Kabotaj hakkı ilk kez 1 Temmuz 1935’te Denizcilik Bayramı adıyla kutlanmış; kutlama için, kanunun 1926’da uygulamaya geçtiği 1 Temmuz günü seçilmişti. Başlarda küçük sahil şehirleri de dahil olmak üzere coşkuyla kutlanan bayram, 1940’lardan sonra giderek daha sınırlı bir çevreye hitap edecekti. Atatürk’ün de katıldığı ilk kabotaj bayramı ve ticari denizcilik eğitiminin Türkiye’deki kurucusu Hamit Naci Özdeş.
MUTLU KARAKAYA
19 Nisan 1926’da kabul edilen Kabotaj Kanunu, Türkiye sahillerinde, nehir ve göllerinde, yük ve yolcu taşımacılığının, liman, kılavuzluk hizmetlerinin, Türk bayrağı taşıyan gemi ve diğer deniz taşıtlarıyla Türk vatandaşları tarafından yapılmasını yasalaştırmıştı. Bu kanun, karasuları ve limanlardaki bağımsızlığın yasal göstergesiydi. Lozan Antlaşması’nda kapitülasyonların kaldırılması ile kıyı ve limanlarda kabotaj hakkının elde edilmesi sağlanmıştı. Ancak ilk yıllarda bu hakkı kullanmaya imkan yoktu. Çünkü asırlardır süren kapitülasyonlar, gerek ticari filoyu ve gerekse bu alanda çalışacak nitelikli eleman yetiştirme imkan ve ihtiyacını yok etmişti. Bu nedenle birkaç yıl daha yabancıların Türkiye kıyılarında gemi işletmesine izin verilmek zorunda kalınmıştı. 1926’da yasal düzenlemenin yapılmasından sonra, Limanlar Kanunu ve limanların modernleştirilmesi, deniz ticaret müdürlüklerinin kurulması, tahlisiye işlerinin millîleştirilmesi, 1928’de Yüksek Deniz Ticaret Mektebi’nin açılması, Balıkçılık Enstitüsü’nün kurulması, tersane ve havuzların tamir yapabilecek hale getirilmesi gibi pek çok temel gelişme hayata geçirilmişti. Bu gelişmelerin ancak 1935’te istenilen seviyeye ulaştığı anlaşılmaktadır. Çünkü kabotaj hakkının Denizcilik Bayramı adıyla ilk defa kutlanışı, 1 Temmuz 1935’te gerçekleşmişti. Kutlama için, kanunun uygulamaya geçtiği 1 Temmuz günü seçilmişti. Bu önemli gün yıllar içinde Deniz Bayramı, Denizci Bayramı, Kabotaj Bayramı olarak da anılmıştır.
1 Temmuz 1935 günü gerçekleştirilen ilk bayram kutlamaları yoğun ve coşkun bir şekilde geçmişti. Gün boyunca İstanbul Radyosu’ndan yapılan yayınların yanısıra bütün İstanbul bayraklarla süslenmişti. Sadece denizcilikle ilgili kurumlar değil bütün millî kurumlar hatta yabancı şirketler ve bankalar da bayrak asmıştı. Denizci zabitanı bütün gün resmî giysileri ile dolaşmıştı. Büyük-küçük bütün gemiler donanmıştı. Salapurya, sandal, mavnalar defne dalları, çiçekler, bayraklarla süslenmişti. Hamidiye Kruvazörü, Haydarpaşa açıklarında top atışı yapmış, sonra gelip Dolmabahçe önüne demirlemişti. Halkın gerek karadan gerek denizden sandallar, motorlarla katılarak seyrettiği program şöyleydi:
