Şubat 1921’de başlayan Londra Konferansı’nda savaş halinde olunduğu için ilginç bir protokol izlendi. Türkiye, Ermenistan ve Yunanistan heyetleri, İtilâf Devletleri temsilcileriyle ayrı ayrı görüştüler. İstanbul Hükümeti’nin temsilcileri söze neredeyse hiç karışmadı. TBMM’yi temsil eden Bekir Sami Bey ise, dönüşünde çok sert eleştirilere uğradı; ancak birçok konuda Ankara’nın önünü açmış oldu.
Mondros Bırakışması’yla başlayan süreçte Türkiye’ye gayet sert davranan İtilâf Devletleri, 1920’nin sonlarına doğru politika değişikliğine gittiler. Bunun birçok nedeni vardır.
Osmanlı Devleti’nin 10 Ağustos 1920’de imzalamış olduğu Sèvres Antlaşması’nı İstanbul’daki hükümetle yürürlüğe koymak mümkün değildi. Ahmet Tevfik Paşa başkanlığındaki Osmanlı Hükümeti, sözünü İstanbul dışında geçiremediği gibi; maddî açıdan da bir Fransız-İngiliz ortak kuruluşu olan Osmanlı Bankası’nın vereceği borçlara muhtaçtı. Ankara Hükümeti ise arasının görece iyi olduğu Bolşevik Rusya’yla ilişkilerini artık resmî bir ikili antlaşmayla somutlaştırmak üzere temsilcilerini Moskova’ya yollamıştı. Böylesi bir antlaşmanın Ankara üzerindeki Bolşevik etkisini ve Anadolu’da komünizm sempatisini artırma olasılığı Güney Kafkasya’dan ümidi kesmek üzere olan Büyük Britanya’yı tedirgin ediyordu.
Fransız kamuoyu ise Güneydoğu Anadolu’da verilen kayıplardan şikâyetçiydi; çocuklarının terhis edilmesini istiyorlardı. Fransız Parlamentosu da askerî harcamalar için ek bütçe ayırmaya hiç istekli değildi. #tarih’in 78. sayısında da (Aralık 2020) gördüğümüz gibi, İtilâf Devletleri’yle Yunanistan’ın arası, Venizelos’un döneminde olduğu kadar iyi değildi.
Bütün bu nedenler, Londra ve Paris’te Sèvres Antlaşması’nın uluslararası bir konferansta Türkiye lehine gözden geçirilmesi ve Ankara Hükümeti’nin de görüşüne yer verilmesi gerektiği fikrinin yeşermesine yolaçtı. Bu, Ankara’daki hükümetin resmen tanınması anlamına gelmiyordu. Ancak Ankara’nın oluru olmadan Türkiye’ye ilişkin karar alınamayacağının kabulü demekti. Ayrıca bir Fransız yetkili, “Ankara’dakilere haydut diyoruz ama, bunlar bizim ülkemizde yaşansaydı kahraman derdik” diyerek, TBMM’nin temsil ettiklerinin pek güzel anlaşılmış olduğunu dile getirmişti.
Ankara Hükümeti’nin ilk Dışişleri Bakanı Bekir Sami (Kunduh) Bey.
Britanyalılarla Fransızlar arasındaki diplomatik yazışmalar da İtilâf Devletleri’nin aynı anlayış doğrultusunda Sèvres Antlaşması’nın toprağa ilişkin bütün maddelerini tartışmaya açık tuttuklarını gösteriyor. Yani Anadolu’nun ve Doğu Trakya’nın Türkiye’ye bırakılabileceğine ilişkin bir görüş, daha 1920 sonlarında İtilâf başkentlerinde dile getiriliyordu.
