Büyük felaketler gösteriyor ki teknolojinin gelişmesi, modern çağa giriş ne kadar büyük olursa olsun; temelde insan karakteri, organizasyonu, örgütlenme kabiliyeti ve pozitif zihniyeti gelişmediği takdirde hiçbir şey ifade etmez.
Tarih boyunca İstanbul’da birçok büyük depremin meydana geldiğini biliyoruz. Osmanlı dönemi İstanbul’unda yaşanan büyük depremlerde sadece evler ve işyerleri değil, saraylar, camiler ve diğer büyük yapılar da çok ciddi zararlar görmüş. Tabii şimdi çok daha yoğun bir iskan var. “Her şey daha iyi, malzeme mükemmel deniyor” ama hiçbir malzeme bir depreme ahşap kadar dayanıklı olamaz. Artık çok katlı iskan var. Sokaklar çok dar ve mesafeler çok uzun. Bu bakımdan binalar dayanıksız, ölümler çok daha fazla ve işin kötüsü -eskiden deprem mıntıkalarında dönemin itfaiyecileri, tulumbacıları ve mimarbaşının birtakım yardımcı kolları çok daha kolay koşuşuyordu; şimdi öyle bir şey yok. Bir yerden bir yere gidilemiyor ve gidilemeyecek. İstanbul’da olası bir depremde birtakım yerlere ulaşılamayacak.
Osmanlı döneminde İstanbul’u ziyadesiyle etkileyen dört büyük depremin olduğunu biliyoruz: 1509, 1719, 1766 ve 1894. 1509 depremi, İstanbul’un tarihî süreçte geçirdiği en büyük tabii afetlerden. Osmanlı tarihçileri “kıyamet-i suğra” (küçük kıyamet) der. 1894’te (6 Muharrem 1312) meydana gelen büyük depremden ise tarihî kaynaklarda, “büyük hareket-i arz”, “zelzele-i azîme” olarak bahsedilir. Hatta bir tanesinde tsunami de görülmüş; raporlar çok iyi değil ama çalışanlar var. Mesela Celal Şengör, İstanbul’da olacak deprem için yine “küçük kıyamet olacak” diyor. 2023 büyük Kahramanmaraş depremini ise tarih nasıl yazacak, henüz bilemiyoruz elbette.
Tarihî vakalar gösteriyor ki hırsız, haydut vb. kimseler, bugün tarihteki felaketlerde olduğu gibi çok değil. Yine de maalesef birçok insanlar var. Bu tarz büyük felaketler gösteriyor ki teknolojinin gelişmesi, modern çağa giriş ne kadar büyük olursa olsun, temelde insan karakteri, organizasyonu, örgütlenme kabiliyeti ve pozitif müspet zihniyeti gelişmediği takdirde hiçbir şey ifade etmez, daha kötü neticeler doğurabilir.
Bu vesileyle tarihte başka bir felakete daha bakmak lazım; biliyoruz ki İstanbul’un baş dertlerinden biri de yangındır. Yangınlar geçmişte daha tehlikeli sonuçlar verdi; zira yangın başladığında beraberinde pek çok şeyi yok eder. Kocaman mahalleler yanar biter kül olur, mahvolur. Zaten İstanbul’da ya yangın ya deprem esas tehdit. Yangının farkı, ondan kaçmak daha kolay olabilir depreme göre… Eşyalar yanıyor, evler yanıyor fakat insanlar kaçıp kurtulabiliyor. 1890’larda Beyoğlu’nda, taş binalarda yangın oldu. Ölenlerin sayısı çoktu. Diyelim ki modern teknoloji kullandın, çelik zırhlar vs. O da yetmez ki. Çelik zırhın içine konuluyorsun da o seni koruduğu gibi boğabilir de. Gerçek manada tedbir alınmazsa, modern teknoloji aleyhinize bile dönebilir.
Depremin en ağır sonuçlarının yaşandığı Antakya’yı ilk defa 1963 baharında gördüm. Bugün eski Antakya’yı arayacak duruma geldik. Bölgenin hem insanını hem tarihî mirasını korumamız lazım. Bu da ayrı bir çaba, dikkat ve uzmanlık istiyor. Eski Antakya’yı görmek, onu yaşamak ve yeniden yapmak için gayret gerekecek.
Uzmanlık ve çaba gerekli
Depremlerin ardından harap olan Antakya’yı yeniden yaşamak için çaba, dikkat ve uzmanlık gerekecek. (Fotoğraf: Yasin Akgül)
UZMAN GÖRÜŞÜ
İstanbul depremi ve kuzey-güney fay hattı
Prof. Dr. Celal Şengör 2014 Temmuz ayında dergimize yazdığı yazıda, muhtemel İstanbul depremine dair jeolojik durumu özetlemişti.
CELAL ŞENGÖR
Jeolojik olarak Türkiye’nin başında iki büyük bela var. Biri çok büyük bir bela ama çok şükür 1000 senede bir oluyor; O da Girit’in güneyindeki bölge. Orada olursa 8’den büyük olabilir. Bu durumda Sicilya’yı, İsrail’i, İskenderiye’yi bile tsunami vuruyor. Türkiye sahillerinden hiç bahsetmeyeyim.
İkinci büyük tehlike Kuzey Anadolu Fayı. İşte 1894’teki deprem de o fay sisteminin normal fay olarak çalışan bir parçasında meydana geldi. Bu depremin büyüklüğü göreceli düşük olmasına rağmen (6’larda), yaptığı yıkım çok büyük. Bu hattın büyük depremleri, genellikle doğu-batı yönünde hareket eden yanal atımlı parçalar üzerinde olur, dolayısıyla hasar da bu yönde olur; kuzey-güney ekseninde yayılmaz. İstanbul’un büyük avantajı tabii bu. Ancak bizim beklediğimiz büyük, yani 7.6’lar civarında bir deprem yanal atımlı fayı kıracak ve 1894’te olduğu gibi kuzey-güney ekseninde de ciddi tahribat yaratacak.
Kumburgaz ile Tuzla hizasına denk gelen Marmara Denizi’ndeki bu hat, 1766’dan beri hareketsiz. Tabii bu enerji dışarı çıkacak sonunda. Bu deprem bir de 1894 depreminin üzerinde olmuş olabileceği normal faylardan birini tetiklerse, büyüklüğü 7’ye varabilecek bir deprem daha oluşturabilir. 1894’teki nüfus 1 milyon bile değil. Binaların büyük çoğunluğu da malum ahşap. Gerisini, bugün deprem sonrası toplanma alanlarına plazalar, acil ulaşım yollarının bir şeridini park yeri yapanlar düşünsün. Binalara, ruhsatlara hiç girmeyeyim.