Aralık
sayımız çıktı

Kadınların beyanı Ortaçağ’da da esastı…

14. yüzyıl Normandiya’sında bir tecavüzün ardından yargılama sürecini işleyen “Son Düello” filmi, “kadının beyanı esastır” ilkesi üzerine Ridley Scott imzalı bir Ortaçağ draması. Film, sıra kadınlara geldiğinde yüzyıllar geçse de değişmeyen tartışmaların da hikayesi.

DEFNE AKMAN

Ridley Scott’un son filmi, 14. yüzyıl Normandi­ya’sında bir tecavüzün ardından yargılama süreci­ni ve “son düello”yu anlatıyor. “The Last Duel”, kadınlar bir şikayette bulundukları zaman onlara inanılması ve gereğinin yapılmasını gündeme taşıyor. Bir başka öneme de sahip: Ta­rihî kişilikleri ve olayları konu alan filmin karakterlerinden Jean de Carrouges (Matt Da­mon), Yıldırım Bayezid döne­minde Niğbolu Muharebesi’n­de yenik düşen ve ölen ünlü bir Fransız şövalye.

“The Last Duel” 1386’da bir düello sahnesiyle açılır. Je­an de Carrouges, bir zaman­lar arkadaşı olan Jacques Le Gris’ye (Adam Driver) meydan okur; zira karısı Marguerite (Jodie Comer), Le Gris’yi teca­vüzle suçlamaktadır. Carrou­ges şerefini korumak ve karısı adına adaleti sağlamak için Le Gris ile savaşacaktır. Tanrı, düelloyu kazananın yanında­dır. Hemen belirtmek lazım ki, olur da kocası düello sırasında ölürse Marguerite iftira nede­niyle diri diri yakılacaktır!

Film, olayları Jean de Car­rouge’un gerçeği, Le Gris’nin versiyonu ve Marguerite’in hi­kayesi olarak üç farklı pers­pektiften anlatıyor. Erkeklerin abartılı zafer hikayelerinden sonra sıra hakikate, Margueri­te’e geliyor. Olayların akışı, bir cinsel saldırı olduğunda ka­dınlara inanmamak, kurbanın suçlanması, mağdurun değil ama kocanın saygınlığının ze­delenmesi ve tecavüz genelge­çer kabul edildiği için, kadın­ların konuyu fazla uzatmayıp yoluna devam etmesinin is­tenmesi bakımından neredey­se günümüzle birebir aynı.

 Film, Eric Jager’ın 2004 tarihli The Last Duel: A True Story of Crime, Scandal, and Trial by Combat in Medieval France kitabından uyarlandı. Eserin Türkçe çevirisi yakın zamanda İthaki Yayınları tarafından Son Düello adıyla yayımlandı. Adam Driver, Matt Damon ve Ben Affleck başrollerde…

Jean de Carrouges, İngil­tere ve Osmanlı İmparatorlu­ğu’na karşı ile birçok muhare­beye katılmış bir şövalyeydi. Babası bir asildi. Ailesi ken­dilerine ayrılmış arazide yaşı­yordu. Jacques Le Gris ise ilk çocuğunun vaftiz babasıydı. Daha sonra Le Gris’nin yıldı­zının parlaması ve Kont Pierre d’Alençon ile yakınlaşmasıyla birlikte arkadaşlıkları bozul­du. Carrouges, ilk karısı Jean de Tilly ve oğlu ölünce 1380’de Marguerite ile evlendi. Jean de Carrouge, Kont Pierre d’A­lençon tarafından satın alınıp Le Gris’ye hediye edilmiş ama aslında Marguerite’in babası­nın mülkü olan Aunou-le-Fa­ucon’u talep etti. Kontun ku­zeni olan kral 6. Charles, tüm arazilerin sahibi olduğunu ilan edince, bu paylaşım içinden çıkılmaz bir hal aldı. Carrou­ges, yasal haklarını aramak istediğinde ise kıskanç ve ge­çimsiz bir adam olarak nam saldı.

Jodie Comer’ın canlandırdığı Marguerite, sesini duyurmak için vargücünü ortaya koyuyor.