Ancak, 1921 Şubat’ında toplanması kararlaştırılan konferansa davet aşamasında kriz yaşandı. Ankara Hükümeti resmen davet edilmemiş, Osmanlı heyetinde Ankara temsilcilerine de yer verilmesi istenmişti. TBMM, Türkiye’yi ancak kendisinin temsil edebileceğini; Sèvres Antlaşması’nı imzalayan bir hükümetin temsilcileriyle aynı heyette bulunamayacaklarını, Mustafa Kemal Paşa’nın 30 Ocak 1921 tarihli resmî tebliğiyle bütün dünyaya duyurdu. Daha önce de gördüğümüz gibi Mustafa Kemal Paşa, aynı günlerde Sultan Vahdettin’in TBMM’yi tanımasını ve İstanbul’daki hükümeti dağıtmasını istemişti (bkz. #tarih, sayı 79). Bunların hiçbiri gerçekleşmedi ama, İtalya’nın araya girmesiyle ayrı bir Ankara heyetinin Londra Konferansı’na katılması sağlandı. Böylece Ankara Hükümeti’nde Hariciye Vekili olan Bekir Sami (Kunduh) Bey başkanlığındaki Anadolu heyeti, 13 Şubat’ta Antalya’dan hareket ederek Londra’nın yolunu tuttu.
Londra Konferansı’nda savaş halinde olunduğu için ilginç bir protokol izlendi. Türkiye, Ermenistan ve Yunanistan heyetleri, İtilâf Devletleri temsilcileriyle ayrı ayrı görüştüler. Öte yandan, İstanbul Hükümeti’nin temsilcileri söze neredeyse hiç karışmadılar. Sadrazam Ahmet Tevfik (Okday) Paşa, hem fazla seçeneği olmadığından hem de sorumluluk almaktan kaçındığından, sözü çoğu zaman Bekir Sami Bey’e bıraktı.
Bekir Sami Bey ise gayet ilginç bir performans sergiledi. Ankara’dan yola çıkmadan önce TBMM’den ve Londra’dayken Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı direktifleri uygulamayan Bekir Sami Bey’in bu performansını, daha sonra TBMM tarafından hırpalanması ve Hariciye Vekilliği’nden istifası ışığında değerlendirmek doğru olmaz. Özetle, Bekir Sami Bey iki konuda Misâk-ı Millî anlayışının dışına çıkmıştır. Önce Batı Anadolu ve Doğu Trakya’daki nüfus oranlarını saptayacak tarafsız bir heyetin, buraları Yunan ordusu tarafından boşaltılmadan işe koyulmasını kabul etmişti. Sonra, Fransızlar ve İtalyanlarla TBMM’nin kabul etmesi imkansız anlaşmalar yapmıştı. Bu ülkelere bazı ekonomik ayrıcalıklar verilmesini kabul etmiş, Fransa’nın TBMM’nin yönetimine geçmesini kabul edeceği topraklarda cemaatler arası barışı sağlayacak bir jandarma gücü bulundurmasına ses çıkarmamıştı. İngilizlere de Ankara Hükümeti’nin elinde esir bulunan Britanyalılarla, Malta’da tutulan Türk esirlerinin karşılıklı serbest bırakılması fikrine yatkın olduğunu söylemişti.
Mayıs ortalarında Ankara’ya dönen Bekir Sami Bey, bu davranışı nedeniyle TBMM’de sert eleştirilere maruz kaldı. Ancak Londra’da yaptıkları, birçok konuda Ankara’nın önünü açmış oldu. İtilâf Devletleri, Ankara’nın o günlerde Atina’ya oranla barışa daha yatkın olduğunu anlamış oldu. Ayrıca nüfus sayımına olumlu yanıt vererek, haklılığından emin olduğunu gösterdi. Esir değiş-tokuşu ise güçlü bir iyiniyet gösterisiydi. Nitekim Birleşik Krallık yetkilileri Nisan sonunda Malta’daki Türkleri serbest bırakacaktı.
Asıl önemli kazanım, Fransa ve İtalya’yla yapılan, TBMM’nin haklı olarak kabul etmeyeceği anlaşmalardı. Geçerlik kazanmadılarsa da bu anlaşmalar bu iki ülkenin Ankara’yı ilk kez meşrû bir muhatap olarak görüp, işi anlaşma imzalamaya kadar götürebileceklerini ispatlamıştı. Devamı da kısa sürede geldi. İtalyanlar, Haziran başında Antalya’yı boşalttılar. 9 Haziran’da ise, 20 Ekim 1921’de imzalanacak Ankara Antlaşması’nın Fransız mimarı Franklin Bouillon Ankara’ya geldi.
Sonuç olarak, Londra Konferansı’nın Anadolu Savaşı’na son verme konusunda başarısız olduğunu biliyoruz. Ancak aynı konferansın, Sèvres Antlaşması’nın adının bile anılmayacağı bir süreci başlattığını da kabul etmek gerekir.