Kasım
sayımız çıktı

SEFERBERLİK Ahali harp nizamında

Sadece savaşçıların, askerlerin mobilize edildiği uzun tarih dönemlerinden sonra, 1. Dünya Savaşı ile birlikte milletlerin topyekun seferber olduğu dönemlere geldik. Bugün ise, yaygınlaşmış terör ve gayrinizami kent savaşları döneminde, geleneksel seferberlik kavramları da anlamını yitirmiştir. Herkes kendi taraftarlarını silahlandırır. Bu, içsavaşta parçalanmış veya içsavaş atmosferiyle çevrelenmiş ülkelerin dramıdır. 

Günümüzde her yer savaş alanı. Örgütlü şiddet, bu derece “kötü” hale dönüşmüştür. Ama geçmiş savaşlar da hemen her zaman “temiz” değildi. Yenilen, şayet katledilmezse köle yapılır, köyleri kentleri yakılır, aileleri de ganimet olarak götürülürdü. 

İşte, geçmiş savaşların şanlı hücumları, top atışları, vb. yansıtılır da, bu yönleri ve esas olarak da güçlerin nasıl seferber edildiğine genelde değinilmez. Halbuki savaş seferberliğe dayalıdır. Biz tarihimizdeki en büyük felaket olan Balkan hezimetini, seferberliği tamamlamadan savaş ilan ettiğimiz için aldık. 1. Ordu öngörülen 478.000 asker yerine 115.000, 2. Ordu da 418.000 yerine ancak 186.000 askeri seferber edebilmişti ki, bunların bile her türlü malzemesi eksikti. Balkanlı orduları ise çoktan seferber olmuş, her anlamda hazırlanmışlardı. 

Ülken seni istiyor! 1. Dünya Savaşı boyunca devam eden seferberlik sırasında askere alınan Osmanlı gençleri, 1915. Aynı dönemde, üzerinde İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener’in görüldüğü ve seferberliğin sembolü haline gelen afiş: “Ülkenin Ordusuna Katıl!” 

Bu arada, seferberliğin teknolojiyle birlikte yeni boyutlar kazandığını da eklemek gerekir. Örneğin, 1914’de Büyük Savaş’ın seferberliği için demiryolları o kadar hassastı ki, bir gün, hatta birkaç saat gecikme bile muazzam bir dezavantaj yaratabilirdi. Fransızlar bu dersi 1871’de Almanya karşısında orduları darmadağın olunca almışlardı. Ancak 1914 seferberliğini Almanları kıskandıracak bir hassaslıkla tamamlayıp ayakta kalmayı başardılar. 

1.Dünya Savaşı öncesinde bir taraf seferberlik ilan edince, karşı tarafın derhal kendi seferberliğini ilan etmesi kaçınılmaz ve hayati bir sorun haline gelmişti. Bu durum savaşı adeta otomatik hale getiriyordu. Birisi düğmeye basınca, tüm ülkeler seferberlik ve yığınağa başlıyor ve avantaj sağlamak için harekata başlıyordu. İlk andan itibaren her şey genelkurmayın eline geçiyor, politikacılar ve diplomatların yapacağı bir şey kalmıyordu. Bu tür modern seferberlikler Sanayi Devrimi sonrasına aittir. 

Tarihte yerleşikler ile göçerler arasındaki mücadeleler, savaş hazırlığıyla ilgili ilginç durumlara işaret eder. Avrasya steplerinin savaşçı göçerleri, binlerce yıl boyunca sınırlarındaki yerleşik ve kentleşmiş toplumlar üzerine sonu gelmeyen akınlar yapmışlardır. Yerleşikler, toparlanıp ordularını seferber edinceye kadar, akıncılar çoktan yağmalarını toplamış ve bozkırın takip edilemeyecek uzaklıklarına çekilmiş olurlardı. 

Seferberlikte sürat Ağustos 1914’teki genel seferberlik ilanı ve sonrasında, Paris’te askere yazılmaya giden sivilller. Fransızların Almanlar’a direnebilmesinin en önemli nedeni, seferberlikteki hızı ve başarısıydı. 

