Kanunî devri sadece büyük bir fetih devri değil, sınırlar kadar aynı zamanda devlet idaresinin de oturduğu bir dönemdir. Kültürel atılımlar, başta mimari ve kayıt sistemi olmak üzere kalıcı bir etki yaratmıştır. Ne Batı’da ne Doğu’da, dünya tarihinin bu en tayin edici dönemi ne yazık ki şimdiye kadar hakkıyla yazılamamıştır.
15. asrın ortasında Avrupa’da bence Venedik’ten ve Cenova’dan başka parlak medeniyet kalmamıştı. Bir Rönesans sürüyor ama Avrupa duraklamada aslında. Rusya daha çıkmamış ortaya; Habsburg’ların lafı geçmiyor. İngiltere de öyle. İspanya yeni kıtalara açılıyor ama bir sistemi yok. Fatih Sultan Mehmet bütün Balkanlar’ı fethetmiş; Karadeniz’in kuzeyini kendine bağlamış; Kırım Hanlığı’nı, Pontus’u, Bizans’ı yıkmış.
Kanunî Sultan Süleyman, şüphesiz Osmanlı tarihindeki en önemli en ilginç sultanlardan biri. Hakkında yazılmış önemli eserler var tabii ama bunların hemen hepsi ikinci eldendir; ecnebi olanlar da dahil.
Kanunî 1520’de 25 yaşında tahta geçti ama ondan önce de bir devlet idaresi tecrübesi var. Padişah vekili gibi, çünkü Yavuz’un tek oğlu. Ve bu durumda yapacağı tek şey var adamın: Dedesinin alamadıklarını almak! Bu ne peki? İki şey: Rodos ve Belgrad. Rodos çok zor bir cenk, aylar sürüyor. Belgrad ise o zaman Macar Krallığı’nın elinde. Balkanlar’da her zaman ciddi bir merkezdir Belgrad, dün de bugün de.
Fatih biliyorsunuz bütün Kuzey Ege’yi aldı. Limnos, Thasos, Semadirek; efendime söyleyeyim, Midilli… Bütün bunları aldı ama güneyde Rodos’u alamıyor. Burada Rodos süvarileri var; gemici herifler, haydut, korsan… Kanunî anlıyor ki bu iş için tekamül etmiş bir donanma şart. Kendisi de karadan takip ediyor seferi. Eğer orada bir muvaffakiyet olmazsa Allah bilir, gemi döşettirecekti! Çok hırslı bu konuda.
Şimdi bundan sonra başladı artık büyük bir genişleme (expansion). Belgrad da aslında kendi başına bir şey ifade etmiyor. Budin’e yöneliyor. Türkiye tarihinin en enteresan seferidir. Şehit sayısı karşı taraf ölüleriyle ile mukayese edilemeyecek kadar az ve bütün Macar ordusunu tarumar ediyor. Bu arada Macaristan dediğin ne Sırbistan’a ne Pontus’a ne de Bizans’a benzer; gayet kuvvetli bir krallık. Bu arada İbrahim Paşa yanında, Pargalı çok akıllı biri; Piyale Paşa’yı, Pîrî Mehmet Paşa’yı da devraldı babasından.
Bu arada korsanların reisi, bugün algıladığımız anlamda korsan değil. Barbaros Hayrettin, Oruç’un adamı. Zaten onu Beylerbeyi yaptı nihayetinde oraya. Suriye’ye hakim olduğun zaman, oraları bütünlemen lazım. Bu bakışaçısı Fatih’ten ziyade Yavuz’da vardır.
Kanunî Macaristan’ı fethedip Budin’e girdikten sonra, oraya Zapolya’yı kral tayin etti. O sırada Karl Ferdinand, Macaristan’ın taht varisi. O ölürse diğeri, diğeri ölürse o hüküm sürecek… Sonunda Kanunî, Zapolya’yı orada tutmak yetmeyince onu Erdel Kralı yaptı Transilvanya’ya. Böylelikle bugünkü Macaristan Budin eyaleti olarak bağlandı Osmanlı Devleti’ne. Bu çok önemlidir.
