İstanbul’un fethinden 56 yıl sonraki büyük depremde, Bizans’tan kalma bakımsız taş binalar insanların üzerine çöktü. Böylelikle başlayan “ahşap İstanbul” dönemi ise sonu gelmeyen yangınlara sahne olmaya başladı. Ta ki tulumbayı icad ederek, bu felaketleri bir nebze olsun durdurmayı başaran bir Fransız mühtedi ortaya çıkana kadar.
Doğu Roma’nın başkenti, tarihinin en büyük tahribatını gördüğü 1204-1261 arasındaki Latin istilasından sonra belini doğrultamadı. Türklerin eline geçtiği 1453’de bakımsız taş binalardan ibaret harabe bir şehir görünümündeydi. İstanbul’un Bizans artığı bakımsız yapı stoku, fetihten 56 yıl sonra “Küçük Kıyamet” adı verilen 1509 depreminde, bir miktar dinî yapı haricinde neredeyse tamamen yerlebir oldu, binlerce kişi enkaz altında can verdi.
Bu büyük depremden sonra taş yapılardan ürken siyasi mekanizma ve halkın istekleri doğrultusunda Anadolu ve Rumeli’den İstanbul’a binlerce dülger ustası ve işçisi getirtildi. Artık İstanbul’un bina dokusu ahşap olacaktı. Ancak şehrin kader çizgisine depremden de tehlikeli olan yangın felaketi eklenmişti.
Devletin sonuna kadar irili ufaklı yüzlerce yangında mahvolan İstanbul, her yangının ardından yeniden ahşap yapıda ısrarcı oldu. Sadece cami, medrese, imaret benzeri kamu binaları taştan inşa edilirdi. Ne var ki çıkan yangınları söndürmeye yönelik bir teşkilat 1719’a kadar kurulamadı. Bu tarihe kadar ilkel usullerle, yangını söndürmekten ziyade, daha fazla yayılmasını önlemeye gayret edilirdi. Sağlam binalar, bazen bir mahallenin tümü, balta, kanca ve küreklerle yıkılarak boş alanlar meydana çıkarılır, yangının yayılması engellenmeye çalışılırdı. Yine de bütün çabalara rağmen yangına maruz kalan ahşap binaların bilhassa iri çivileri genleşme dolayısı ile onlarca metre ilerilere bir yangın bombası gibi fırlayarak alevlerin geniş alanlara yayılmasına yolaçardı. Her yangın sonrasında dar sokaklar ve bitişik binalardan ibaret şehirde yenilenen ahşap yapılar yeni bir yangına kadar hüzünlü kaderini beklerdi.
Sultan III. Ahmed’in yenilikçi hükümdarlığı zamanında 1715’de on kişilik ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşen ve Müslüman olarak “Davud Gerçek” adını alan bir Fransız, 1716’da imal ettiği yangın tulumbası ile İstanbul’un yangınlara karşı makûs talihini değiştirme yolunda ilk adımı atmıştır. Devrin vakanüvis tarihlerinde tulumbanın bulunuşu ve Davud Gerçek hakkında bazı bahisler nakledilmiştir. Daha sonra uzun bir unutulmuşluk ve ihmal döneminin ardından Tarih-i Osmani Encümeni tarafından İbrahim Müteferrika’nın mezarı aranırken tesadüfen Haseki Nisa Hastanesi civarında Davud Gerçek’in mezarı bulunmuştur.
O tarihlerde henüz ortadan kalkmamış olan “Tulumbacılar” ismiyle nam salmış, Osmanlı kültürünü derinden etkilemiş böyle bir zümrenin ilk kurucusuna yönelik bu keşif çok ilgi çekmiş. Bugün Davud Gerçek’in kimliğine dair bilgileri en geniş haliyle biyografik bir anlatıma sahne olan mezartaşı kitabesinden öğrenmekteyiz. Bu nadir kitabe olmasaydı Tulumbacılık teşkilatı ve Davud Gerçek hakkındaki malumatımız oldukça eksik kalacaktı (Osman Ergin, Süheyl Ünver, Reşad Ekrem Koçu ve daha çok sayıda araştırmacı, konuyla ilgili yazılar yayımlamıştır).
