Kasım
sayımız çıktı

Anadolu’nun karartılan medeniyeti

Selçuklu himayesinde yedi kuşağı, beş meliki ve şahı ile 12-13. yüzyıl boyunca kentleşme ve mimarlıkta şaheserler yücelten Divriği Mengücekleri, Kemah-Erzincan’da ve Divriği’de iki ayrı hanedan kurmuşlardı. Bayındırlık alanındaki başarılarına karşın İslamî, Selçuklu ve Osmanlı kaynaklarında sözü hiç geçmeyen, ancak 19. yüzyıl sonu-20. yüzyıl başında Batılı doğubilimciler tarafından “keşfedilen” bu yitik medeniyeti Necdet Sakaoğlu kaleme aldı. Melik, emir, şah sanlarıyla Doğu Anadolu eşiğinde Fırat/Karasu-Çaltı havzalarında egemenlik kuran ve eserleri bugün UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Mengücek Gazi soylu melikler…

Selçuklu, İlhanlı ve hima­yesinde melik, emir, şah sanlarıyla 12., 13. yüzyıl­larda Anadolu’nun çeşitli böl­gelerine egemen olmuş yerel hanedanların sayısı 40’tan az değildir. Bunlardan biri, Doğu Anadolu eşiğinde Fırat / Kara­su-Çaltı havzalarında egemen­lik kuran Mengücek Gazi soylu meliklerdir. Bunlar, Kemah – Erzincan’da, diğeri Divriği’de, adlarından önce “melik”, adları­na bağlı “şah” unvanı alarak 12. – 13. yüzyıllarda babadan oğla yedi kuşağın temsil ettiği iki ay­rı kolu temsil ederler.

Hanedanın bir kolu kolla­rından biri bugün bir ilçe mer­kezi olan Divriği’de egemendi. Bizans kaynaklarında Tephri­ke, Arapların el-Abrik, el-Ba­yalika adlarıyla anılan bu eski kent, Çaltı- Karasu- Liksuyu boğazlarına hâkim, dağlarla çevrili kapalı bir havzanın mer­keziydi. Tarihinin Urartular’la başladığını gösteren buluntula­ra sahip bu havza, 8. – 9. yüzyıl­larda Hıristiyan/ Dualist Pavli­kanlar’a yurt olmuş; daha sonra 11. yüzyıl ortalarında Asya’dan gelen Türk göçmenlerin kimi oymak ve obaları bu havzaya yerleşmişti.

Mengüceklerin başeseri: Ulucami


Mengücek Meliki Ahmed Şah’ın yaptırdığı Ulucami’nin Kıble Kapısı, İslam dünyasının en görkemli taç kapısı zengin yontu bezemeleriyle
de dünyada tektir. Ulucami çıkış kapısında bulunan çift başlı kartal (altta).

Divriği Mengüceklerini di­ğer Anadolu beyliklerinden ve aynı hanedanın Kemah- Erzin­can kolundan ayıran durum, İslam, Selçuklu ve Osmanlı kaynaklarında hükümetlerin­den söz edilmemesidir. Oysa bu kolun beş meliki ve şahı, siya­sal-askerî olaylarda öne çıkma­salar da kentleşme ve mimar­lıkta şaheserler yüceltmişlerdir.

Bayındırlık alanındaki başa­rılarına karşın Divriği melikle­rinin yedi asır boyunca unutul­ması şaşırtıcıdır. Bu uzun yitik­likten sonra kültür dünyasında yeniden tanınmaları 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başındadır. Al­man ve İngiliz doğubilimcileri, taş yazıtları ve madeni paraları inceleyerek bir bakıma Sümer, Eti, Urartu keşifleri gibi Divriği Mengüceklerini de keşfederek ilk tanıtım yazılarını 1890’larda yayımlamışlar, araştırmalar 20. yüzyıl başında da devam etmiş­tir. Halen ayakta olan eserleri­nin yazıtlarından ve ad içeren bakır sikkelerinden varlıkları kanıtlanan Mengüceklerin bu kolu, dolaylı bilgilerle destek­lense de bugün bile Anadolu ta­rihinin somut ama gizemli bir gerçeğidir. Çünkü adları anıtsal eserlerinin kitabelerinde oku­nan melikler hakkında tarihin kaydettiği hiçbir bilgiye sahip değiliz.