Kanunî yine Fatih’in yolunda Korfu’ya oradan Otranto’ya çıktı. Ancak orada çok tutunamadı zira Doğu meselesi çıktı karşısına. Kendisi sefer sayısı itibariyle 44 yıllık saltanatında ilk sırada. İmparatorluk sınırları çok genişlemişti. İtalya’yı da alabilseydi, bu kültür ile çok daha haşır-neşir olacaktık ve belki üniversite bizde çok daha önce kurulacaktı. Yine de Süleymaniye Medreseleri de çok önemlidir.
Bu dönem aynı zamanda bir kültürel atılım dönemidir. Osmanlı mimarisinin önemli eserleri Kanunî dönemindedir. Osmanlı sanatının kendi tezhibi, devlet yazışmaları… İlginç şekilde, Fatih devrindeki yazışmalarımız-arşivlerimiz, Kanunî Devri ile mukayese edilmeyecek kadar dardır. Bu devre kadar devlet esas olarak sözlü yönetilmiş; eski gelenek. Fatih döneminde de tahrirler yapılıyor; ancak Kanunî döneminde kayıt altına alınmaya başlanmıştır. Mesela Divan toplantılarında Mühimme defterleri tutulmuştur. Bu devirde ilmiye sınıfı da tam oturmuştur. Divan-ı Hümayun üyesi olmayan bir adam ki, İstanbul müftüsüdür; birdenbire ulemanın reisi konumuna gelmiştir. Onun istekleri ile tayinler başlamıştır. İlginçtir.
Askerî alanda ise Donanma’nın zirveye çıktığı bir dönemdir Kanunî dönemi. Ondan sonra Türk donanması 19. asra kadar pek bir ilerleme kaydedememiştir. Ancak şunun üzerinde ısrarla durmak lazım: Girit, Malta, Sicilya, Kıbrıs alınamadı bu devirde. Rodos ile durdu Adalar’ın fethi meselesi. Yine bu dönem imparatorluğun sınırlarının oturduğu bir dönem. Osmanlıların rakipleri Afrika’nın güneyinden okyanusu geçtiler ama bu gelişimi sürdüremediler; üretimleri de düşüktü Portekiz ile İspanya’nın. Yani İspanya altın getiriyor ama zanaatı olmadığı için bunu yatırıma dönüştürmeyi, geliştirmeyi bilmiyor. Böylelikle daha sonra 17. asrın İngiltere’si ve Hollanda’sı çıktı gerçek kolonyal güçler olarak. Maalesef bu gelişimin dışında kaldı Türkiye İmparatorluğu. Fatih ile başlayan dönem sona erdi.
Türkiye tarihinin bu 100 yılını (1453-1553) bambaşka bir şekilde okumak ve değerlendirmek lazım (Bir de, unutmayalım; İran çok önemli bir devlet; hiçbir zaman askerî teknolojisi yetişememiş bize fakat başka konulardaki kavrayışları yüksek). Bence hiçbir tarihçinin hafsalası, ne Batı’da ne Doğu’da dünya tarihinin bu dönemini kapsayamıyor. Bütün bunları mütalaa etmek, her tarihçinin kavrayacağı bir mesele değil. Bizdeki en önemli eksik ise mektup ve mektup tarihi. “Memoire” olmadan tarih olmaz.
Bir başka mesele de Fatih ve Kanunî kıyaslaması. Bunlar şüphesiz iki parlak hükümdar. Ancak Fatih’in konumu da kişiliği de yaptıkları da çok ileridedir. Bilgisi çok yüksek. Bugün takım tutmaya gerek yok Fatihçiler ve Kanunîciler diye. Osmanlı tarihinin en enteresan ve yüksek portresi Fatih Sultan Mehmet’tir. İmparatorluğun kültür tarihidir. Ancak o çok parlak diye Kanunî’yi de karartmayalım. Herkes ona “Grand Turc” ya da “Magnifique” diyor. Ruslar “Velikolepniy” diyorlar. Muhteşem çünkü başta entelektüel kapasitesi yüksek. Org dinliyor; Matthias Corvinus’un kitaplığından müthiş mecmualar getirmiş, nota mecmuaları. Bunlar bizim Topkapı’da (Bir tanesini tamir ettiler, Macar Bilimler Akademisi yeniden bastı). Tekstil zevki çok yüksek, kuyumcu; Venedik’le yarışacak işler yapıyor.