Selçuklu himayesinde yedi kuşağı, beş meliki ve şahı ile 12-13. yüzyıl boyunca kentleşme ve mimarlıkta şaheserler yücelten Divriği Mengücekleri, Kemah-Erzincan’da ve Divriği’de iki ayrı hanedan kurmuşlardı. Bayındırlık alanındaki başarılarına karşın İslamî, Selçuklu ve Osmanlı kaynaklarında sözü hiç geçmeyen, ancak 19. yüzyıl sonu-20. yüzyıl başında Batılı doğubilimciler tarafından “keşfedilen” bu yitik medeniyeti Necdet Sakaoğlu kaleme aldı. Melik, emir, şah sanlarıyla Doğu Anadolu eşiğinde Fırat/Karasu-Çaltı havzalarında egemenlik kuran ve eserleri bugün UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Mengücek Gazi soylu melikler…
Selçuklu, İlhanlı ve himayesinde melik, emir, şah sanlarıyla 12., 13. yüzyıllarda Anadolu’nun çeşitli bölgelerine egemen olmuş yerel hanedanların sayısı 40’tan az değildir. Bunlardan biri, Doğu Anadolu eşiğinde Fırat / Karasu-Çaltı havzalarında egemenlik kuran Mengücek Gazi soylu meliklerdir. Bunlar, Kemah – Erzincan’da, diğeri Divriği’de, adlarından önce “melik”, adlarına bağlı “şah” unvanı alarak 12. – 13. yüzyıllarda babadan oğla yedi kuşağın temsil ettiği iki ayrı kolu temsil ederler.
Hanedanın bir kolu kollarından biri bugün bir ilçe merkezi olan Divriği’de egemendi. Bizans kaynaklarında Tephrike, Arapların el-Abrik, el-Bayalika adlarıyla anılan bu eski kent, Çaltı- Karasu- Liksuyu boğazlarına hâkim, dağlarla çevrili kapalı bir havzanın merkeziydi. Tarihinin Urartular’la başladığını gösteren buluntulara sahip bu havza, 8. – 9. yüzyıllarda Hıristiyan/ Dualist Pavlikanlar’a yurt olmuş; daha sonra 11. yüzyıl ortalarında Asya’dan gelen Türk göçmenlerin kimi oymak ve obaları bu havzaya yerleşmişti.
Mengüceklerin başeseri: Ulucami
Mengücek Meliki Ahmed Şah’ın yaptırdığı Ulucami’nin Kıble Kapısı, İslam dünyasının en görkemli taç kapısı zengin yontu bezemeleriyle
de dünyada tektir. Ulucami çıkış kapısında bulunan çift başlı kartal (altta).
Divriği Mengüceklerini diğer Anadolu beyliklerinden ve aynı hanedanın Kemah- Erzincan kolundan ayıran durum, İslam, Selçuklu ve Osmanlı kaynaklarında hükümetlerinden söz edilmemesidir. Oysa bu kolun beş meliki ve şahı, siyasal-askerî olaylarda öne çıkmasalar da kentleşme ve mimarlıkta şaheserler yüceltmişlerdir.
Bayındırlık alanındaki başarılarına karşın Divriği meliklerinin yedi asır boyunca unutulması şaşırtıcıdır. Bu uzun yitiklikten sonra kültür dünyasında yeniden tanınmaları 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başındadır. Alman ve İngiliz doğubilimcileri, taş yazıtları ve madeni paraları inceleyerek bir bakıma Sümer, Eti, Urartu keşifleri gibi Divriği Mengüceklerini de keşfederek ilk tanıtım yazılarını 1890’larda yayımlamışlar, araştırmalar 20. yüzyıl başında da devam etmiştir. Halen ayakta olan eserlerinin yazıtlarından ve ad içeren bakır sikkelerinden varlıkları kanıtlanan Mengüceklerin bu kolu, dolaylı bilgilerle desteklense de bugün bile Anadolu tarihinin somut ama gizemli bir gerçeğidir. Çünkü adları anıtsal eserlerinin kitabelerinde okunan melikler hakkında tarihin kaydettiği hiçbir bilgiye sahip değiliz.