Yerleşiklerin seferberlik için vakit kazanmaları, uğranılan baskınların etkilerini sınırlamaları için bulunan çare, uzun duvarlar ve yerleşimlerin etrafına surlar inşa etmeleriydi. Büyük Çin Seddi bunun en bilinen örneğidir ama birçok başkaları da vardır. Romalılar da İngiltere’nin kuzeyinden gelen akınları durdurmak için Hadrian Duvarı adı verilen bir set inşa etmişlerdir. Bu duvarın, bizde Karadeniz ile Marmara arasına inşa edilen bölümünün kalıntıları Istranca Ormanları ve arasında da kalmıştır. Ayrıca yine bizim topraklarımızda, Gelibolu Yarımadası’nda (Saros hattı-Bolayır) tarihi 2500 yıl öncesine uzanan antik savunma duvarlarına ait kalıntılar görülebilir.

Fakat sınırlar her yerde çok uzun olup sayısız kez aşılmıştı ve bunlar akıncı kavimlerin hareketini nadiren kısıtlıyordu. Güçlü dönemlerinde Romalılar Britanya’da 3, Ren ve Tuna sınırlarında 16, Kapadokya’da 2, Suriye’de 6, Mısır, Afrika ve İspanya’da birer disiplinli lejyon bulunduruyorlardı. Lejyonlar 9.500 kişilik etkili birer savaş makinesiydi ama, sınırlarına sürekli akın yapan “barbar” kabilelerin tüm erkekleri savaşçıydı. Romalılardan çok daha kalabalık orduları göz açıp kapayıncaya kadar harekete geçirebiliyorlardı. Belli bölgedeki Romalı erkek nüfusun beşte biri asker olabilirken, barbar kavim erkek nüfusunun neredeyse tümü savaşçıydı. 

Benzer durum Çin, Hindistan, Batı Asya ve Rus steplerine akın yapan Türk ve Moğollar için de geçerliydi. Kabileler zaten göçer halde, anında muharebeye katılacak becerilere sahip savaşçılardan oluştukları gibi, hepsi süvari ve mükemmel okçuydu. Piyade ağırlıklı yerleşik ordulardan çok daha hareketli ve süratliydiler; savaşçıların çoğu zaman üç ila beş arasında atı olurdu. Bozkır akıncıları çok kısa sürede seferber olabiliyordu ama büyük bir zaafları vardı: Kabileleri birarada tutan lider öldükten sonra bozkır konfederasyonları derhal dağılıyor, kurdukları devletler de uzun ömürlü olamıyordu. 

Birleşik Devletler seferberlikte birinci Birleşik Devletler, 1940- 1944 arasında sanayi üretimini 130 kata kadar yükselterek Almanya ve Rusya’ya açık ara fark atmıştı. 2. Dünya Savaşı öncesinde, ABD’de uçak üretimi (üstte). ABD’nin 1917’deki meşhur Sam Amca afişi de İngilizlerin Lord Kitchener’li afişinden esinlenmişti. 

Tarih boyunca seferberlik, öncelikle mevsimlere bağlı olmuştur. Antik dönemin kent devletleri, komşularıyla çok sık savaş yapardı. Burada öncelikli hedef hasmın hasadını engellemek, mümkünse ele geçirmek, yoksa yakıp imha etmekti. Aç kalan komşu kentin teslim alınması kolay olurdu. Ne var ki aynı anda kendi hasadını korumak, her ihtimale karşı tahıl stoku yapmak zorunluluğu vardı. Yani savaş zor bir işti ama ödül büyüktü. Galipler komşu kentin erkeklerini öldürür, kadın ve çocukları esir alır, maddi serveti yağmalardı. 

Osmanlıların iyi dönemlerinde savaş kararı 1 yıl öncesinden alınır, seferberlik, güzergah ve sınır üzerindeki kalelerde gıda ve cephane stoku yapılarak başlardı. İlgililere haber gönderilir, seferber edilen bölgelerin sancak beyleri, tımarlı sipahiler ve diğer askerlerin başında toplanma yerine intikal edip ordu emrine girerdi. Gerekli törenler ve denetlemeler yapıldıktan sonra ordu yürüyüşe geçerdi. Yol üzerinde ordu kantinleri ile ek yiyecek temini sağlanırdı. Ayrıca, ordu neredeyse tamamen binek hayvanlarına dayandığı için, bunların otlayacağı çayırların yeşermesi, sefer mevsiminin olmazsa olmazıydı. Keza, ordunun dondurucu soğuklar başlamadan önce dönüp terhis edilmesi şarttı. Böylece, 18. yüzyıla kadar Osmanlı sefer mevsimi 3 Mayıs ile 3 Kasım arasındaki dönem olarak tayin edilmiş olup, bunun aşıldığı her sefer açlık ve hastalıkla büyük asker kırımına neden olmuştur. 