Denizciler saat 9.45’te Tophane Deniz Yolları Parkı’nda toplanmış, oradan saat 10.00’da Belediye Bandosu ile beraber yürüyerek Boğazkesen yoluyla Taksim’e çıkmıştı. Yürüyüş başladığında limandaki gemiler düdüklerini öttürmeye başlamışlardı. Tophane Limanı gelincik tarlası gibi sandallar, motorlarla dolmuştu. Ticari denizcilikle ilgili kurumlar olan Deniz Yolları İşletmesi, Vapurculuk Sosyetesi, Liman İşleri Genel Direktörlüğü, Akay, Şirketi Hayriye, Haliç, Türk Şilepleri Kurumu ve Sosyeteleri, Kaptan ve Makinistler Kurumu, Bahriyeliler ve Yüksek Denizcilik Okulu öğrencileri katılımcılar arasındaydı. Bütün bu kurumlar, Cumhuriyet Abidesi’ne 23 çelenk bırakmıştı. Abidenin önünde bayrak töreni yapıldıktan sonra, limandaki vapurlar yine bir dakika sürüp bir dakika duracak şekilde üç defa düdük çalarak bayramı kutlamışlardı. Günün anlam ve önemini belirten konuşmalar yapıldıktan sonra, ilk deniz ticaret mektebini açan Hamit Naci’nin (Özdeş) önerisiyle bir heyet oluşturulmuştu. Bu heyet törenden sonra Dolmabahçe Sarayı’na giderek Atatürk’e denizcilerin şükranlarını iletmiş ve Başbakan ile Meclis Başkanı’na da saygı telgrafları çekmişti. Bandonun Onuncu Yıl Marşı ve Denizciler Marşı’nı çalması ve seyre gelen binlerce kişinin marşlara katılımından sonra Taksim’deki kutlamalar bitmişti.
Sıra yarışlarda…
Sıra yarışlara gelmişti. Saat 15.30’da Yüksek Denizcilik Okulu önünde tekne yarışları yapıldı. Yarışların başlangıç yeri Salıpazarı açıklarıydı. Bitiş noktasında ise Söğütlü Yatı duruyordu. Yatta pek çok seyirci olduğu gibi, Gümrük ve İnhisar Bakanı da yarışları buradan seyrediyordu. Ayrıca Atatürk de Celal Bayar’ın Moda Deniz Kulübü’ne verdiği kotrasıyla gelerek yarışları seyretmişti. Yarışlar tek çifte, iki çifte, iki çifte direkli, üç çifte kategorilerinde düzenlenmiş; Galatasaray, Beykoz, Fenerbahçe, Haliç, Anadoluhisar, Güneş kulüpleri katılmıştı. Toplamda Galatasaray birinci, Beykoz ikinci, Fenerbahçe üçüncü olmuştu. Ayrıca Yüksek Denizcilik Okulu’nun birinci ve ikinci sınıfları arasında 6 çifte, 12 tek yarışları yapılmıştı. Halk okulun bahçesinden, Şeref Stadı’ndan ve hatta kayıklarla denizden bu yarışları izlemişti.
Denizde fener alayı
Gece 21.30’da ise denizde fener alayı düzenlenmişti. Limandaki büyük-küçük tüm vapurlar ve tekneler ışığa boğulmuştu. Bunlar ayrıca projektörleriyle şehri aydınlatıyorlardı. Fener alayında Dolmabahçe açıklarında ortada Hamidiye olmak üzere bütün büyük vapurlar daire şeklinde dizilmişti. Bunlar Sarayburnu’ndan aldıkları halkla doluydu. Tahlisiyeciler çeşitli manevralar yapmış, havai fişekler atılmış, marşlar çalınmıştı. Halk sadece gemilerde değil kayıklar ve motorlarla da gelmiş tezahüratta bulunmuştu.
Ayrıca Ankara Vapuru’nda bir balo düzenlenmişti. Vapur davetlilerini Tophane’den alarak Dolmabahçe önlerine gelmiş, gösterileri izlemişti. Bu baloya Atatürk de katılmıştı.