Tüm bunlar olurken Mar­guerite, Ocak 1386’da evde yalnızken Le Gris’nin tecavü­züne uğradı. Marguerite’in bu saldırıyı ifşa etmesi o zaman için alışılmamış bir şeydi. Ko­casının desteği olmadan konu­yu mahkemeye taşıyamazdı. Resmî araştırma aylar sonra yapıldığında Marguerite ha­mileydi. Dava, önce Kont Pier­re’in nezaretindeki bir mahke­mede görüldü. Kontun sanıkla olan yakın ilişkisi aşikar oldu­ğu için Carrouges ve Margu­erite duruşmaya katılmadılar bile. Ardından meseleyi krala götürdüler ve dava Paris Par­lamentosu’na taşındı. Bir so­nuca varamayan mahkeme ise düello kararını alarak, teori­de yargıyı Allah’a havale etmiş oldu. Marguerite’in Latince olarak yazılan yaklaşık 1.000 kelimelik şahadetnamesi bu­gün Archives Nationales’da korunmakta.

Filmde Ben Affleck tarafın­dan canlandırılan Pierre d’A­lençon ise 4. Charles’ın kuzeni ve dönemin en zengin baron­larından biriydi. 1396’da Niğ­bolu’da savaşacak; burada 66 yaşında ölecekti.

Sanatçı kadınların ‘çiçeklerle bezeli’ yolları

Deniz Artun küratörlüğündeki “Ben-Sen- Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı” sergisi 1850–1950 arasında Türkiye’de yaşamış 117 kadın sanatçıyı buluşturuyor.

Semiha Berksoy’dan “Annem ve Ben”.

Küratörlüğünü Deniz Artun’un üstlendiği “Ben- Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı” sergisi 9 Ekim’de İstan­bul, Beyoğlu’ndaki Meşher’de kapılarını ziyarete açtı. Galerinin üç katına yayılmış olan sergide 117 sanatçının 232 eseri bulunuyor. Sergi, 1850-1950 arasında Türkiye’de yaşamış sanatçı kadınların işlerini biraraya getiriyor.

Ziyaretçileri giriş katında sergiye adını veren Şükran Aziz’in “Ben-Sen-Onlar” adlı eseri karşılıyor. Bu katta, adlarını duyuramamış kadın­ların farklı yüzlerini bizlere yansıtmak için farklı köşelere yerleştirilmiş aynalar dikkati çekiyor. Yarı yolda bırakılmış kariyerler, dönülmüş yollar, mütevazı olmaları gerektiği için gölgede kalmış yetenekler burada büyüyerek ve yükselerek karşımıza çıkıyor. Yıldız Moran – “Yankı” (1952), Müreccel Küçükaksoy – “Oto­portre” (1950), Iraida Barry – “Yeşil Kadın” bu bölümde sergilenen çarpıcı eserler arasında.

Birinci katta “Sen” temasına ait çalışmalar var. Eser­lerin büyük bölümü şefkat, aile ve anne olma deneyimini içeren portrelerden oluşuyor. Burada, Deniz Bilgin’in “Ma­donna and the Child” (1996), Emel Korutürk’ün “Zeynep”, Vildan Gezer’in babasını resmettiği tuval üzerine yağlıboya “Ömer Bey” adlı tabloları dikkati çekiyor.

85 farklı sanatçıdan 116 çiçek temalı eserin sergilendiği ikinci ve son kat ise “Onlar”a ayrılmış. Sanatçı kadınların çoğundan güvenli ve zarif olanı resmetmesi beklendiği, bu yüzden çoğu ancak çiçekleri konu alan resimler yapabildiği için çiçek teması ayrı bir öneme sahip. Bu bölüm, kendi­sine kırılgan, domestik, sıradan, duygusal, dekoratif gibi sıfatlar yakıştırılan sanatçıları anlamak bakımından da kayda değer. Füreya Koral – “Seramik Anfora”, Neşe Aybey – “Manolyalı Kız”, Tiraje Dikmen – “Vazoda Çiçekler” bu bölümde görebileceğiniz eserler arasında.

27 Mart 2022’ye kadar Salı-Pazar, 11.00-18.00 arasın­da ücretsiz olarak ziyaret

edebilirsiniz.