Mengücek şahlarından sonra, 14. ve izleyen asırlarda Divriği’ye egemen olan Selçuklu, İlhanlı, Memlûk ve Osmanlı dönemi aydınlarının, bugüne oranla daha görkemli-donanımlı ve işlevsel durumdaki Mengücek anıtları karşısında neden sessiz kaldıkları, yaptıran ve yapanlarına neden ilgi duymadıkları, tarihe neden not düşmedikleri bilinmiyor. Gelip geçen zamanlarda, belgeler, kitaplar… bilinçli şekilde veya bir cehalet karabasanında yokedilmiş olmalı. Bunun bir iması, 1529’da tapu tahriri yapan Osmanlı il yazıcılarının, Turan Melek Dârüşşifa vakfiyesi için koydukları “Çerakise (Memlûk) yönetiminde zâyi edildiği” notudur.
Sonuçta: Köğonya (Şebinkarahisar) – Erzincan-Kemah-Divriği dörtgeninde, Mengücekoğulları’nın 1070’ler – 1270’ler arasındaki iki şubeli egemenliği sırasında, Erzincan-Kemah merkezli kolun tarih kaynaklarında yer alır ama anıtsal eserler bırakan Divriği kolu, yazılı tarih bilgilerinden yoksundur. Selçuklu sultanları Keykâvus ve Keykubad, Divriği’deki anıtlarla kıyaslanabilecek eserler bırakmamışken, aynı devirlerde yaşamış ve “kasaba lordu” denebilir meliklerin bu denli muazzam eserler bırakmaları kolayca izah edilemez. Başta Ahmed Şah ve Turan Melek olmak üzere, Divriği meliklerinin dış dünyaya kapalı bir yörede yüzyıldan fazla tutunmaları ve olağanüstü başarılarının sırrı belki bir gün aydınlığa kavuşacaktır.
Asya kökenli Mengücekoğulları’nın bilinen tarihine gelince… 11. yüzyıldaki “meğâzî” (İslâm fetihleri) anlatılarında, hanedanın ataları Mengücek Gazi ile oğlu Emir İshak’a, Süryani, Ermeni, Selçuklu kaynaklarından kimi atıflar vardır. Bu baba-oğul, önce sarp Kemah Kalesi’nde tutunarak fetihler yapmışlar, Kemah ve Erzincan’dan başka Köğonya’yı (Şebinkarahisar) ve Divriği’yi de alarak bir emirlik kurmuşlardı. Mengücek Gâzi, “Artuk” ve “Saltuk” gibi Turanî bir kimlikti. Mumyası, Kemah’taki kümbetinde bir câmekân içinde bugün de görülebiliyor. Yani, hanedanın hem atası hem en somut kişisidir! Kimi savaşlarda adı geçen oğlu İshak’ınsa mezarı bile bilinmiyor.
Gazi Mengücek’le oğlu Emir İshak’ın adlarının yazılı olduğu en eski ve tek taş yazıt, 4. kuşak torun Şahin Şah’ın Divriği’deki 1196 tarihli kümbetinin baş bağındadır. Sekizgen cepheyi kuşatan bu yazıtta: “Alp/ Kutluğ/ Uluğ/ Hümayûn, Ceboğa (Yabgu?) Tuğrul Tekin Şahin Şah” unvan ve lakaplarını “-bin Süleyman bin Emir İshak bin Şehit-Gazi Mengücek” künyesi tamamlıyor.
İshak’ın oğullarından Süleyman, Divriği’deki hanedan kolunun atası olup buradaki melikliğin de en erken 1140’larda başladığı sanılıyor. Bu kol, babadan oğula: Süleyman- Şahin Şah- II. Süleyman Şah- Melik Ahmed Şah -Melik Müeyyed Sâlih olmak üzere beş kuşaktır. Bu adlar ve sıraları, Şahin Şah Türbesi, Ahmed Şah Camii ve Melik Salih Arslan Burcu kitabeleriyle belgeleniyor. Buna karşılık Erzincan ve Kemah melikleri Davud, Behram ve II. Davud’la Selçuk ve Muzaffereddin, kitaplardan öğreniliyor.
Hanedanın Erzincan-Kemah / Divriği kollarına ayrılışını tarihlemek içinse Emir İshak’ın, nerede hükümet ettiğini ve öldüğünü bilmek koşuldur. Birinci kolun, İshak oğlu Mahmud’la Erzincan’da başladığı, Mahmud’un yerini 1142’de Divriği’deki kardeşi Dâvud’un aldığını Süryani Mihael ve Abu’l-Farac yazıyor. Buna karşılık Divriği kitabelerindeki İshak oğlu Süleyman, Kale Camiini de yaptıran Divriği’deki ilk meliktir ve buradaki hanedanın ikinci meliki Şahin Şah’ın babasıdır.
