Toplum hayatının daha ziyade yazılı olmayan kurallarını düzenleyen ahlaki anlayışlar, zaman ve coğrafyaya göre değişmiş, değişiyor. Günümüzde giderek yaygınlaşan “görgüsüzlük” ve yakın tarihteki anlayış, yaklaşım ve uygulamalar…
Âdâb-ı muâşeret. Yani günümüzde “görgü kuralları” diye ifade edilen ve birlikte barış içinde yaşamak için kabul edilen ortak ahlaki kaideler, kodlar… Sosyal hayatta, hem bizde hem dünyada yıllar içinde değişen, tuhaflaşan, şaşırtan; ülke ve kültürlere göre farklılıklar gösterebilen; zaman-zihniyet değişimiyle algılama ve tartışmalara yol açan; yazılı olan veya olmayan kurallar.
Semavi dinler öncesindeki inanç ve geleneklerin tektanrılı dönemlerde giderek artan ticaret ve sosyal ilişkilerle yeniden düzenlenmesi, değiştirilmesi ve kanunlaşması; insan topluluklarını farklı coğrafyalarda farklı ahlaki normlara taşımış. İktidarı ve gücü elinde bulunduranların, kendileri ve etraflarını daha “yüksek-yüce”, daha “bilgili-kültürlü”, daha “rafine” hatta “ilahi” addetmeleri, tarihlerini bu şekilde tanzim etmeleri de, görgü ve davranış kurallarını biçimlemiş.
Örf, âdet, yol, yordam, şekil, tarz gibi kategoriler; tarihin her döneminde hâkim-yönetici zümreler, sınıflar tarafından gerek dinî gerekse etik kodlar, yasalar hâline getirilmiş. “Baş”ların “ayak takımı”nın gündelik hareketlerine ayar vermesi, onların da haddini hududunu bilmesi, ancak bu sayede mümkün olabilmiş. Tabii 17. yüzyılın ünlü şairi Nâbi’nin yazdığı gibi: “Kenârın dilberi nazik de olsa nazenin olmaz”. Yani taşralı-köylü her ne kadar görgü kurallarını öğrenmiş olsa da, İstanbul’daki seçkin hanımlar gibi hassas ve işveli davranamaz.
Dinî-siyasi ideolojiler “toplumsal düzen ve huzur”un korunması için yazılı olan-olmayan davranış kurallarını empoze ededursun; “halk” denilen çoğunluk bir yandan “Allah sizi başımızdan eksik etmesin” diğer yandan “Yok artık, o kadar da değil” arasında günlük hayatını devam ettirmiş. Âdâb-ı muâşeret kurallarının zamanla-mekanla değişmesi, her dönem esas ve doğal olarak yaşı ilerlemiş insanları rahatsız etmiş. Günümüzde ise artık neredeyse tamamen tarihe gömülen bu kurallar, baştan ayağa tüm kesimler için nostalji ve espriyle karışık bir “hoşluk”.
Yine de insanın -“kendinde başlayıp kendinde biten” konular-durumlar haricinde- tek bir diğer insanla dahi iletişime geçtiğinde uygulaması gereken ifade ve davranış kuralları, sosyal hayatın olmazsa olmazı. Gerçi günümüzde maalesef “ayıp denen bir şey” pek kalmadı ama, gerek gündelik hayatımızda gerekse sosyal medyada karşılaşılan “modeller”, görgü kurallarının artık tamamen gömüldüğünü gösteriyor. Kamusal alanlarda yüksek sesle böğürenler; kulaklık taktığı için telefonla yüksek sesle konuşmaya hak kazandığını düşünenler; tanımadığı veya kendisinden yaşça büyük insanlara 2. tekil şahıs hitap edenler; yolda-trafikte olmadık hareketler yapanlar; birbirlerine yine olmadık-duyulmadık küfürler eden siyasetçiler ve daha neler neler… Bu türlerin ortak özelliği ise, esas itibariyle bu davranışlarıyla dikkati çekmek, ilgi görmek, takipçi edinmek, popüler bulunmak-hissetmek istemeleri.
Bu dosya konumuzu evde yalnızken de öksürdüğünde ağzını kapatan; lokantada yanından geçerken çarptğı sandalyeden de özür dileyen; kırda-sokakta gördüğü hasta ağaca-hayvana da yardım eden; dilini-elini-kolunu nereye koyacağını bilen; kısacası düşüncesi-fikri-dünya görüşü-inancı ne olursa olsun kendini bilen insan evlatlarına adıyoruz.
Dünden bugüne âdâb-ı muâşeret örnekleri…
Gürsel Göncü
SAYGISIZLIKLA SAVAŞ DERNEĞİ
Saygıya davet hep cesaret işiydi
Kapağımızda afişini gördüğünüz Saygısızlıkla Savaş Derneği, 15 Haziran 1945’te toplum kurallarına uygun olmayan davranışlarla mücadele etmek amacıyla yola çıkmıştı. Kurucu başkan, ileride ordinaryüs ünvanı da alacak olan ünlü anatomi profesörü Zeki Zeren’dir (1900-1973). Profesör Zeren, adabı muaşeret üzerine yazdığı yazıların yanı sıra “Topluluk Hayatında Saygısızlarla Savaş Lüzumu” ve “Hemşehrilik Adabı” gibi başlıklarla verdiği konferanslarıyla da tanınmaktadır. Zeren, kurdukları derneğin “pis esnafla”, toplu taşıma araçlarında sigara içenlerle, yerle tükürenlerle ve gürültü yapanlarla mücadele edeceğini açıklar. Bu amaçla çok sayıda afiş ve broşür bastırılır. İhap Hulusi’nin çizdiği afiş derneğin en bilinen afişidir. Kurulduktan hemen sonra Cumhuriyet yazarı Abidin Daver, dernek üyelerini “Eğer sokakta saygısızlık, kabalık edenleri uyaracaksanız dikkat edin başınıza iş gelmesin. Yanınızda boksör ya da pehlivan bulundurmanızda fayda var” diye uyarır. Aynı günlerde bir dernek üyesinin tramvayda sigara içen üniformalı bir polisi uyarması büyük bir cesaret örneği olarak gazetelerde yer bulacaktır. Saygısızlıkla Savaş Derneği ne yazık ki çok uzun ömürlü olmaz ve 1952’de üniversite ve basından yeterli alakayı göremediklerini gerekçe gösteren yöneticiler tarafından feshedilir.
(#tarih’in Haziran 2015 tarihli 13.sayısı, Murat Toklucu)
Bernard Shaw’un Pygmalion’undan
Hollywood’un Audrey Hepburn’lü “My Fair Lady”sine ve oradan Yeşilçam’ın “Tatlı Dillim”, “Kezban Paris’te” gibi klasiklerine sinemada “Bir kadın yaratma” teması zarafet ve adab-ı muaşeret derslerinden geçiyordu.