Mengücek şahlarından sonra, 14. ve izleyen asırlarda Divriği’ye egemen olan Selçuk­lu, İlhanlı, Memlûk ve Osman­lı dönemi aydınlarının, bugü­ne oranla daha görkemli-do­nanımlı ve işlevsel durumdaki Mengücek anıtları karşısında neden sessiz kaldıkları, yaptı­ran ve yapanlarına neden ilgi duymadıkları, tarihe neden not düşmedikleri bilinmiyor. Gelip geçen zamanlarda, belgeler, ki­taplar… bilinçli şekilde veya bir cehalet karabasanında yoke­dilmiş olmalı. Bunun bir ima­sı, 1529’da tapu tahriri yapan Osmanlı il yazıcılarının, Turan Melek Dârüşşifa vakfiyesi için koydukları “Çerakise (Mem­lûk) yönetiminde zâyi edildiği” notudur.

Ulucami ve taç kapısı Ahmed Şah – Turan Melek Camii ve Darüşşifasının bugünkü haliyle tepeden görünümü (üstte). Ulucaminin taç kapısı Anadolu Selçuklu uygarlığının simgesi kabul edilir.

Sonuçta: Köğonya (Şe­binkarahisar) – Erzincan-Ke­mah-Divriği dörtgeninde, Men­gücekoğulları’nın 1070’ler – 1270’ler arasındaki iki şubeli egemenliği sırasında, Erzin­can-Kemah merkezli kolun ta­rih kaynaklarında yer alır ama anıtsal eserler bırakan Divriği kolu, yazılı tarih bilgilerinden yoksundur. Selçuklu sultanla­rı Keykâvus ve Keykubad, Div­riği’deki anıtlarla kıyaslanabi­lecek eserler bırakmamışken, aynı devirlerde yaşamış ve “ka­saba lordu” denebilir melikle­rin bu denli muazzam eserler bırakmaları kolayca izah edile­mez. Başta Ahmed Şah ve Tu­ran Melek olmak üzere, Divriği meliklerinin dış dünyaya kapalı bir yörede yüzyıldan fazla tu­tunmaları ve olağanüstü başa­rılarının sırrı belki bir gün ay­dınlığa kavuşacaktır.

Asya kökenli Mengüceko­ğulları’nın bilinen tarihine ge­lince… 11. yüzyıldaki “meğâzî” (İslâm fetihleri) anlatılarında, hanedanın ataları Mengücek Gazi ile oğlu Emir İshak’a, Sür­yani, Ermeni, Selçuklu kaynak­larından kimi atıflar vardır. Bu baba-oğul, önce sarp Kemah Kalesi’nde tutunarak fetihler yapmışlar, Kemah ve Erzin­can’dan başka Köğonya’yı (Şe­binkarahisar) ve Divriği’yi de alarak bir emirlik kurmuşlar­dı. Mengücek Gâzi, “Artuk” ve “Saltuk” gibi Turanî bir kimlik­ti. Mumyası, Kemah’taki küm­betinde bir câmekân içinde bugün de görülebiliyor. Yani, hanedanın hem atası hem en somut kişisidir! Kimi savaş­larda adı geçen oğlu İshak’ınsa mezarı bile bilinmiyor.

Gazi Mengücek’le oğlu Emir İshak’ın adlarının yazı­lı olduğu en eski ve tek taş ya­zıt, 4. kuşak torun Şahin Şah’ın Divriği’deki 1196 tarihli küm­betinin baş bağındadır. Sekiz­gen cepheyi kuşatan bu yazıtta: “Alp/ Kutluğ/ Uluğ/ Hümayûn, Ceboğa (Yabgu?) Tuğrul Tekin Şahin Şah” unvan ve lakapları­nı “-bin Süleyman bin Emir İs­hak bin Şehit-Gazi Mengücek” künyesi tamamlıyor.