Divriği Kalesi’nin baş kulesi Arslanburç’taki “Mefhar-ı Âl-i Mengücek” vurgulamalı tarihî yazıt (1252) ise Divriği’deki hanedanın, Erzincan- Kemah kolunun kapanışından (1228) sonra, 5. kuşaktan Melik Müeyyed Sâlih’le devam ettiğini belgeliyor. Bir olasılık, daha bir süre yerel egemenliklerini koruyan bu hanedan bireyleri, zamanla meliklik konumlarını yitirerek 13.-14. yüzyıl belgelerinde okunan “İzzü’l-emîrü’l-kebîr”, “nâzır umûrü’d-devle” “müdebbirü’l-umûrü’l-memâlik” vb. lakaplarla kentin efendisi, eşrafı olmuşlardı.
Diğer yandan bu melikliğin 13. yüzyıl kapanmadan sona ermiş olabileceğini düşündüren yegâne olay, Baybars, Abu’l-Farac ve İbn Bibi tarihlerindedir: 1277’de bir süvari ordusuyla Erzincan – Malatya yolundan Elbistan’a yürüyen Abaka Han’ın, ansızın uğradığı Divriği’de, huzuruna silahlı gelen bir kişiyi idam ettirmesidir! Bu belki Melik Sâlih veya ardılıydı. Abaka Han, Divriği kırsalında kendisini hediyelerle karşılayan kasaba halkına mukabil, “kale burçlarından inen, ok-yay ve kılıç kuşanmış bir kişinin huzuruna gelmesi”ni bir küstahlık saymış ve bu kişiyi derhal idam ettirmiş, kale surlarının da yerlebir edilmesini buyurmuş. Olasılıkla kaleden inip gelen, kendisini Abaka’yla eşit gören ve resmî karşılama yapmak isteyen Melik Sâlih veya ardılı idi. Divriği’de hüküm süren bir melikin varlığından habersiz Abaka ise “Bu kim?” veya “Sen kimsin?” sorusuna gerek bile duymamış, davranışı küstahlık sayarak ölüm emri vermişti.
Mengücek melikleri neden tarihte yok?
İbn Bibi El-Evâmirü’l-Alâ’iye fi’l- umûri’l-Ala’iye (Selçuknâme) adlı yapıtında Divriği’yi “yüceliğinin heybetinden kaplanların kartalların, ayın, güneşin üzerinden geçmeye, uçmaya cesaret edemedikleri, yalçınların kuytağına saklanmış yer” diye tanımlıyor. İlk dönem Osmanlı vekayinâmelerinde de yakın merkezlerle bağlantısı kısıtlı olan Divriği’ye göndermeler az, Mengücekler’e ise değinen tek sözcük yoktur.
Aynı çetin ve kapalı Divriği, 8. – 9. yüzyıllarda Bizans’a karşı cengâver ve korkutucu Pavlikanların üssü olmuş, kimi zaman Şaman, Babaî isyankârlarını barındırmıştı. Kent, uzun tarihinde bir kez, iç dünyasının koşullarında Mengücek payitahtı olarak parlak bir bayındırlık evresi yaşamış, sonra yerel egemenlere, en son Osmanlı Devleti’ne tâbi olmuştu.
Barışsever ve bayındırlık tutkunu diyebileceğimiz Mengücek meliklerinin bölgeyi Anadolu’nun sosyal ve siyasal ortamına bağlayacak yol çalışmaları da yaptıklarını kanıtlayan köprüler, hanlar (örneğin Handere ve Kız köprüleri, Burmahan Kervansarayı harabeleri) vardır. Anadolu’nun minberli ilk Cuma camilerinden birini 12. yüzyıl ortalarında İshak oğlu Süleyman buradaki kalede yaptırmış; oğlu Şahin Şah bu yapıya bezemeli bir cephe ekletmiş, kendisi için de Turanî üslupta ve zengin bezemeli dört kitabeli bir kümbet inşa ettirmiştir.
Şahin Şah’ın torunu Melik Ahmed Şah’la kuzeni Behram Şah kızı Melike Turan Melek’in, çağdaş Selçuklu eserlerine kıyasla “eşsiz ve tek” Mescid-i Câmi ve Dârüşşifa’yı; Ahmed Şah’ın ayrıca kaleyi; oğlu Melik Salih’in Arslanburç’u; Mengücek haciplerinin de kümbetler yaptırmaları, Divriği kapalı havzasında 1150- 1250’ler arasında yaşanmış ayrıcalıklı bir süreçtir.
