Türk mimarlığına ve sanatına ödeşilmez hizmetleri olan Doğan Kuban, dünya çapındaki çalışmalarıyla ünlü bir “anıt adam”dı. Mimarlık tarihçilerinin duayeni, bilge mimar, Yunus’un “Bir garip ölmüş diyeler” dizesini anımsatan bir İstanbul Eylül’ü serinliğinde, 50-60 kişilik bir cemaat sessizliğinde gömüldü. Türkiye, ulusal-evrensel değerlerini bu kadar mı tanımaz hâlde?
Hayatta kalan ordinaryüs profesörlerin sonuncularından, 21. yüzyılın ilk yıllarında “Dr.” titri olmayan “profesör”lerin belki de sonuncusu, mimarlık tarihçilerinin duayeni, bilge mimar Doğan Kuban da 22 Eylül’de Yahya Kemal’in “o büyük karanlık kapıdan geçince başlayacak uzun gece” diye anlattığı kapıdan geçmiş sessiz sedasız. Anadoluhisarı Mezarlığı’na gömülmüş.
Önce bir yazgı denkliğine değinelim: Türk mimarlığına ve sanatına Kuban gibi ödeşilmez hizmetleri olan Celal Esad Arseven (1875-1951) de aynı yaşlarda ve tam elli yıl önce ölmüştü. O göçüşün hüzünlü bir öyküsü vardır: Gözleri kapalı, ölüm halindeyken İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından kendisi için düzenlenen “Fahri Doktor” beratı, evine gidenlerce komadaki üstadın üstüne konulmuş; o anın ve Kültür Bakanı Talat Sait Halman’nın ziyaretinin fotoğrafları gazetelerde yayımlanmıştı. Asırlık ömrünün 80 yılını mimariye, spora, müziğe, güzel sanatlara, kültüre ve siyasete hizmetle geçiren Arseven, Türk kültürünün müstesna bir değeriydi. 1. Cihan Harbi’nde Kadıköy Belediye Başkanlığı, Cumhuriyet döneminde Halkevi başkanlığı, İstanbul milletvekilliği, Anıtlar Kurulu başkanlığı yapmıştı.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü’nü kurmuş; fakülte dekanlığı yapmış Doğan Kuban da Türk Sanatı, İstanbul anıtları, Bizans tarihi ve Eski İstanbul konularında kaynak eserler yazmıştı. Başlıcaları, Osmanlı Mimarisi, Türkiye Sanatı Tarihi, Türk Hayatlı Evi, Divriği Mucizesi, Cennetin Kapıları, Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, Ahşap Saraylar, Mimarlık Kavramları, İstanbul: Bir Kent Tarihi, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye’dir.
Öğrenim ve iş umuduyla gözlerini dış dünyaya çeviren gençlerimizden, bu iki üstün değeri birer idol tanıyanlar belki vardır demekte duraksıyorum. Arseven’i bir kez görmüş ve dinlemiştim. Doğan Kuban’ı ise Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nin Yayın Kurulu’nda birlikte maddeleri yazarken ve başka etkinliklerde tanımış bir bahtiyarım… Kuban ve Arseven çapındaki sanat- kültür insanlarımıza ilgililerin ve toplumun duyarsızlığını nasıl yorumlamalı bilemiyor ve şaşkınlıkla izliyorum.
Kuban’ın cenazesinde üniversitelerden, mimarlık fakültelerinden kimsecikler yokmuş. Din önderlerinin tabutlarına omuz veren politikacılar olasılıkla duymadıklarından (!) törende bulunamamışlar. Kuban; Sinan’ı, Süleymaniye’yi yorumlayarak yazmıştı. Divriği’deki Mengücek anıtı camiyi Cennetin Kapıları adlı bir sergi ve bir kitapla dünyaya tanıtmıştı. Gel gör ki dünya çapındaki çalışmalarıyla ünlü bu anıt adam, Yunus’un “Bir garip ölmüş diyeler” dizesini anımsatan bir İstanbul Eylül’ü serinliğinde, 50-60 kişilik bir cemaat sessizliğinde gömülmüş!
Türkiye, ulusal-evrensel değerlerini bu kadar mı tanımaz hâlde?