İshak’ın oğullarından Sü­leyman, Divriği’deki hanedan kolunun atası olup buradaki melikliğin de en erken 1140’lar­da başladığı sanılıyor. Bu kol, babadan oğula: Süleyman- Şa­hin Şah- II. Süleyman Şah- Me­lik Ahmed Şah -Melik Müeyyed Sâlih olmak üzere beş kuşak­tır. Bu adlar ve sıraları, Şahin Şah Türbesi, Ahmed Şah Camii ve Melik Salih Arslan Burcu kitabeleriyle belgeleniyor. Bu­na karşılık Erzincan ve Kemah melikleri Davud, Behram ve II. Davud’la Selçuk ve Muzaffe­reddin, kitaplardan öğreniliyor.

Aslan yontuları Mengücek Kalesi’nden kente ve Divriği coğrafyasına bakan Melik Salih Arslan burcunun aslan yontuları.

Hanedanın Erzincan-Ke­mah / Divriği kollarına ayrı­lışını tarihlemek içinse Emir İshak’ın, nerede hükümet etti­ğini ve öldüğünü bilmek koşul­dur. Birinci kolun, İshak oğlu Mahmud’la Erzincan’da başla­dığı, Mahmud’un yerini 1142’de Divriği’deki kardeşi Dâvud’un aldığını Süryani Mihael ve Abu’l-Farac yazıyor. Buna kar­şılık Divriği kitabelerindeki İs­hak oğlu Süleyman, Kale Cami­ini de yaptıran Divriği’deki ilk meliktir ve buradaki hanedanın ikinci meliki Şahin Şah’ın ba­basıdır.

Divriği Kalesi’nin baş ku­lesi Arslanburç’taki “Mefhar-ı Âl-i Mengücek” vurgulamalı tarihî yazıt (1252) ise Divri­ği’deki hanedanın, Erzincan- Kemah kolunun kapanışın­dan (1228) sonra, 5. kuşaktan Melik Müeyyed Sâlih’le devam ettiğini belgeliyor. Bir olasılık, daha bir süre yerel egemen­liklerini koruyan bu hanedan bireyleri, zamanla meliklik konumlarını yitirerek 13.-14. yüzyıl belgelerinde okunan “İz­zü’l-emîrü’l-kebîr”, “nâzır umû­rü’d-devle” “müdebbirü’l-umû­rü’l-memâlik” vb. lakaplarla kentin efendisi, eşrafı olmuş­lardı.

Diğer yandan bu melikli­ğin 13. yüzyıl kapanmadan so­na ermiş olabileceğini düşün­düren yegâne olay, Baybars, Abu’l-Farac ve İbn Bibi tarih­lerindedir: 1277’de bir süvari ordusuyla Erzincan – Malatya yolundan Elbistan’a yürüyen Abaka Han’ın, ansızın uğradı­ğı Divriği’de, huzuruna silahlı gelen bir kişiyi idam ettirmesi­dir! Bu belki Melik Sâlih veya ardılıydı. Abaka Han, Divri­ği kırsalında kendisini hediye­lerle karşılayan kasaba halkı­na mukabil, “kale burçlarından inen, ok-yay ve kılıç kuşanmış bir kişinin huzuruna gelmesi”­ni bir küstahlık saymış ve bu kişiyi derhal idam ettirmiş, kale surlarının da yerlebir edilmesi­ni buyurmuş. Olasılıkla kaleden inip gelen, kendisini Abaka’yla eşit gören ve resmî karşılama yapmak isteyen Melik Sâlih ve­ya ardılı idi. Divriği’de hüküm süren bir melikin varlığından habersiz Abaka ise “Bu kim?” veya “Sen kimsin?” sorusuna gerek bile duymamış, davranı­şı küstahlık sayarak ölüm emri vermişti.

Mengücek melikleri neden tarihte yok?

İbn Bibi El-Evâmirü’l-Alâ’iye fi’l- umûri’l-Ala’iye (Selçuk­nâme) adlı yapıtında Divri­ği’yi “yüceliğinin heybetinden kaplanların kartalların, ayın, güneşin üzerinden geçmeye, uçmaya cesaret edemedikleri, yalçınların kuytağına saklan­mış yer” diye tanımlıyor. İlk dönem Osmanlı vekayinâme­lerinde de yakın merkezlerle bağlantısı kısıtlı olan Divri­ği’ye göndermeler az, Mengü­cekler’e ise değinen tek sözcük yoktur.