Unutulmuş o parlak dönemden, havzanın Osmanlı sınırlarına katıldığı 1515’e değin yerli Şehrî ailesinden emirler; Bozdoğanoğulları, Akkoyunlu Tur Ali Bey ve oğlu Kutluğ Beğ, Divriği’ye hükmetmişler; kalede üslenen Kara Yülük Osman Bey 1399’da Sivas Sultanı Kadı Burhaneddin’i, Karabel muharebesinde yenmiş ve öldürmüştü.
15. yüzyıl ikinci yarısında, Mısır Memlûk Sultanlarının kuzeydeki karakolu olan Divriği’de o dönemden kalma mezarlar, taş yazıtlar, arşivlerde de belgeler vardır ama, bunlarda Mengücekler’e herhangi bir gönderme yoktur. Kemah ve Divriği kalelerinin Memlûkler’den alındığı müjdesini içeren Yavuz Selim’in 15 Şaban 921 (24 Eylül 1515) tarihli fermanında da Mengücekler anılmamıştır.
Osmanlı arşivlerinde Divriği’yle ilgili en eski kayıt, Hicri 925 (Miladi 1519) tarihli Atik/Köhne tahrir defterdir. Bu belgede, Hicri 937 (Miladi 1530) tarihli vakıf kayıtlarında kale, cami ve darüşşifa… adları geçmektedir. İl yazıcıları da vakfiyeleri kaydederken vakıf kurucularını emir, melik, hacib lakaplarıyla, ama sıradan kişiler gibi yazmışlardır. Bu bir bilgisizlik değilse belki nedenini bilmediğimiz bir kimlik karartma olmalıdır.
Anadolu Selçuklu uygarlığının başyapıtı konumundaki Ahmed Şah Ulucamii’ne yapılışından üç asır sonra, Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde bir minare eklenmesi (1525); minareye ve kaidesine birer kitabe konulması; bu yazıtlarda Sultan Süleyman’ın -Ahmed Şah’ın “el-Melik el-Muzaffer Ahmed Şah bin Süleyman Şah” künyesinden kopyalama- “el-Melik el-Muzaffer Sultan Şah Süleyman ibn el-Melik el-merhum Sultan Şah Selim Han” olarak anılması da ilginç bir durumdur.
17. yüzyıla gelindiğinde, Mengücekler’e ve eserlerine dair değinmeler iki ünlü yazarımızdan beklenirdi: Kâtib Çelebi (öl. 1657) ve Evliya Çelebi (öl. 1682?). Ama her ikisi de Doğu’ya seyahatlerinde Divriği’yi görerek değil, “görmüşçesine” yazmışlar, Mengücekleri de anmamışlardır. Kâtib Çelebi Cihannümâ’da “Ulucami’nin bânisi Âl-i Selçuk’dan Sultan Alâeddin’dir. Ahmed Paşa (?) Camii, Bursa’nın Ulucamii tarzındadır” diyor. 1649’da Sivas’a gelen Evliyâ Çelebi ise Divriği’yi gezmiş-görmüş havasında anlatırken, bölgeyi fetheden Mengücek’i, İshak’ı, kitabelerde adları geçen melikleri değil, çok önceki İslâm mücahitlerini anmış! Gezginimizi eğer Divriği’ye gitseydi, Ulucami’yi, Dârüşşifâ’yı, Arslanburç’u, kümbetleri… görecek, tac kapılara hayran kalacak, kitabeleri okuyacak, Behram Şah kızı Melike Turan Melek’i, Süleyman Şah oğlu Melik Ahmed Şah’ı övgüyle anacaktı. Oysa şöyle yazmış: “Ulucami’nin üç kapısı ve bir minaresi vardır. Bânisi Âl-i Selçuk’dan Sultan Alâeddin’dir. Dıvârında tarih ve evkafı tahrir olunmuştur”. Sonra da Yuvan Tarihi’nden (?) alıntıyla “Divriği’nin kurucusu Hz. Süleyman’dır” diyerek bir masal anlatmış.
O yüzyılın başka bir kaynağı, Hüseyin Hezârfen’in (öl. 1691) Tenkihü’t-Tevârih’idir. Burada da Selçuklu, Danişmendli, Anadolu beylikleri tanıtılırken Mengücekler’e yer verilmemiştir. Bir istisna, Lütfullahoğlu Müneccimbaşı Ahmed’in (öl. 1702) Arapça eseri Camiü’d-düvel’dir (Türkçesi: Sahayifü’l-ahbâr). Bu kaynakta da Erzincan Kemah Mengücekler’i özetlenmiş, Divriği kolu anılmamıştır.
