Kasım
sayımız çıktı

Hiyerarşiye rağmen orta yolu bulan halk

Türk halkı tarihte hiyerarşi içinde uyumlu bir tavır almayı bildiği kadar, orta yolu bulma yoluna da gitmiştir. Önderleri izleyen halk kitleleri kadar, uzlaşma yolunda giden halk hareketleri de vardır.

İSENBİKE TOGAN

Taksim Gezi Parkı olaylarının başlangıcında, 3 Haziran’da Hürriyet gazetesindeki bir haber ilgi çekici idi. Alman Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı Sigmar Gabriel, Türkiye’de devletin fazla yüce bir anlama sahip olduğunu, Gezi Parkı olaylarında şiddetin “ürkütücü” boyutlara ulaştığını vurguluyordu. Sigmar Gabriel devamla, “Almanya da böyle idi ama iki dünya savaşı yaşayınca devlet değil parlamento ön plana çıktı. Türkiye de 1. Dünya Savaşı’nı yaşadı, ama bunun etkisi devlete Almanya’daki gibi yansımadı. Bunu sizin politikacılarınızın tartışması lazım” diyor ve Almanya’da en yüce makamın cumhurbaşkanlığı değil, özgürce seçilmiş milletvekilliği, siyasette en büyük onurun seçilmiş olmak olduğunu belirtiyordu.

Gabrel’in söyledikleri düşündürücü- dür. Durum, bizim hiyerarşik yapımızla ilgilidir. Her ne kadar Türkçede hiyerarşi diye bir sözcük yoksa da, sözcüklere sığmayacak kadar çok, farklı farklı hiyerarşilerimiz var. Biz hiyerarşiyi severiz; bir kişi için “yerini doldurmuyor” dediğimiz zaman, onun hiyerarşiye uygun hareket etmediğini belirtmiş oluruz; “albayım, dekanım, başkanım” dediğimiz zaman da hiyerarşide bizden üstün olduğunu düşündüğümüzü belirtmiş oluruz. Devletin böyle yüce bir konumda olması, sosyal yapımızdan kaynaklanmaktadır.

Vaktiyle bir konferansta Thomas Barfield, “Türkler Araplara benzemez, onlar hiyerarşiyi tanırlar, o yüzden de tarihte bir çok devlet kurabilmişlerdir” demişti. Tabii bu haslet hiyerarşiyi tanımak ve üst kademelere saygı göstererek, itaat etmek şeklinde gösterir kendini. Bazen devlet yücedir, halk ise devletin kararlarına uyar, sesini çıkarmaz diye düşünürüz. Öte yandan şu geçen 30 yıl içinde halkın bir taraftan sesini çıkarmadan yaşamaya devam ettiğini, diğer taraftan aynı zaman içinde yaratıcılık gösterdiğini ve orta yollar geliştirdiğini görüyoruz. Örneğin cenaze kültürümüz, köyden getirilen adetlerle zenginleşti; genç, ihtiyar, kadın erkek bu değişiklikleri benimsedi ve hiçbir çatışmaya girmeden ara yol bulundu. Müzik konusunda da aynı şeyi söylemek mümkün. 1950’li yıllarda Türkçe şarkı, türkü vardı, hafif batı müziği İngilizce idi. Hatta Erol Büyükburç “O little Lucy” diye İngilizce bir şarkı bestelemişti. 70’li yıllarda Ajda Pekkan ile başlayan Türkçe söylemek, daha sonra Sezen Aksu’lar, Tarkan’larla yalnız Türkiye’de değil yurtdışında da dinlenen bir müzik türü oldu. Hatta 1990’larda Özbekistan’da “maşinası var yahşi mi yahşi, sürücüsü var şahsi mi şahsi” şeklinde Mustafa Sandal’ın pop müziği ağızdan ağıza dolaşıyordu. Demek halk hiyerarşi içinde uyumlu bir tavır almayı bildiği kadar, orta yolu bulma yoluna da gitmiştir.

Bu tavırlar yeni değildir, tarihte de görüyoruz. Ancak bunlara bir üçüncüsünü de eklemek lazımdır. Bu da sabrın sona erdiği, bardağın taştığı demlerde halkın kendi iradesini kullandığını görmemizdir. Biz devleti yüce bir yerde, hatta ulaşılmaz gördüğümüz için, tarihe de o gözle bakarız. Örneğin 681’de Elteriş Kağan’ın İkinci Kadim Türk Devleti’ni sanki yanındaki birkaç kişi ile aniden ortaya çıkarak kurduğunu düşünürüz. Halbuki 679’da, elli seneden beri Çin idaresinde bulunan bölük halkları kendilerine iki kişiyi lider alarak ayaklanmışlar ve 24 vilayetteki halk da kendilerine katılmıştı. Demek ki tarihe bakarken belli bir dönemi sadece hükümdarlar ve kurdukları devletler, yaptıkları savaşlar çerçevesinde anlamak, bize gerçekçi bir resim vermemektedir. Önderlerin arkasından giden halk kitleleri kadar, orta yolu bulmaya çalışan, uzlaşma yolunda giden halk hareketleri de vardır. Türkler göçebe iken, beğenmedikleri durumun içinden sıyrılarak oradan ayrılma yolunu seçerlerdi: Dokuzoğuzların Kadim Türkleri terketmeleri gibi. Biz ise bu terkedişin vuku bulduğu devri, Bilge Kağan sayesinde Kadim Türk Devleti’nin en görkemli devri olduğunu düşünürüz. Aslında hem Dokuzoğuzlar hem de Elteriş öncesinde gördüğümüz gibi, halk kendi iradesini tarihe miras bırakmıştır. Halk tarih boyunca varlığını hissettirmiştir; ancak tarihçiler her zaman o yöne bakmamışlardır.