İtfaiye Müzesi’nde yangına koşan tulumbacıların canlandırılması ve 19. yüzyıldan kalma tulumba.
Aile boyu tulumbacıbaşı Davud Gerçek’in ilk tulumbacıbaşı tayininden itibaren tulumbacıbaşılığın ailesi efradına geçmesi kabul edilmiş. Bu bilgiyi, torunu İsmail Fenni Ağa’nın bir arzı üzerine yapılan muamele derkenarlarından anlıyoruz. BOA.C.AS, 34657
Dinini değiştirip Müslüman olan Davud Gerçek’i Cevahirci Marşan isimli bir başka Fransız yakalayıp zehirlemek istemişse de başarılı olamamıştır. Kapudan İbrahim Paşa ile Venedik seferine katılarak bazı Venedik gemilerini attığı isabetli güllelerle batırmıştır. Sefer dönüşünde kendini İslâm dini araştırmalarına vermiştir. Davud Gerçek işte tam o sıralarda ilk yangın tulumbasını imal etmiş. Tüfenkhane’den çıkan
yangında bugünkü İstanbul Müftülüğü binasının yerindeki Yeniçeri Ağası’na ait binaların yanmasını bu tulumba ile engellemiş.
Tulumba sayesinde suyun üst katlara kolaylıkla ulaştırılabilmesi daha önce görülmeyen bir teknoloji idi.
Davud, Tophane yangınında da aynı başarıyı tekrar göstermiş. Biraz zaman geçtikçe tulumbanın yararlarını idrak eden devrin sadrazamı Damat Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından Yeniçeri Ocağı’na bağlı olarak kurulan Tulumbacı Ocağı’nın başına getirilmiş. Kaynaklarımız her ne kadar Davud Gerçek’in yangın tulumbasının mucidi olduğunu belirtseler de, bu tarihten kırk-elli yıl öncesinde (1650’ler) Avrupa’da ilk tulumba örneklerinin görülmeye başlandığını hatırlatalım.
Damat İbrahim Paşa’nın bu ocağın bir nizamnamesinin hazırlandığına dair III. Ahmed’e sunduğu telhis üzerine, padişah el yazısıyla “Tulumba îcâdî bir eser olup dua-yı hayra bais olacak emr-i mukarrerdir”
yazarak memnuniyetini belirtmiştir.
3. Ahmed’in tulumbayı takdiri Damat İbrahim Paşa’nın 3. Ahmed’e sunduğu telhis üzerine, padişahın elyazısıyla “Tulumba îcâdî bir eser olup dua-yı hayra bais olacak emr-i mukarrerdir…” yazarak memnuniyetini belirttiği belge. BOA. AE, III. AHMED 21491
1733’te vefat eden Davut Gerçek’in yaptığı ilk tulumbayı günümüzde tespit edemedik. Reşat Ekrem Koçu, 1960’larda kaleme aldığı bir yazıda Gerçek Davud’un imal ettiği tulumbanın İtfaiye Müzesi’nde teşhir edildiğinden bahseder. Şahsen Kasım 2015’de yaptığımız ziyarette bu müzede o tulumbaya dair bir iz bulamadık. Müzede en eski olduğu belli bir tulumbanın tanıtım kimliğinde 19. yüzyıl tarihini gördük. Bu durumda sağlıklı bir değerlendirme yapmak zor. Bildiğimiz, Gerçek Davud’un çocuklarının da bu sahada kabiliyetli insanlar oldukları ve kendisinden sonra oğlu Sadık Ali Ağa’nın da çift kazanlı bir tulumba icad ettiği.