1935’ten itibaren yapılan kutlamaların, önceleri sadece denizcilik camiasında değil, bütün İstanbul’u içine alacak şekilde ve hatta İnebolu, Tekirdağ, İzmir, Samsun, Mersin, İzmit, Selçuk (Aydın) gibi denizcilikle içiçe geçmiş diğer şehirlerde de coşkulu biçimde yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak 1940’lardan sonra gazetelerde bayramla ilgili haberlerin daha az yer bulduğu, özellikle son yıllarda ise deniz sevgisini ve bilgisini yaymak için bir fırsat olan bu bayramın halktan biraz daha uzaklaşarak, kutlamaların daha çok deniz ticareti ile ilgili kurumlar ve okullar içinde kaldığı gözlemleniyor.
(Bu yazı hazırlanırken 2 Temmuz 1935 günü yayınlanmış Cumhuriyet, Akşam, Kurun, Son Posta, Tan, Yeni Asır gazetelerinden yararlanılmıştır.)
HAMİT NACİ ÖZDEŞ
Ticari denizcilik eğitiminin kurucusu
İstanbul’da olup da boğaz keyfi yapmayan var mıdır? Boğazın kıyısında yürüyüş yaparken ya da bir yerlerde oturup dinlenirken gelip geçen koskoca gemilere gözünüz takıldı mı hiç? Bunlar nereden gelir, nereye gider, ne taşır diye düşündünüz mü? En önemlisi de binlerce ton yükün kazasız belasız yerine ulaşmasını kim sağlar dediniz mi kendi kendinize? Bu iş “uzak yol kaptanı” ve “uzak yol gemi mühendisi” olarak uzmanlaşan uzak yol zabitlerine emanettir. Bugün Türkiye’nin pek çok şehrindeki üniversitelerin denizcilik fakültelerinde verilen eğitimle bu meslek elde edilirken, cumhuriyetin ilk yıllarından 1980’lere kadar sadece bir okul, Yüksek Denizcilik Okulu, bu eğitimi veriyordu.
Yüksek Denizcilik Okulu’nun 1928’de devlet tarafından açılmasını, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkeyi geliştirmek adına attığı adımlardan biri saymak mümkündür. Çünkü 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu ile artık sadece Türk vatandaşları kendi kara sularında, Marmara’da, nehirlerde ve göllerde taşıma ve ticaret yapma hakkını elde etmişti. Osmanlı döneminde kapitülasyonlar sonucunda deniz ticareti tamamen yabancıların elinde kalmıştı. Dolayısıyla bu alanda sadece iş sahipleri değil, çalışanlar da yabancılar olduğu için Türk ve Müslüman kesimin bu konuda bir eğitim almasına ihtiyaç kalmıyordu. Az sayıda çalışan ihtiyacı olursa, Bahriye Mektebi bünyesinden sağlanabiliyordu. Ancak 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra gelişen özgürlük havası ile Osmanlılar’ın fikir dünyasını da geliştirmeye başlamıştı. Bu durumun ticari denizcilik alanındaki yansımalarını Hamit Naci Özdeş üzerinden izlemek mümkündür.
Hamit Naci Özdeş 1854’te Kasımpaşa’da doğmuştu. Babası donanmanın çeşitli gemilerinde imamlık yapıyordu. Bu ortam onun da denizciliği seçmesini ve Bahriye Mektebi’ne girmesini sağlamıştı. Okuldan mezun olur olmaz 93 Harbi’ne katılarak Karadeniz Filosu’ndaki gemilerde Rus donanmasına karşı çarpışmıştı. Uzun yıllar donanma mensubu olarak görev yaptıktan sonra, babasının ölümüyle İstanbul’a yerleşmeye karar vermiş ve Bahriye Mektebi’nde öğretmen olarak çalışmaya başlamıştı. Bu görevi sırasında İşarat-ı Umumiye-i Bahriye adlı bir kitabın çevirisini yapmış, Bahriye Topçuluğu adlı kitabı da kendisi yazmıştı. Bu kitaplar Bahriye Mektebi’nde okutulmaktaydı. Faaliyetleri sonucunda Sağ Kolağası (Ön yüzbaşı) rütbesine kadar yükselmiş, ancak öğretmenler üzerinde artan sansür baskısı nedeniyle emekli olmaya karar vermişti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın arkadaşı Kırşehirli Lütfi Müfit, Hamit Naci’nin damadıydı. Atatürk, Lütfi Müfit’e “Özdeş” soyadını verdiğinde, Hamit Naci de izin isteyerek bu soyadını almıştı.
