1923-24’ün İstanbul’unda 16 sayı çıkan Bin Bir Bûse: En Şen En Şuh Hikayeler adlı kitap, erotik edebiyatımızın müstesna bir parçası. Mehmed Rauf’un ve diğer yazarların müstear isimlerle yazdığı, Ratip Tahir’in olağanüstü çizgileriyle resimlediği dergi o kadar çok ilgi görmüş ve okunmuş ki, fasiküller yok satınca okuyucuya bu kez iki cilt kitap olarak sunulmuş. Meşrutiyet’ten cumhuriyete “müstehcen-avam edebiyatı”.
Meraklısı, 1923’te toplam 16 sayı yayımlanan, erotik yazı ve görselleriyle müstehcen edebiyatın alamet-i farikası Bin Bir Bûse dergisine aşinadır. Bin Bir Bûse’nin bu 16 sayılık eski Türkçe nüshalarında bütün yazılar isimsizdir ve döneminin çok ses getiren erotik dergisini kimin çıkardığı belirsizdir.
Türk müstehcen edebiyatının başlıca iki telif kitabı 1910’da yazarının ismi gizli tutularak eski Türkçe basılan Bir Zanbağın Hikayesi ve Kaymak Tabağı’dır. Bu iki kitabın müellifi de aynı kişidir ve hatta Bir Zanbağın Hikayesi kitabını yazdığı için ordudaki görevinden atılıp hapis cezasına çarptırılacaktır. Bu yazar, daha sonra Hikaye Külliyatı, Mehasin, Süs, Kelebek, Gelincik dergilerini de çıkaran, ilk psikolojik roman olan Eylül’ü yazan, Edebiyat-ı Cedide akımının öncülerinden Mehmed Rauf’tan başkası değildir.
Mehmed Rauf, Türk müstehcen edebiyatının nirengi noktasıdır. Ona Türk erotik edebiyatında gizli bir şöhret ve nam kazandıran eser ise okuyucuya “En şen en şuh hikayeler vaadeden” Bin Bir Bûse’dir. 1923-24’ün İstanbul’unda resimli 16 sayı çıkan; isimsiz yazarları ve döneminin sarsıcı, erotik içeriğiyle 1920’lerin İstanbul’unu kayınbiraderler, baldızlar, yengeler, konak yaşamı, kadınlı erkekli hizmetkarlar, genç kızlar, zengin kocalar, çetrefilli aşk ve şehvet hikayeleriyle adeta toplumsal olarak dikizleyen; aradan geçen bir asır sonra dahi ünü dillere destan bir sosyal yaşam manzumesidir. Bin Bir Bûse mecmuasının dönem itibariyle Mehmed
Rauf tarafından çıkarıldığına dair neredeyse şüphe yoktur ama, somut bir delil de tam anlamıyla şekillenememiştir. Bin Bir Bûse ile ilgili en yetkin yayın Irvin Cemil Schick ve Ömer Türkoğlu’nun 2005’te hazırladığı Bin Bir Bûse: 1923- 24 İstanbul’undan Erotik Bir Dergi adlı kitaptır. Bu kitabın sunuş yazısında Irvin Cemil Schick, dönemin mecmualarını tarayarak elde ettiği bilgiler neticesinde en az sekiz sayı yayımlanmış ancak bu vakte kadar göremedikleri bir Bin Bir Bûse kitabından bahsederek şu dipnotu düşer: “Bin Bir Bûse’nin bu ilk dizisi bugün pek nadirdir. Dört sayıdan oluşan (sanırım ikinci) cildi, University of California-Los Angeles’ta mahfuzdur”.
Arşivimizdeki bilinmeyen iki cilt, her bir cildi 32 sayfalık dörder formadan mürekkep, Bin Bir Bûse: En Şen En Şuh Hikayeler kitabı, Irvin Cemil Shick’in dergi taramaları sonucu aktardığı bilgileri doğrular ve daha fazlasını da müjdeler cinsten. Bin Bir Bûse ve Mehmed Rauf efsanesini gerçekliğe kavuşturacak çok önemli bilgiler ve somut deliller içeriyor.
