14. yüzyıl Normandiya’sında bir tecavüzün ardından yargılama sürecini işleyen “Son Düello” filmi, “kadının beyanı esastır” ilkesi üzerine Ridley Scott imzalı bir Ortaçağ draması. Film, sıra kadınlara geldiğinde yüzyıllar geçse de değişmeyen tartışmaların da hikayesi.
DEFNE AKMAN
Ridley Scott’un son filmi, 14. yüzyıl Normandiya’sında bir tecavüzün ardından yargılama sürecini ve “son düello”yu anlatıyor. “The Last Duel”, kadınlar bir şikayette bulundukları zaman onlara inanılması ve gereğinin yapılmasını gündeme taşıyor. Bir başka öneme de sahip: Tarihî kişilikleri ve olayları konu alan filmin karakterlerinden Jean de Carrouges (Matt Damon), Yıldırım Bayezid döneminde Niğbolu Muharebesi’nde yenik düşen ve ölen ünlü bir Fransız şövalye.
“The Last Duel” 1386’da bir düello sahnesiyle açılır. Jean de Carrouges, bir zamanlar arkadaşı olan Jacques Le Gris’ye (Adam Driver) meydan okur; zira karısı Marguerite (Jodie Comer), Le Gris’yi tecavüzle suçlamaktadır. Carrouges şerefini korumak ve karısı adına adaleti sağlamak için Le Gris ile savaşacaktır. Tanrı, düelloyu kazananın yanındadır. Hemen belirtmek lazım ki, olur da kocası düello sırasında ölürse Marguerite iftira nedeniyle diri diri yakılacaktır!
Film, olayları Jean de Carrouge’un gerçeği, Le Gris’nin versiyonu ve Marguerite’in hikayesi olarak üç farklı perspektiften anlatıyor. Erkeklerin abartılı zafer hikayelerinden sonra sıra hakikate, Marguerite’e geliyor. Olayların akışı, bir cinsel saldırı olduğunda kadınlara inanmamak, kurbanın suçlanması, mağdurun değil ama kocanın saygınlığının zedelenmesi ve tecavüz genelgeçer kabul edildiği için, kadınların konuyu fazla uzatmayıp yoluna devam etmesinin istenmesi bakımından neredeyse günümüzle birebir aynı.
Jean de Carrouges, İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ile birçok muharebeye katılmış bir şövalyeydi. Babası bir asildi. Ailesi kendilerine ayrılmış arazide yaşıyordu. Jacques Le Gris ise ilk çocuğunun vaftiz babasıydı. Daha sonra Le Gris’nin yıldızının parlaması ve Kont Pierre d’Alençon ile yakınlaşmasıyla birlikte arkadaşlıkları bozuldu. Carrouges, ilk karısı Jean de Tilly ve oğlu ölünce 1380’de Marguerite ile evlendi. Jean de Carrouge, Kont Pierre d’Alençon tarafından satın alınıp Le Gris’ye hediye edilmiş ama aslında Marguerite’in babasının mülkü olan Aunou-le-Faucon’u talep etti. Kontun kuzeni olan kral 6. Charles, tüm arazilerin sahibi olduğunu ilan edince, bu paylaşım içinden çıkılmaz bir hal aldı. Carrouges, yasal haklarını aramak istediğinde ise kıskanç ve geçimsiz bir adam olarak nam saldı.
Tüm bunlar olurken Marguerite, Ocak 1386’da evde yalnızken Le Gris’nin tecavüzüne uğradı. Marguerite’in bu saldırıyı ifşa etmesi o zaman için alışılmamış bir şeydi. Kocasının desteği olmadan konuyu mahkemeye taşıyamazdı. Resmî araştırma aylar sonra yapıldığında Marguerite hamileydi. Dava, önce Kont Pierre’in nezaretindeki bir mahkemede görüldü. Kontun sanıkla olan yakın ilişkisi aşikar olduğu için Carrouges ve Marguerite duruşmaya katılmadılar bile. Ardından meseleyi krala götürdüler ve dava Paris Parlamentosu’na taşındı. Bir sonuca varamayan mahkeme ise düello kararını alarak, teoride yargıyı Allah’a havale etmiş oldu. Marguerite’in Latince olarak yazılan yaklaşık 1.000 kelimelik şahadetnamesi bugün Archives Nationales’da korunmakta.
Filmde Ben Affleck tarafından canlandırılan Pierre d’Alençon ise 4. Charles’ın kuzeni ve dönemin en zengin baronlarından biriydi. 1396’da Niğbolu’da savaşacak; burada 66 yaşında ölecekti.
Sanatçı kadınların ‘çiçeklerle bezeli’ yolları
Deniz Artun küratörlüğündeki “Ben-Sen- Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı” sergisi 1850–1950 arasında Türkiye’de yaşamış 117 kadın sanatçıyı buluşturuyor.
Küratörlüğünü Deniz Artun’un üstlendiği “Ben- Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı” sergisi 9 Ekim’de İstanbul, Beyoğlu’ndaki Meşher’de kapılarını ziyarete açtı. Galerinin üç katına yayılmış olan sergide 117 sanatçının 232 eseri bulunuyor. Sergi, 1850-1950 arasında Türkiye’de yaşamış sanatçı kadınların işlerini biraraya getiriyor.
Ziyaretçileri giriş katında sergiye adını veren Şükran Aziz’in “Ben-Sen-Onlar” adlı eseri karşılıyor. Bu katta, adlarını duyuramamış kadınların farklı yüzlerini bizlere yansıtmak için farklı köşelere yerleştirilmiş aynalar dikkati çekiyor. Yarı yolda bırakılmış kariyerler, dönülmüş yollar, mütevazı olmaları gerektiği için gölgede kalmış yetenekler burada büyüyerek ve yükselerek karşımıza çıkıyor. Yıldız Moran – “Yankı” (1952), Müreccel Küçükaksoy – “Otoportre” (1950), Iraida Barry – “Yeşil Kadın” bu bölümde sergilenen çarpıcı eserler arasında.
Birinci katta “Sen” temasına ait çalışmalar var. Eserlerin büyük bölümü şefkat, aile ve anne olma deneyimini içeren portrelerden oluşuyor. Burada, Deniz Bilgin’in “Madonna and the Child” (1996), Emel Korutürk’ün “Zeynep”, Vildan Gezer’in babasını resmettiği tuval üzerine yağlıboya “Ömer Bey” adlı tabloları dikkati çekiyor.
85 farklı sanatçıdan 116 çiçek temalı eserin sergilendiği ikinci ve son kat ise “Onlar”a ayrılmış. Sanatçı kadınların çoğundan güvenli ve zarif olanı resmetmesi beklendiği, bu yüzden çoğu ancak çiçekleri konu alan resimler yapabildiği için çiçek teması ayrı bir öneme sahip. Bu bölüm, kendisine kırılgan, domestik, sıradan, duygusal, dekoratif gibi sıfatlar yakıştırılan sanatçıları anlamak bakımından da kayda değer. Füreya Koral – “Seramik Anfora”, Neşe Aybey – “Manolyalı Kız”, Tiraje Dikmen – “Vazoda Çiçekler” bu bölümde görebileceğiniz eserler arasında.
27 Mart 2022’ye kadar Salı-Pazar, 11.00-18.00 arasında ücretsiz olarak ziyaret
edebilirsiniz.