Aynı çetin ve kapalı Divri­ği, 8. – 9. yüzyıllarda Bizans’a karşı cengâver ve korkutu­cu Pavlikanların üssü olmuş, kimi zaman Şaman, Babaî isyankârlarını barındırmış­tı. Kent, uzun tarihinde bir kez, iç dünyasının koşulların­da Mengücek payitahtı olarak parlak bir bayındırlık evresi yaşamış, sonra yerel egemen­lere, en son Osmanlı Devle­ti’ne tâbi olmuştu.

Mengücek soyunun belgeleri Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed’in eseri mihrap (altta, sağda). Ahmed Şah Camii mihrap kubbesi (altta, solda). Babadan oğula yedi kuşaklık Mengücek soyunu belgeleyen 3 kitabe (üstte, soldan itibaren): Mengücek oğlu İshak, oğlu Süleymanoğlu Şahin Şah – Şahin Şah, oğlu II. Süleyman oğlu Ahmed Şah – Ahmed Şah ve oğlu Salih.

Barışsever ve bayındırlık tutkunu diyebileceğimiz Men­gücek meliklerinin bölgeyi Anadolu’nun sosyal ve siyasal ortamına bağlayacak yol çalış­maları da yaptıklarını kanıt­layan köprüler, hanlar (örne­ğin Handere ve Kız köprüleri, Burmahan Kervansarayı ha­rabeleri) vardır. Anadolu’nun minberli ilk Cuma camilerin­den birini 12. yüzyıl ortaların­da İshak oğlu Süleyman bura­daki kalede yaptırmış; oğlu Şa­hin Şah bu yapıya bezemeli bir cephe ekletmiş, kendisi için de Turanî üslupta ve zengin be­zemeli dört kitabeli bir küm­bet inşa ettirmiştir.

Şahin Şah’ın torunu Melik Ahmed Şah’la kuzeni Behram Şah kızı Melike Turan Me­lek’in, çağdaş Selçuklu eser­lerine kıyasla “eşsiz ve tek” Mescid-i Câmi ve Dârüşşifa’yı; Ahmed Şah’ın ayrıca kaleyi; oğlu Melik Salih’in Arslanbur­ç’u; Mengücek haciplerinin de kümbetler yaptırmaları, Div­riği kapalı havzasında 1150- 1250’ler arasında yaşanmış ayrıcalıklı bir süreçtir.

Unutulmuş o parlak dö­nemden, havzanın Osmanlı sı­nırlarına katıldığı 1515’e değin yerli Şehrî ailesinden emirler; Bozdoğanoğulları, Akkoyun­lu Tur Ali Bey ve oğlu Kutluğ Beğ, Divriği’ye hükmetmişler; kalede üslenen Kara Yülük Os­man Bey 1399’da Sivas Sultanı Kadı Burhaneddin’i, Karabel muharebesinde yenmiş ve öl­dürmüştü.

15. yüzyıl ikinci yarısında, Mısır Memlûk Sultanlarının kuzeydeki karakolu olan Div­riği’de o dönemden kalma me­zarlar, taş yazıtlar, arşivlerde de belgeler vardır ama, bun­larda Mengücekler’e herhangi bir gönderme yoktur. Kemah ve Divriği kalelerinin Mem­lûkler’den alındığı müjdesini içeren Yavuz Selim’in 15 Şa­ban 921 (24 Eylül 1515) tarihli fermanında da Mengücekler anılmamıştır.

Osmanlı arşivlerinde Div­riği’yle ilgili en eski kayıt, Hic­ri 925 (Miladi 1519) tarihli Atik/Köhne tahrir defterdir. Bu belgede, Hicri 937 (Miladi 1530) tarihli vakıf kayıtlarında kale, cami ve darüşşifa… adla­rı geçmektedir. İl yazıcıları da vakfiyeleri kaydederken vakıf kurucularını emir, melik, ha­cib lakaplarıyla, ama sıradan kişiler gibi yazmışlardır. Bu bir bilgisizlik değilse belki ne­denini bilmediğimiz bir kimlik karartma olmalıdır.