Bu iki ciltlik her bir forması 32 sayfalık dörder kitabı içinde barındıran Bin Bir Bûse’nin ilk dönem serisi, Özege’nin kayıtlarında sadece ilk cildiyle ve yazar bilgileri olmadan yer alırken, dünya kütüphanelerinde de sadece ABD’deki Duke Üniversitesi’nde bir cildinin bulunduğu bilgisiyle bulunuyor. Bin Bir Bûse olarak adlandırabileceğimiz bu iki cilt kitap Orhaniye Matbaası’nda, 32’şer sayfa olarak basılmış. 16 sayılık dergi formatındaki bilinen Bin Bir Bûse ile ta’lik yazıyla yazılmış serlevhaları, logosu, logosunun altındaki hattat imzasına varıncaya dek birebir aynı. Hatta iki Bin Bir Bûse’nin çizimlerini yapan çizer de aynı: Ratip Tahir. Bu ilk dönem Bin Bir Bûse’nin, ikinci dönem, yazarları gizli 16 sayılık Bin Bir Bûse’den en önemli farkı ise yazar kadrosunun apaçık kapaktan duyurulması.
Mehmed Rauf, Selami İzzet, Reşad Nuri
Birinci cildin yazar kadrosu şöyle verilmiş: “Kırmızı Muhafaza (Octave Mirbeau). Kayıp Olan Çocuk (Reşad Nuri). Genç Kızlar Mı? (Selami İzzet). Deniz Kızı (Mehmed Rauf). Bir Doktorla Bir Kokot (Ahu Baba). İdman (Cımbız). Çivi Çiviyi Söker (Ahu Baba). Bahar Hastalığı (Yorgo). Bir Taş İki Kuş (Mehmed Rauf). Hırsızlar (Catule Mendes). Bu da Benim Mürşidim (Selami İzzet). Kocaya İtimat (Yorgo). Terzi Kızı (Ahu Baba).
Mehmed Rauf kendi isminin yanı sıra “Ahu Baba” ve “Cımbız” mahlaslarıyla da kitaba katkı sunuyor. Birinci cildin içindeki yazı ve yazarlar tanıtıldıktan sonra ise alt rafta okuyucuya bir not: “Ayrıca basılmış dört adet resim ilavesi vardır”. İki kitap içinden de çıkan bu resimler ikinci dönem Bin Bir Bûse’nin siyah-beyaz kapaklarıyla birebir aynı tarzda, ikincisinin aksine renkli olarak basılmış, arkalı önlü dört ayrı kitap kapağı. Birinci cilt kapağının en altı, “Fiyatı yirmibeş kuruştur” yazısıyla bitmekte.
“Okuyanlardan sorunuz…”
İlk iki yazıyı “Deniz Kızı” ve “Bir Taş İki Kuş”un muharriri olarak Mehmed Rauf yazmış. Arka kapakta: “Bin Bir Bûse – Her Perşembe zarif, resimli bir kapak derununda otuz iki sahifelik kitap halinde neşr olunur. Okuyanlardan sorunuz. Fiyatı beş kuruştur” yazılı.
Fasikül halinde basılan bu ilk dönem Bin Bir Bûse’ler o kadar çok ilgi görüyor ve okunuyor ki, fasiküller yok satınca okuyucuya bu kez iki cilt kitap olarak sunuluyor. Fasikül halinde basılan nüshalar renkli kapak fotoğrafıyla basılırken, iki cilt kitap haline getirildiğinde ise renkli kapak resimleri olmadan bu resimler ayrıca planş olarak kitabın içinde dağıtılmış.
Kadro genişliyor: Mahmud Esad, İzzet Ziya
Gelelim Bin Bir Bûse’nin ilk döneminin ikinci cilt kapağına. İkinci cildin yazar kadrosu ve yazıları ise şöyle; “Mantar (Yesari Zade Mahmud Esad). Reçel Kavanozu (İzzet Ziya). Güzellerin Aşkı (Mehmed Rauf ). Servant Luis (İzzet Ziya). Teslim Olurlar Ama (Cımbız). Eğer Aşk Buysa (Selami İzzet). Sayfiye Kirası (Morris Duney). Rolün Derisi (Rişar Omunra). Hayır Almalık (İzzet Ziya). Kına Gecesi (Refik Nuri). Buse Tedavisi (Cımbız)”.
İkinci cildin ilk hikayesi Mahmud Esad’ın “Mantar”ıyla başlıyor ve İzzet Ziya’nın “Reçel Kavanozu”yla bitiyor; ikinci dönem Bin Bir Bûse’yi de okuyucularına haber ediyor: “Gelecek kışa daha büyük bir itina ile karilerini tenşit etmek üzere tatil-i neşriyat eylemiştir”. Mehmed Rauf tevkif edilme ve yasaklanma korkusuyla ilk dönemi sonlandırıp ikincisini planlamış olmalı.