Bir görüşmemizde, Divriği’nin yerli aydınlarından merhum Kâzım Erçoklu (1896-1974), eski yaşlılardan dinlediklerine ve kendi gözlemlerine dayanarak “Mengücek sülâlesinin Divriği şubesi yakın vakitlere kadar tarihçilerce katiyen malum değildi. Bazı meskûkât (paralar) ve kitâbeleri sâyesinde bir dereceye kadar meliklerin silsilenameleri açıklığa kavuşmuştur” demişti.
Türkiye ve İran’a seyahat adlı, Paris’te yayımlanan (1740) eserin yazarı M. Otter için sonraki Batılı seyyahların: “O, Eğin’den batıya uzanan ve müthiş soyguncuların varlığı yüzünden, tehlikelerle dolu dağ yolundan Divriği’ye kadar gidebilmiş ilk Batılıdır” demelerinde abartı yoktur. Otter de uğradığı Divriği için günlüğüne şunları yazmış: “Binbir güçlükle kasabaya ulaşabildim. Mütesellim beni soğuk karşıladı. Dışarıda kurduğumuz çadırda geceledik. Sivas paşasının Divriği’de bulunan bir zabiti bana yardımcı olacağını açıklayarak şöyle dedi: ‘Sizden önce hiçbir yabancı Divriği’ye ayak basmış değildir. Sizi burada gördüğümden dolayı hayrette kaldım!”
Şu sonuca varılıyor ki Divriği, yüyıllarca eşsiz eserlerini ve zengin kültürünü koruyarak iç dünyasını dış âleme kapalı tutmuştu.
Yitik hanedanı Avrupalılar keşfetti
Günümüzden 800 yıl önce Abbasi halifeliğinden egemenlik menşuru alan, Anadolu’nun en muhteşem mescidü’l- câmi ve darüşşifasını, ayrıca, kale, burç, cami, medrese, hamam, bedesten, kervansaray, köprü, kümbetler yaptıran, adlarına sikkeler darp edilen, kuşaklar boyu egemenlik süren bir Türk hanedanının varlığının, “çok geç”, 1890’larda Avrupalı doğubilimcilerince keşfedilmesi şaşırtıcıdır.
Divriği’deki şaheserleri yaptıran meliklerin Mengücek soylu oluşunu, yapı kitabelerine dayanarak tanıtan Avrupalı doğubilimciler sırasıyla: Vital Cuinet (1892), Stanley Lane Poole (1893), M.F. Grenard, (1901), Clement Huart,(1901,1910,1911), M. Th. Houtsma (1904), en geniş kapsamda da Max van Berchem (1910) en son Albert Gabriel’dir (1934). Bunlardan, arkeolog Stanley Lane Poole’un, Halil Edhem (Eldem) Bey tarafından düzeltme ve eklemelerle Türkçe’ye çevrilerek 1927’de Düvel-i İslâmiye adıyla yayımlanan yapıtındaki “Divriği Mengücekleri” bölümü, Türkçe (Arap harfleriyle) yapılan ilk yayındır.
Houtsma’nın, 1904’te “Dynastie des Benu Mengucek” başlığıyla Revue Orientale’de, 1936’da “Mangudjak” başlığıyla İslâm Ansiklopedisi’nde çıkan iki makalesi vardır. İsviçreli Van Berchem’le Halil Edhem Bey’in ortak eseri, 1910 Kahire’de yayımlanan Corpus İnscriptionum Arabicarum (Arapça Kitabeler Külliyatı), Türk ve İslâm dünyasındaki mimari eserlerin tanıtımlarını ve kitabelerini (3. cildi, Sivas ve Divriği’ye ayrılmıştır) içermektedir.
1930’larda Divriği’ye giderek arkeolojik araştırmalar yapan, Mengücek eserlerini inceleyerek planlarını çizen, fotoğraflar çeken Fransız arkeolog, mimar, edebiyatçı Albert Gabriel’dir. Monuments turcs d’Anatolie’nin (1931-1934) 2. cildinde Ahmed Şah-Turan Melek külliyesiyle diğer Mengücek eserlerini tanıtıp fotoğraflamıştır.
Bu ilk tanıtımlara, Türk dünyasından Ahmed Tevhid, İsmail Galib, Behzat Butak da Mengücek sikkelerini tanıtarak katkıda bulunmuşlardır.
Sonuçta, 1890-1940 arasındaki yarım asırlık araştırmalar, Divriği Mengüceklerinin ve eserlerinin bilim dünyasına tanıtılmasının başlangıcıdır.