Balkan Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’na 

Donanma sefere çıkmadan önce de tersanelerde yoğun bir çalışma yapılır, gemiler donatılır, personel çağırılır; seferin nereye olduğu ise donanma denize açılıp yolda son ikmalini yapmadan açıklanmazdı. Tabii, daha sonraki dönemlerde bunlar mümkün olmadı. Devlet, elindeki her olanağı kullanarak, güç bela salt savunma harbi yapar hale düştü. 

Seferberlik denilince, Anadolu’da uzun süre 1914 seferberliği hatırlanmıştır. Ancak, bu birçok ülke için geçerlidir. Her ülkeden Avrupa halkları 1914 seferberliğinde büyük bir coşkuyla, Noel’e kadar zaferi kazanıp eve dönecekleri umuduyla askere koşmuş; trenlerle toplanma noktalarına, sonra da yığınak bölgelerine intikal etmiş; sonra bir çoğu düşmanı bir kez bile göremeden tepelerine inen top ateşiyle hayatını yitirmiş veya sakat kalmıştır. Birkaç ay içinde tümenler siper hatlarına gömülürken, her ülke topyekun savaş seferberliğine geçmek zorunda kalmıştır. 

Cephe gerisinde topyekûn mücadele Kadınlar 1. Dünya Savaşı’nda özellikle silah fabrikalarında görev aldılar ve mucizeler yarattılar. Üzerinde “Her şey vatan için” ve “Her şey özgürlük için” yazılı 1. Dünya Savaşı Alman seferberlik afişi (altta). 

Bu durum aynı zamanda kadınların sanayi ve kamu hizmetlerinde çalışmalarını zorunlu kılmış, yeni kurulan cephane fabrikalarında çalışmaya koşan kadınlar, bunun karşılığında oy haklarını kısa sürede almıştır. Esasen, erkek egemen yönetimler, bunu istemeyerek de olsa, çaresiz yapmak zorunda kalmıştır. O kadar fedakarlık istenen insanlardan oy hakkını esirgeyemezlerdi. Türk kadınları da birçok alanda çalışma hayatına girdiler. Askerî dikimhanede elbise dikmekten, cepheye malzeme taşımaya kadar birçok işi üstlendiler. “Kadın Birinci İşçi Taburu” ismi altında yol inşaatı ve zirai üretim yapan kadınlar, 1914’ün hemen öncesinde bile düşünülemezdi. 

Amerikan mucizesi 

Seferberlik konusuna bakarken, bu konuda adeta mucizeler yaratmış ABD’den söz etmeden geçmek olmaz. Bu ülke Bağımsızlık Savaşı’nı yaparken, sıfırdan 217.000 kişiye ulaşan ordular kurmuştur. İçsavaş sırasında da ordusu 25.000’den milyonlara çıkmıştır. Sadece Kuzey ordusunda farklı sürelerle 2.213.000 kişi görev yapmıştır ki, dört yıl boyunca Kuzey’in ortalama mevcudu yarım milyonun altına hiç düşmemiştir. 

Bu kadar insanı eğitip donatmak ve cepheye sürmek, ancak sanayi ve demiryolları sayesinde mümkün oldu. Amerikalılar benzer başarıyı sonraki savaşlarda da tekrarladılar. 1. Dünya Savaşı’nda 128.000 kişilik orduyu 4.700.000’e; 2. Dünya Savaşı’nda 334.000 kişilik orduyu 12.500.000’e çıkardılar. 