1963’de Edirnekapı Şehitliği’ne nakledilen mezar taşları, bugün tespit ettiğimize göre sadece Gerçek Davud’un aile efradı ile nesline aittir ve oğlu Tulumbacıbaşı Sadık Ali Ağa’dan (öl. 1154 H) itibaren Tulumbacıbaşı İbrahim Ağa (öl. 1173 H.) Tulumbacıbaşı İsmail Ağa (öl.1215 H) Tulumbacıbaşı
İsmail Fenni’nin zevcesi Ziver Kadın (öl. 1228 Hicri), annesi Habibe Hanım (öl. 1229 H) medfundurlar. Gerçek Davud’un ilk tulumbacıbaşı tayininden itibaren tulumbacıbaşılığın ailesi efradına inhisarı kabul edilmiş. Bu bilgiyi, torunu İsmail Fenni Ağa’nın bir arzı üzerine yapılan muamele derkenarlarından anlıyoruz. Bu belgede Davud Gerçek’ten “Ceddim” diye bahseden İsmail Fenni Ağa, Tulumbacı Ocağı’ndaki kethüdalık görevini kardeşi İbrahim’e devretmiştir.
Yeniçeri Ocağı II. Mahmud devrinde 1826’da ortadan kaldırılırken, Tulumbacı Ocağı da nasibini almış ve o tarihteki Tulumbacıbaşı katledilirken, kardeşleri İbrahim ve Mehmed Sadık, Hırsova’ya sürgüne gönderilmişlerdir. Bu kardeşlerin akıbeti hakkında şimdilik bir bilgiye ulaşamadık. Belki affedildiler, belki de oralarda idam edildiler. Ne olursa olsun Fransa’dan kalkıp gelen, ailece dinlerini bile değiştiren, Osmanlılara gerçekten hizmet eden bir ailenin, ilk Tulumbacıbaşımız Davud Gerçek’in ailesinin hazin bir sonu olduğu kesindir.
MEZARTAŞI EDİRNEKAPI’DA
Merhum Davud Gerçek ruhiyçun Fatiha
Davud Gerçek’in Edirnekapı’daki aile mezarındaki kitabe, alışılmadık derecede uzun ve ayrıntılı. İşte kitabenin tam çevirisi:
“Dergâh-ı Âlî Yeniçerileri Tulumbacıbaşısı merhûm Davud Gerçek ruhiyçün Fâtiha 1146 / Aslında Frengistânda olup kendüye hidâyet ve İslâm’la beşâret olunup on nefer iyâl u evlâdıyla arzû-yı İslâm ve bin yüz yirmi sekizde gelüp Galata’da sâkin ve kendüsini cevâhirci Marşan nâm frenk Françe elçisine gamz ve ahz u tesmîm murâd idüp mümkin olmayup halâsından sonra Kapudan İbrâhim Paşa’yla hasbî Venedik seferine gidüp azîm yararlığı ve Venedik donanmasına tîz-destliği ve ma’rifetiyle bin dokuz yüz altmış dört pâre topu cüz’i vakitde nişândan atup üzerine gelenin direği sınup ve ba’zı gark olup mahâreti zâhir ve gelüp Dîn-i Muhammediye meşgul ve Tersâne önünde âfet irişüp muhterik kalyona nazar ve tulumba îcâd idüp bin yüz otuz târihinde Tüfenkhâne’den zuhûr eden harîk-ı kebîrde tulumbası halâs-ı Ağa Kapusı olmakda nef’i ve târih-i mezbûrda Tophâne harîkında dahi nice fâ’idesi müşâhede olundukda bin yüz otuz iki senesinde Vezîr İbrâhim Paşa bâ-ru’ûs-ı hümâyûn yüz yirmi akçe yevmiye ile kendüyi Ser-tulumbacıyân-ı Dergâh-ı Âlî ve yevmî on beşer akçe ile elli aded nefer ta’yîn ve yevmî otuz akçe ile bir odabaşı ve yirmi altı akçe ile bir çavuş ve yirmi dört akçe ile bir çavuş yamağı ve yirmi akçe ile bir kâtib ve altmış akçe ile ocak-kethüdâlığı ve kışla binâ ve neferâtı yüz elli adede tekmîl ve ortalarına on vukıyye lâhm ve yetmiş beş çift (nân-ı) azîz yevmiye ve doksan akçe yevmiye nöbetçi ta’âmiyesi ve ta’yin, hortum ve tulumba içün ağalığa yevmî kırk akçe terakkî ve neferinden biri Cebeci Tulumbacı Ağası ve biri Topçu Tulumbacı-başısı olmuşdur yirmi dokuz akçe ekmek ile odabaşı çırağ olmuşdur.”