Anadolu Selçuklu uygarlı­ğının başyapıtı konumundaki Ahmed Şah Ulucamii’ne ya­pılışından üç asır sonra, Ka­nunî Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde bir minare eklenmesi (1525); minareye ve kaidesine birer kitabe ko­nulması; bu yazıtlarda Sultan Süleyman’ın -Ahmed Şah’ın “el-Melik el-Muzaffer Ahmed Şah bin Süleyman Şah” künye­sinden kopyalama- “el-Melik el-Muzaffer Sultan Şah Süley­man ibn el-Melik el-merhum Sultan Şah Selim Han” olarak anılması da ilginç bir durum­dur.

Onaltı sütun Yirmibeş kemer Mihrap kubbesi taş tonozlarla örtülü ve taş mihraplı camiyi onaltı sütun ve yirmibeş kemer taşıyor.

17. yüzyıla gelindiğinde, Mengücekler’e ve eserlerine dair değinmeler iki ünlü ya­zarımızdan beklenirdi: Kâtib Çelebi (öl. 1657) ve Evliya Çe­lebi (öl. 1682?). Ama her iki­si de Doğu’ya seyahatlerinde Divriği’yi görerek değil, “gör­müşçesine” yazmışlar, Men­gücekleri de anmamışlardır. Kâtib Çelebi Cihannümâ’da “Ulucami’nin bânisi Âl-i Sel­çuk’dan Sultan Alâeddin’dir. Ahmed Paşa (?) Camii, Bur­sa’nın Ulucamii tarzındadır” diyor. 1649’da Sivas’a gelen Evliyâ Çelebi ise Divriği’yi gezmiş-görmüş havasında anlatırken, bölgeyi fetheden Mengücek’i, İshak’ı, kitabeler­de adları geçen melikleri değil, çok önceki İslâm mücahitle­rini anmış! Gezginimizi eğer Divriği’ye gitseydi, Ulucami’yi, Dârüşşifâ’yı, Arslanburç’u, kümbetleri… görecek, tac kapı­lara hayran kalacak, kitabele­ri okuyacak, Behram Şah kızı Melike Turan Melek’i, Süley­man Şah oğlu Melik Ahmed Şah’ı övgüyle anacaktı. Oysa şöyle yazmış: “Ulucami’nin üç kapısı ve bir minaresi vardır. Bânisi Âl-i Selçuk’dan Sultan Alâeddin’dir. Dıvârında tarih ve evkafı tahrir olunmuştur”. Sonra da Yuvan Tarihi’nden (?) alıntıyla “Divriği’nin kuru­cusu Hz. Süleyman’dır” diye­rek bir masal anlatmış.

1228’den bugüne İki taç kapı: Ahmed Şah Camiine (üstte, solda) ve kuzeni Melike Turan Melek Darüşşifasına (üstte, sağda) açılıyor. Bitişik külliyenin yapılışı 1228’dir. Darüşşifa taç kapısından detay (altta).

O yüzyılın başka bir kay­nağı, Hüseyin Hezârfen’in (öl. 1691) Tenkihü’t-Tevârih’idir. Burada da Selçuklu, Daniş­mendli, Anadolu beylikleri ta­nıtılırken Mengücekler’e yer verilmemiştir. Bir istisna, Lüt­fullahoğlu Müneccimbaşı Ah­med’in (öl. 1702) Arapça eseri Camiü’d-düvel’dir (Türkçesi: Sahayifü’l-ahbâr). Bu kaynak­ta da Erzincan Kemah Men­gücekler’i özetlenmiş, Divriği kolu anılmamıştır.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı image-264.jpg

Bir görüşmemizde, Div­riği’nin yerli aydınların­dan merhum Kâzım Erçoklu (1896-1974), eski yaşlılardan dinlediklerine ve kendi göz­lemlerine dayanarak “Mengü­cek sülâlesinin Divriği şubesi yakın vakitlere kadar tarihçi­lerce katiyen malum değil­di. Bazı meskûkât (paralar) ve kitâbeleri sâyesinde bir dere­ceye kadar meliklerin silsile­nameleri açıklığa kavuşmuş­tur” demişti.