Sanayileşmiş bir toplum, sadece üretimle değil, organizasyon gücüyle de öne çıkar. Yüz binlerce pilot ve teknisyen, daha fazla denizci ve her türlü uzmanı bir-iki yıl içinde yetiştirip cephelere sürmek kolay iş değildir. Üretime gelince… 1940 ile 1944 arasında silah ve cephane üretimini Rusya 10, Almanya 7 kat artırıp yaklaşık aynı düzeye çıkarırken, Amerika tam 130 kat artırıp ikisinin toplamından da % 50 fazlasına çıkardı. Elbette bunu sanayi ve yetişmiş insan gücüyle yaptı. 

Diğer yandan bizim tarihimizde de dünyada emsali görülmedik bir seferberlik örneği mevcuttur. Üstelik elde birkaç bakım ve basit imalat atölyesinden başka bir üretim olanağı yokken. Ve üstelik bu seferberlik, onbir yıl boyunca -sadece 1913/14 kışı hariç- aralıksız devam eden savaşların son yılına girerken yapılmışsa. 

Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi, istiklal mücadelesine kaynak temin etmek için klasik tedbirler almaya çalışmış, ama savaşın en kritik aşamalarından geçilirken, bunların artık yeterli olmayacağı çok açık şekilde ortaya çıkmıştı. 1911’den beri devam eden savaşlar ülkeyi harap bırakmış, 1914 seferberliğinde askere gidenlerin 303.000’i cephelerde, 500.000’i hastalıktan ölmüş, dönebilenlerin de 400 bini sakat kalmıştı. Ayrıca hâlâ dönmemiş esirler, dağlarda gezinen asiler, firariler ve işgal altındaki bölgelerde kalanlar vardı ki, tüm bu kayıplar Mübadeleden önce Anadolu’da 11 milyonu bile bulmayan bir Türk nüfus içerisinde meydana gelmişti. İşte Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Muharebesinin başlamasından az önce, 5 Ağustos günü TBMM tarafından başkomutanlığa getirildikten iki gün sonra, Tekalifi Milliye (Ulusal Yükümlülük) Emirlerini yayınladı. İki gün içerisinde uygulanmaya başlanan emirlerin önceden ve büyük titizlikle hazırlandığı anlaşılmaktadır. Bunlar tam anlamıyla “topyekun seferberlik” emirleridir.

Sürekli seferberlik! Uzun yıllardır “savaş halinde” yaşayan İsrail, gündelik hayatta da sürekli seferberlik görüntülerine sahne oluyor. Kısa tarihi, küçük coğrafyasına rağmen, seferberlik başarısında önemli bir devlet. 

Kısa tarihi boyunca, seferberlik konusunda başarılı olan bir başka ülke İsrail’dir. Hasımlarından çok küçük bir nüfusla onların ortasında bir ülke yaratıyordu ve çok sayıda askerini silah altında tutacak ekonomik gücü yoktu. Bu nedenle savaş kapıya dayandığı zaman çok hızlı seferberlik yapmak zorundaydı. Özellikle 1967 Savaşı’nda seferberliğin bir savaş aldatmacası olarak kullanıldığını da görürüz. Tüm komşuları seferber olmuş, savaşa hazırlanmışken, İsrail askerleri Akdeniz plajlarında denize giriyordu. Ama o gece birliklerine katılıp ertesi sabah müthiş bir baskın yaptılar. Ülkenin nispeten küçük olması da buna olanak veriyordu, çünkü herkes birkaç saat içerisinde birliğine ulaşabilecek mesafedeydi. 

İsrail komşu devletlerle yaptığı dört büyük savaşı bu şekilde, seferberliği çok kısa sürede yaparak başarıyla atlattı, ama beşinci ve hiç bitmeyen bir gayri nizami savaşın içinden çıkamadı. 

Gayrinizami savaş 

Savaş İsrail’de o kadar günlük hayatın parçası olmuştu ki, yıllar boyunca askerler her türlü izine, omuzlarında silahları olduğu halde çıkıyor, kafelerde öyle oturuyordu; hâlâ da öyledir Bir nevi sürekli seferberlik olan bu hal, başka hiçbir ülkede görülmüş bir şey değildi. 

