde ise Tarzan fark­lı bir Jane ve farklı yönetmen­lerle, denizkızlarından Nazile­re uzanan absürt serüvenlerle 1948’e dek yola devam etmişti.

1930’ların Tarzan’ı Johnny Weissmuller, Jane’in (Maureen O’Sullivan) kalbiyle beraber kulağını da fethederken.

1980’lere kadar pek çok fil­me, radyo programına, TV dizi­sine konu olan ve fakat yeni, hat­ta süper kahramanlar nedeniy­le havası giderek azalan Tarzan, 1984’te Greystoke: Maymunlar Kralı Tarzan Efsanesi (Greysto­ke: The Legend of Tarzan, Lord of the Apes) ile başka bir boyut ka­zandı. Ünlü İngiliz yönetmen Hu­gh Hudson’ın çektiği ve başrol­lerinde Christopher Lambert ve Andie McDowell’ın oynadığı film fantastik öğelerden tamamen arınmıştı. Tarzan’ı, ağaçtan ağaca atlayıp çığlıklar atan ve ormanı koruyup kollayan bir kahraman olarak değil, hasbelkader orman­da maymunlarla büyümüş, sosyal sorunları olan gerçek bir insan olarak sunan film, her ne kadar depresif ve karanlık bulunsa da, üç kategoride Oscar adayı oldu.

Roman olarak ilk kez 1914’te basılan Maymunların Tarzanı.

80’ler ve 90’larda doğanlar ise Tarzan’ı ne romanlardan ne de klasik filmlerden tanıdı. On­ların Tarzan’ı tabii Disney yapı­mıydı. 1999 yapımı bu ilk uzun metraj Tarzan animasyonu, dö­neminin son teknolojisi, müzik­leri, neşesi, aksiyonu, ünlü ses­leri ve bütçesiyle ($130 milyon) Tarzan’ı bu kez çocukların kah­ramanı yaptı.

Ve geldik günümüzün IMAX 3D + CGI sektörüne. Sinemayı (bazen sadece) görsel bir şölene dönüştüren bu son teknolojileri her kahraman gibi Tarzan da bir gün tadacaktı. Harry Potter seri­sinin en uzun süreli yönetmeni David Yates’in çektiği, Alexan­der Skarsgård, Margot Robbie, Christoph Waltz, Samuel L. Ja­ckson gibi isimlerin oynadığı Tarzan Efsanesi (The Legend of Tarzan) Burroughs’un orijinal hikâyesini 3 boyutla ve bol mik­tarda aşk, ihtiras, kin, entrika soslarıyla servis ediyor.

Kızgın kumlardan yeşil sahalara…

Dünyanın en prestijli fotoğraf ajansı Magnum Photos 1947’de kurulduğundan beri farklı etkinlikler vesilesiyle arşivini sergiye açıyor. Bu yaza damgasını vuran etkinlik ise futbol oldu.

Edebi dehası kadar fut­bola olan aşkıyla da bi­linen Fransız yazar Al­bert Camus, “Az da olsa ahlak hakkında ne biliyorsam, gerçek üniversitelerim olarak kalacak olan futbol sahalarına ve ti­yatro sahnelerine borçluyum,” demişti. Camus, futbolun, top peşinde koşturan 22 adamdan ibaret olmadığını, her kesim­den insanları bir araya getiren çok az sayıdaki tutkudan biri olduğunu iyi biliyordu.

Marilyn Monroe New York, 1959 © Bob Henriques / Magnum Photos

Bu yaz İstanbul’da bu tut­kuyu ölümsüzleştiren özel bir sergi var. Dünyaca ünlü fotoğ­raf ajansı Magnum Photos fo­toğrafçılarının 1958-2001 ara­sında farklı kültürlerin farklı tabakalarında gözlemleyerek çektiği kareler, futbol aşkının dünyanın her yerinde din, dil, ırk farkı gözetmeden aynı coş­kuyla yaşandığını gösteriyor.

Türkiye’de futbol sevdalısı iki Kürt çocuk, Erzurum, 1991 © Nikos Economopoulos / Magnum Photos

İyi veya kötü sonucuna gö­re hükümetlerin düşmesine ya da birleşmesine neden ola­bilen, El Salvador ve Hondu­ras örneğinde olduğu gibi iki ülke arasında savaş bile çıka­rabilen futbolun bu karmaşık ve renkli dünyası seneler bo­yunca birçok fotoğrafçının da ilgisini çekti. Brezilya’nın bir plajındaki çıplak ayaklı yıl­dızlardan İngiltere’nin sokak arasındaki teneke kutu kah­ramanlarına, Magnum Pho­tos’un ünlü fotoğrafçıları da kendine has bu güzelliği arşi­vinde topladı.

UEFA 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası vesilesiyle Fran­sız Kültür Merkezi işbirliğiy­le önce Ankara’da, ardından kısa bir süre için Bursa’da dü­zenlenen ve Magnum Photos arşivinden derlenen “Planè­te Football” adlı sergi yaz bo­yunca İstanbullu sanat ve fut­bolseverlerin ziyaretine açık olacak.        

Berlin Duvarı önünde futbol oynayan çocuklar, Wedding, 1963 © Thomas Hoepker / Magnum Photos