Türkiye ve İran’a seya­hat adlı, Paris’te yayımlanan (1740) eserin yazarı M. Otter için sonraki Batılı seyyahların: “O, Eğin’den batıya uzanan ve müthiş soyguncuların varlı­ğı yüzünden, tehlikelerle dolu dağ yolundan Divriği’ye kadar gidebilmiş ilk Batılıdır” deme­lerinde abartı yoktur. Otter de uğradığı Divriği için günlü­ğüne şunları yazmış: “Binbir güçlükle kasabaya ulaşabil­dim. Mütesellim beni soğuk karşıladı. Dışarıda kurduğu­muz çadırda geceledik. Sivas paşasının Divriği’de bulunan bir zabiti bana yardımcı ola­cağını açıklayarak şöyle dedi: ‘Sizden önce hiçbir yabancı Divriği’ye ayak basmış değil­dir. Sizi burada gördüğümden dolayı hayrette kaldım!”

Şu sonuca varılıyor ki Div­riği, yüyıllarca eşsiz eserlerini ve zengin kültürünü koruya­rak iç dünyasını dış âleme ka­palı tutmuştu.

Yitik hanedanı Avrupalılar keşfetti

Günümüzden 800 yıl önce Ab­basi halifeliğinden egemenlik menşuru alan, Anadolu’nun en muhteşem mescidü’l- câmi ve darüşşifasını, ayrıca, kale, burç, cami, medrese, hamam, bedesten, kervansaray, köprü, kümbetler yaptıran, adlarına sikkeler darp edilen, kuşak­lar boyu egemenlik süren bir Türk hanedanının varlığının, “çok geç”, 1890’larda Avrupa­lı doğubilimcilerince keşfedil­mesi şaşırtıcıdır.

Divriği’deki şaheserleri yaptıran meliklerin Mengücek soylu oluşunu, yapı kitabele­rine dayanarak tanıtan Avru­palı doğubilimciler sırasıyla: Vital Cuinet (1892), Stanley Lane Poole (1893), M.F. Gre­nard, (1901), Clement Hu­art,(1901,1910,1911), M. Th. Houtsma (1904), en geniş kapsamda da Max van Ber­chem (1910) en son Albert Gabriel’dir (1934). Bunlardan, arkeolog Stanley Lane Poo­le’un, Halil Edhem (Eldem) Bey tarafından düzeltme ve eklemelerle Türkçe’ye çevri­lerek 1927’de Düvel-i İslâmiye adıyla yayımlanan yapıtındaki “Divriği Mengücekleri” bölü­mü, Türkçe (Arap harfleriyle) yapılan ilk yayındır.

Mengücek kalesi Ahmed Şah Ulucami çıkış (üstte, solda) ve Şah (üstte, sağda) kapıları ve Divriği Mengücek kalesinin çift aslan yontulu, kitabeli başkulesi (altta).

Houtsma’nın, 1904’te “Dy­nastie des Benu Mengucek” başlığıyla Revue Orientale’de, 1936’da “Mangudjak” başlığıyla İslâm Ansiklopedisi’nde çıkan iki makalesi vardır. İsviçreli Van Berchem’le Halil Edhem Bey’in ortak eseri, 1910 Kahi­re’de yayımlanan Corpus İnsc­riptionum Arabicarum (Arap­ça Kitabeler Külliyatı), Türk ve İslâm dünyasındaki mimari eserlerin tanıtımlarını ve kita­belerini (3. cildi, Sivas ve Divri­ği’ye ayrılmıştır) içermektedir.

1930’larda Divriği’ye gi­derek arkeolojik araştırma­lar yapan, Mengücek eserleri­ni inceleyerek planlarını çizen, fotoğraflar çeken Fransız arke­olog, mimar, edebiyatçı Albert Gabriel’dir. Monuments tur­cs d’Anatolie’nin (1931-1934) 2. cildinde Ahmed Şah-Turan Melek külliyesiyle diğer Men­gücek eserlerini tanıtıp fotoğ­raflamıştır.

Bu ilk tanıtımlara, Türk dünyasından Ahmed Tevhid, İsmail Galib, Behzat Butak da Mengücek sikkelerini tanıta­rak katkıda bulunmuşlardır.

Sonuçta, 1890-1940 arasın­daki yarım asırlık araştırma­lar, Divriği Mengüceklerinin ve eserlerinin bilim dünyasına ta­nıtılmasının başlangıcıdır.