2. Meşrutiyet’in getirdiği hürriyet havasının da etkisiyle, 1910’da Bir Zanbağın Hikayesi ve Kaymak Tabağı ile toplumun bastırılmış duygularını isimsiz kitaplarıyla, cesaretle yansıtan Mehmed Rauf; aradan geçen 13 sene sonra yeni bir hayatın ve duyguların da en cesurca yansıtıldığı mecmuanın başyazarı ve yayıncısı olmuş. Meşrutiyet’ten cumhuriyete evrilen süreçte önce 8 forma iki cilt kitap olarak edepli hikayelerle başladığı Bin Bir Bûse’yi, daha sonra kendi öz, muzır ve erotik çizgisine, 16 forma olarak isimsiz yayımlayacağı ikinci dönemiyle zirveye taşımış.
Zafer Toprak’ın “müstehcen-avam edebiyatı” olarak kavramlaştırdığı muzır neşriyat çağının bu son yılları, Osmanlı döneminden cumhuriyete aynı zamanda toplumsal bir çözülmenin de açık-seçik bir dışavurumu olarak adeta bir dönemin röntgenini çekiyordu: “Meşrutiyet’ten cumhuriyete müstehcen avam edebiyatı bir toplumsal dönüşümü simgeliyordu. Bu tür edebiyatta içerik, biçime baskın çıkıyor, bilinçaltına itilmiş özlemler satır aralarında ifadesini buluyordu. Müstehcenlik, özgürlüğün bir tür dışavuruşuydu” (Zafer Toprak, “Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Müstehcen Avam Edebiyatı”, Tarih ve Toplum, sayı 38, Şubat 1987, s. 25-28). Bu özgürlüğün ve cumhuriyete, yeni hayata geçiş döneminin eski Türkçe, en aykırı, en sıradışı vesikası Bin Bir Bûse, günyüzüne çıkan bu ilk dönem iki cilt muzır kitabıyla bir asır sonra nam-ı diğer yayıncısını da okuyucularına fısıldıyordu.
MEHMED RAUF’UN YAZDIĞI “DENİZ KIZI”NDAN
‘Çılgın bir şehvetle insanı cinayete davet ediyor’
“… O zaman başını tuttum, kendime çektim. Daha tamamıyla kurumamış dudaklarını asırlarca süren bir buse ile emdim. İkimiz de derin bir aşk içinde ezildik. O, ‘Hadi, hadi; artık gidiniz… Allah aşkına…’ dedi. Fakat bir kere ilk hutve atladıktan sonra, o zengin vücudu bırakıp çıkmak için lazım gelen kahramanlığa melek değilsem beni kim itham edebilir? Dudağından gerdanına indim; o da ben de o kadar titriyorduk ki, yuvarlanıp yere düşmek üzere idik. Elimle kolunu çekerek göğsünü açtım. O zaman, ah o zaman dünyanın en ipek memeleriyle muhteşem göğsü açılıyordu. O tekrar kapamak için uğraşıyor, fakat son derece bitap olmama rağmen kollarıma mukavemet edemiyordu. Pek canlı, pek müşekkel vücudu hareketten sert sert dalgalanıyor, avuçlarındaki elimle, çılgın bir şehvetle insanı cinayetlere davet ediyor idi. O artık zavallı kadın benden bin kere daha harap bir halde azmış, berbat, mahmum soluyor, bir taraftan ağlar gibi: ‘Artık ölüyorum, Allah aşkına, artık… Artık ölüyor… Çık haydi, git artık…’ diye feryat ediyor, yalvarıyordu”.
RAUF’UN YAZDIĞI “ÇİVİ ÇİVİYİ SÖKER”DEN
‘Eğer hevesine tabiğ olsa galeyan eden kanı onu…’
“… Müşekkel omuzları göründü, sonra altından avuçlarında mini mini kancalarıyla bir çift canlı hararetli meme fırladı. Gömleğinin içinde kalçaları dalgalanıyordu. Vücudun bütün hududunun ahengi genç kadının ne bulunmaz nadire, ne ele geçmez bir afet olduğunu ilan ediyordu. O zaman ayaklarının altında birbiri üzerine yığılan elbisenin üzerine çömeldi; şimdi potinlerini çıkarıyor, bu hareketiyle ince bacakların arasında gölge içinde kaybolan latif bir çizgi fark olunuyordu. Necip artık yatakta bir kan halinde kaynıyor, kuduruyordu. Eğer hevesine tabiğ olsa galeyan eden kanı onu bir hamlede genç kadının üzerine sevk edecekti. Fakat buna mahal kalmadı. Genç kadın ayağa kalkmıştı. Bu halde yatağa yaklaştı, yorganı kaldırarak daldı. İçinde kayboldu. O anda iki kuvvetli kolun arasında sıkıldığını, dudaklarını bir ağzın zabtettiğini gördü”.