Günümüzde inanılmaz garip biçimlere dönüşen Irak ve Suriye savaşlarının özgünlüğü tartışılmaz. Bazı sınırlı yönlerden 1936-39 İspanya İçsavaşı’na benzediği düşünülebilir. Devlet otoritesi parçalanmış ve taraflar dış destekle, kendi içlerindeki topyekun seferberlikle mücadeleyi sürdürmektedir. İspanya’da Uluslararası Tugaylar ve Rusya karşısında, Alman ve İtalyan askerleri ile Kuzey Afrika’dan getirilen askerler vardır. İspanyollar birbirleriyle savaşmış, dış güçler bu olayı kendi amaçları için kullanmıştır. Bugün de Suriye’de Ruslar, İranlılar, Türkler, Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar, Kürtler ve neredeyse her ülkeden gelmiş cihatçılar ve dahi başkaları, her birisi kendi amaçları için Suriyeliler ile birlikte çatışmaktadır. İspanya’dan faklı olarak, burada her gücün asgari amacı, diğer güçleri bölgede tek başına hakimiyet kurmaktan mahrum kılmaktır. 

Sadece bu bile, yeni savaşların iki taraftan birisinin tükenip pes etmesiyle sona erdirilebilecek bir nitelikte olmadığını ortaya koymaktadır. Sahneye sürekli olarak başka oyuncular girmektedir. Sonuçta Halep, Guernica ve Madrid’ten çok daha fazla bomba yemiş, yıkıntılar arasında sefalet ve ölüm kol gezmiştir. Ama tarihte paralellik kurmakta çok ileri gitmeyelim, çünkü esas olan benzerlikler değil özgünlüklerdir. Bu iki ülkenin parçalanmışlığı, İspanya gibi geçici değildir ve birlik sağlamanın yolları tamamen belirsizdir. Parçalanmanın aracı ise bu ülkelerde bin yılı aşkın bir süredir daima varolmuş olan Sünni-Şii çatışmasıdır. Önce, binlerce bomba ve katliamla kentler kantonlara ayrılmış, sonra herkes kendi bölgesini genişletme çabasına girerken kendi seferberliğini yapmış, kendi dış desteklerini aramıştır.

Dünya nüfusunun kentleşmesine paralel olarak ve ayrıca kırlarda barınmayı giderek olanaksız kılan teknolojik gelişmelerden dolayı, dünya genel bir gayrinizami kent savaşları dönemine girmiştir. Burada her kent, kapanın elinde kalır. Otoritenin çöktüğü ülkelerde geleneksel seferberlik kavramları da anlamını yitirir. Herkes kendi taraftarlarını silahlandırıp, kendi seferberliğini yapar. Bu, içsavaşta parçalanmış veya içsavaş atmosferiyle çevrelenmiş ülkelerin dramıdır. 

SEFERBERLİK NEDİR, NASIL UYGULANIR?

Artık insan sayısı değil,uzmanlık, donanım ve sürekli hazırlık önemli

Eskiden en çok asker toplayan avantaj elde ederdi. Şimdi, uzman kadroların önceden yetiştirilip donatılması gerekir. Örneğin hava gücü seferberlikle arttırılamaz, sürekli çabayla gelişir. Günümüzdeki düşük yoğunluklu gayri nizami savaş da esas olarak sürekli hazırlık esasına dayanmalıdır. 

Seferberlik genel anlamıyla toplumun savaş düzenine geçmesidir. Askere çağırmanın yanısıra harekat için gerekli olan her türlü malzemenin, silah, cephane, ulaştırma, gıda, giyim ve diğer teçhizatın teminini de içerir. Günümüz savaşlarında ölenlerin ezici çoğunluğu sivil olduğu için, seferberlik ayrıca tüm ahalinin savaşa hazır hale gelmesini ve ekonomik tedbirlerin alınmasını kapsar. 

Seferberlik, tehdidin niteliğine göre kısmi, tam veya topyekun olabilir. Kısmi seferberlik, gücün sadece bir kısmının savaş düzenine geçirilmesi, tam seferberlik ise silahlı kuvvetlerin tümünün savaşa hazır hale getirilmesidir. Topyekun savaşta ise toplumlar askerî ve sivil tüm güçlerini savaş için kullanırlar. Her ne kadar buna en yakın durumun iki dünya savaşında görüldüğü söylenebilirse de, daha eski dönemlerde de rastlanır. 