UNESCO’nun 1985’te dün­ya genelinde oluşturduğu ilk tabiat ve kültür mirası liste­sinde Türkiye’den seçilen üç eserden biri, Ahmed Şah’la ku­zeni Turan Melek’in yaptır­dıkları Ulucami ve Darüşşifa olmuştu. Bu eser, cennet im­gelerini çağrıştıran bezemele­ri, taç kapıları ve özgün mima­risiyle Türk-İslâm sanatının başyapıtıdır.

Dönemin belgeleri ve taşı­nabilir eserleri geçen asırlarda zayi edilmiş;1940’lara kadar cami ve dârüşşifada muhafaza edilebilen ahşap şah mahfili panoları, pencere kepenkleri, şamdanlar, çini askı topu, rah­leler, teşrif bayrakları, eski ha­lılar, işlemeli ve yazılı taşlarsa müzelerde ve özel koleksiyon­lardadır. Bir de kayıp vakfiye­nin özet kopyası vardır.

Divriği Mengücek eserlerinin mimar ve sanatkârları

Kale Camii kapı süvesinde: Meragalı üstad Hasan bin Pîruz

Şahin Şah/Sitte Melik Türbesi sağ yan cephede: Meragalı Tutbeg ibn Behram (*)

Ulucamii Şah Kapısı alınlığında: Tiflisli (?) Ahmed bin (İbrahim?)

Ulucami minberinde, Şah Kapısı’nda: Tiflisli Ahmed bin İbrahim (**)

Ulucami kubbesi batı kemeri kilit taşındaki Ahlatlı Hurremşah bin Mugîs

Cami minberinin batı yüzündeki bir kuşakta: Kâtib Mehmed

Cami minberinin sağındaki duvarda, sıva üstü yazı kuşağında: Mehmed bin Ahmed

Ulucami minare seddesi berkitme örgüsünde: Kâtib İbrahim bin Ahmed

Dârüşşifası eyvanı duvarında tonoza yakın: Ahlatlı Hurşad (?) (***)

Kıble Kapısı kavsarasında (ithaf): Sultânü’l-azâm Alâeddin Keykubad

Mengüceklerin Divriği’deki eserleri

Ahmed Şah Kalesi kapıları:

Hisar-Süleyman-Şahinşah Camii: Mescidü’l-Mübârek

Şahin Şah/ Sitti Melik’in Türbesi: Türbetü’l- Mübârek

Mengücek veziri Kamereddin’in Türbesi: Emirü’l- Hâcib Kamereddin

Kemankeş’te Hacib (vezir)

kümbeti: Hâcib Siracedin Dendâr

Kümbeti

Ahmed Şah Ulucami: Mescidü’l-Câmi

Ahmed Şah Camii minberi: Minberü’l – Mübârek

Melike Turan Melek Dârüşşifası: Dârüşşifâi’l –Mübârek

Kalede, Arslanburç denen çift aslan yontulu ahmedek: Hâze’l-burç (****)

Hamam-ı bâlâ/Bekirçavuş hamamı harabesi: Kitabesizdir

Cami ve Darüşşifa ile çağdaş Hângâh harabesi: Ahi Yusuf

Eski çarşı yerinde bedesten harabesi: Kitabesizdir

Külliyenin batısında dönemsel medrese kalıntısı: Sinaniye (kitabesizdir)

Çaltı Köyünde harap kervansaray: Han-ı Burma (kitabesizdir)

Murçinge Çayı köprüsü: Handere Köprüsü (kitabesizdir)

Çaltı Çayı Köprüsü: Kız Köprüsü (kitabesizdir)

Tuğut Camii: (Kitabesizdir)

(*) Bu önemli kitabe, 2008’deki temizleme operasyonunda silinmiştir.(**) Minberdeki imzayla aynı. Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed, adı Şah kapısına ve minbere yazıldığına göre caminin mimarıydı.(***) Camideki Hürremşah’la Darüşşifa’daki Hurşâd ayrı ustalardır.(****) Kalelerin ahmedek/yoğunburç denen başburçları, şeref ve seyir kuleleriydi. Mengücek kalesindeki çift aslan yontuluArslanburç, işlevine uygun mimaride bir savunma anıtıdır. Anadolu Türk kalelerinde ikinci bir örneği yoktur. 7 Ekim 1252 tarihlikitabesinde, Ahmed Şah oğlu Melik Müeyyed Salih “Mengücek soyunun övüncü” olarak nitelenmiştir.