UNESCO’nun 1985’te dünya genelinde oluşturduğu ilk tabiat ve kültür mirası listesinde Türkiye’den seçilen üç eserden biri, Ahmed Şah’la kuzeni Turan Melek’in yaptırdıkları Ulucami ve Darüşşifa olmuştu. Bu eser, cennet imgelerini çağrıştıran bezemeleri, taç kapıları ve özgün mimarisiyle Türk-İslâm sanatının başyapıtıdır.
Dönemin belgeleri ve taşınabilir eserleri geçen asırlarda zayi edilmiş;1940’lara kadar cami ve dârüşşifada muhafaza edilebilen ahşap şah mahfili panoları, pencere kepenkleri, şamdanlar, çini askı topu, rahleler, teşrif bayrakları, eski halılar, işlemeli ve yazılı taşlarsa müzelerde ve özel koleksiyonlardadır. Bir de kayıp vakfiyenin özet kopyası vardır.
Divriği Mengücek eserlerinin mimar ve sanatkârları
Kale Camii kapı süvesinde: Meragalı üstad Hasan bin Pîruz
Şahin Şah/Sitte Melik Türbesi sağ yan cephede: Meragalı Tutbeg ibn Behram (*)
Ulucamii Şah Kapısı alınlığında: Tiflisli (?) Ahmed bin (İbrahim?)
Ulucami minberinde, Şah Kapısı’nda: Tiflisli Ahmed bin İbrahim (**)
Ulucami kubbesi batı kemeri kilit taşındaki Ahlatlı Hurremşah bin Mugîs
Cami minberinin batı yüzündeki bir kuşakta: Kâtib Mehmed
Cami minberinin sağındaki duvarda, sıva üstü yazı kuşağında: Mehmed bin Ahmed
Ulucami minare seddesi berkitme örgüsünde: Kâtib İbrahim bin Ahmed
Dârüşşifası eyvanı duvarında tonoza yakın: Ahlatlı Hurşad (?) (***)
Kıble Kapısı kavsarasında (ithaf): Sultânü’l-azâm Alâeddin Keykubad
Mengüceklerin Divriği’deki eserleri
Ahmed Şah Kalesi kapıları:
Hisar-Süleyman-Şahinşah Camii: Mescidü’l-Mübârek
Şahin Şah/ Sitti Melik’in Türbesi: Türbetü’l- Mübârek
Mengücek veziri Kamereddin’in Türbesi: Emirü’l- Hâcib Kamereddin
Kemankeş’te Hacib (vezir)
kümbeti: Hâcib Siracedin Dendâr
Kümbeti
Ahmed Şah Ulucami: Mescidü’l-Câmi
Ahmed Şah Camii minberi: Minberü’l – Mübârek
Melike Turan Melek Dârüşşifası: Dârüşşifâi’l –Mübârek
Kalede, Arslanburç denen çift aslan yontulu ahmedek: Hâze’l-burç (****)
Hamam-ı bâlâ/Bekirçavuş hamamı harabesi: Kitabesizdir
Cami ve Darüşşifa ile çağdaş Hângâh harabesi: Ahi Yusuf
Eski çarşı yerinde bedesten harabesi: Kitabesizdir
Külliyenin batısında dönemsel medrese kalıntısı: Sinaniye (kitabesizdir)
Çaltı Köyünde harap kervansaray: Han-ı Burma (kitabesizdir)
Murçinge Çayı köprüsü: Handere Köprüsü (kitabesizdir)
Çaltı Çayı Köprüsü: Kız Köprüsü (kitabesizdir)
Tuğut Camii: (Kitabesizdir)
(*) Bu önemli kitabe, 2008’deki temizleme operasyonunda silinmiştir.(**) Minberdeki imzayla aynı. Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed, adı Şah kapısına ve minbere yazıldığına göre caminin mimarıydı.(***) Camideki Hürremşah’la Darüşşifa’daki Hurşâd ayrı ustalardır.(****) Kalelerin ahmedek/yoğunburç denen başburçları, şeref ve seyir kuleleriydi. Mengücek kalesindeki çift aslan yontuluArslanburç, işlevine uygun mimaride bir savunma anıtıdır. Anadolu Türk kalelerinde ikinci bir örneği yoktur. 7 Ekim 1252 tarihlikitabesinde, Ahmed Şah oğlu Melik Müeyyed Salih “Mengücek soyunun övüncü” olarak nitelenmiştir.