Topyekun seferberlik birçok sorun yaratır; çünkü toplumlar enerji ve kaynaklarının bir kısmını diğer faaliyetlere ayırmak zorunda oldukları gibi, savaş için öngörülen kaynakları sakınan ve muhalefet yapan unsurları da daima var olur. Ancak, bu zaten mücadelelerin ölüm-kalım aşamasında gündeme geldiği için zecri tedbirlerle ve şiddetli yaptırımlarla birlikte uygulanır. 

Savaşların niteliği, seferberlik şekillerini değiştirmektedir. Eski dönemlerde en çok sayıda asker toplayan avantaj elde ederken, şimdi uzman ve donanım hazırlığı önem taşımaktadır. Sayı değil, niteliğin öne çıkması, uzman kadroların önceden yetiştirilip donatılmasını gerektirir. Örneğin, şimdi birçok yerde görülmeye başlamış olan siber savaşlar, pekala bir ülkenin ekonomisini ve altyapısını altüst edebilir ve bunun seferberliği ancak sürekli hazırlıktır. Keza hava gücü de aynı özelliği taşır. Seferberlikle arttırılamaz, sürekli çaba gerektirir. Elde ne varsa, savaş onunla yapılacaktır. 

Nükleer tehdidin çok daha acil olduğu Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde de nükleer baskına karşı seferberlik yapılamaz, ancak sürekli hazır olunabilirdi. İlginçtir, en yüksek teknolojili bu savaşa benzer şekilde, düşük yoğunluklu gayrı nizami savaş da esas olarak sürekli hazırlık esasına dayanmalıdır. Bununla birlikte mücadelenin seyrine göre, tam veya kısmi seferberlik gerekebilir.

Nicelik değil nitelik Amerikalı uzman hava subayları, uçuştan önce yakıt kalitesini test ediyorlar. Günümüz seferberliklerinde, sayıdan ziyade nitelikli personel önemli. 

TEKALİFİ MİLLİYE’NİN 10 EMRİ 

Mustafa Kemal: Harp iki ordunun değil, iki milletin vuruşmasıdır 

Türk Ordusu 1921 Ağustos’unda Ankara üzerine yürüyen Yunan ordusunu durdurmak üzere Sakarya doğusunda toplanmaya başlamışken, ülkenin tüm varlıkları, bu son gücü ayakta tutmak için toplanmaya başlandı. Kapsamlı bir şekilde yayınlanan on emrin ana hatları… 

1. Her ilçede en büyük mülki amir, askerî amir, mal müdürü, belediye ve ticaret odası temsilcilerinden seçilen Tekalifi Milliye Komisyonları seçilecektir. Görevi ihmal, vatana ihanet suçu sayılacaktır. 

2. Her ev bir kat elbise verecektir. 

3. Giyim, koşum, teçhizat yapımı için gerekli malzemeler bedeli sonradan ödenmek üzere komisyonlara teslim edilecektir. 

4. Tüm gıda stoklarının yüzde 40’ı teslim edilecektir. 

5. Her taşıt hayvanı ve arabası ayda bir kez 100 km. parasız taşıma yapacaktır. 

6. Ülkeyi terketmiş olanların mallarına el konulabilecektir. 

7. Her türlü silah ve cephane 3 gün içinde teslim edilecektir. 

8. Her türlü sanayi ürününün yüzde 40’ına, bedeli sonradan ödenmek üzere el konabilecektir. 

9. Her türlü esnaf ve üretici savaş malzemesi ve teçhizat üretecek, bunlara geçimlerine yetecek ücret ödenecektir. 

10. Her türlü ulaştırma aracının ve koşum hayvanlarının yüzde 20’sine, bedeli sonradan ödenmek üzere el konulacaktır. 

Bunların uygulanmasını denetlemek üzere başkomutanlık karargahında ayrı bir birim oluşturulmuş olup, bu emirleri bizzat yazdıran Mustafa Kemal o günlerin havasını şu sözleriyle açıklamaktaydı: “Harp… yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün mecudiyetiyle karşı karşıya gelmesi ve vuruşması demektir…” 

‘Akşehir üstünden Afyon’a doğru…’ Balkan Savaşı’ndan itibaren neredeyse sürekli seferberlik halindeki Anadolu’da, cephelere silah ve mühimmat taşıyan kadınlar destan yazmıştı.