(Kaynak: Cem Karakılıç, Mustafa Müjdeci, Miralay Lütfi Müfit Özdeş, s. 253)
Asıl hikaye de bundan sonra başlamıştı. Çünkü Hamit Naci, ömrünün bundan sonraki yıllarını, Türkiye’de ticari denizciliğin gelişmesine adamıştı. Bu uğurda kâh eşine ve kendisine ait malvarlığını satmış, kâh borca girmiş ama sonunda bir okul kurarak ticari denizcilikteki yabancı boyunduruğunu kırmak istemişti. Ancak bir okul kurmaya uzanan yol, kolay çizilmemişti. Emekliliğinden sonra ilk olarak, denizcilik alanında dava vekilliği ve fen müşavirliği yapmak istemişti. Fakat bu alanda uzmanlaşmaya hiç önem verilmediğini görerek, önce bu durumla mücadele etmiş, gazetelerde uyarıcı yazılar yayımlamıştı. Uyarıların fayda etmediğini görünce, bir dernek kurmak ve bu yolla sektör çalışanlarını bilinçlendirecek çalışmalar yapmak istemişti. 1908’de kuruluş çalışmalarına başlanan Tevsi-i Ticaret-i Bahriye-i Osmaniye Cemiyeti (Osmanlı Ticari Bahriyesini Geliştirme Derneği) bir türlü tam anlamıyla faaliyete geçememişti. Çünkü Cemiyetler Kanunu daha yeni oluşturulduğu gibi, tüzükteki birtakım maddelerin de Kanun’a aykırı olduğu Dahiliye Nezareti ve Şura-yı Devlet komisyonları tarafından ileri sürülmüştü. Oysa derneğin en önemli amacı denizlerde çalışan sivil personeli modern bilgilerle eğitmek ve bu alanda bir dayanışma sağlamaktı. 1913’e kadar süren mahkemeler sırasında Mellah ve Gemici isimlerinde iki ayrı gazete çıkararak faaliyetlerine destek olmaya çalışan Hamit Naci, asıl olanın bir okul kurmak olduğunu görmüştü.
1910’da açılan Millî Ticaret-i Bahriye Kaptan ve Çarkçı Mektebi 1928’e kadar gelmiş; Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı, 1. Dünya Savaşı, mütareke yılları ve sonunda Kurtuluş Savaşı derken, bazı yıllar parmakla sayılacak kadar az mezun vermişti. Ama Hamit Naci okulunu kapatmayı hiç düşünmemişti. Ancak sonunda gerek ilerleyen yaşı gerekse borçlar nedeniyle bir çıkmaza girmişti. En büyük endişesi gelecek neslin kendisi gibi bir ideal uğruna değil de sadece kâr amacıyla okulu işletecek olmasıydı. Bu nedenle okulu kapatmak zorunluluğu ortaya çıkınca, bu defa ticari denizcilik eğitiminin devlet tarafından yürütülmesi için elinden gelen çabayı göstermişti.
Sonuç olarak devlet, ticari denizciliği geliştirme çalışmalarını Kabotaj Kanunu çerçevesinde ele alarak, ticari denizcilik eğitimini kendi vermeye başlanmıştı. Böylece Hamit Naci’nin 1928’e kadar getirdiği ticari denizcilik okulu, Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e devredilen kurumlar arasında yerini almıştı.