Kimileri onu zehirli kabul etmiş; kimileri mitleştirmiş, iyileştirici özellikler atfetmiş. Kimileri sözde koruma amacıyla, kimileriyse lanetli kabul ettiğinden “misafiri gelen” kadınları toplumun dışına itmiş. Menstrüasyon bahsediyoruz! Bugün bile adı anılmaktan imtina edilen, toplumun yarısının doğal bir fonksiyonu olmasına rağmen nedense konuşulmayan regl ve tarihin satıraralarında bile kendine yer bulamayışı…
Dünya nüfusunun yarısı, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana her ay düzenli olarak regl oluyor. Buna rağmen bu biyolojik sürecin tabulaştırılması, gizli tutulması gereken ayıp bir şey sayılması nedeniyle dünyanın dörtbir yanındaki kadınlar bugün bile ayrımcılığa uğramaya, “kirli” kabul edilmeye, kendileri ve çevreleri için tehdit olarak görülmeye devam ediyor.
Bu ayrımcılığın son dönemde Türkiye’de artan fiyatlarla birlikte daha da çok konuşulmaya başlanan bir yüzü de “regl yoksulluğu” olarak tezahür ediyor. Regl yoksulluğu, regl dönemlerinde kişilerin kullanmak zorunda oldukları ürünlere erişim sıkıntısı yaşaması anlamına geliyor. TÜİK verileri, hijyenik ped fiyatlarının geçen yıla kıyasla neredeyse iki katına çıktığını gösterirken, Derin Yoksulluk Ağı’nın İstanbul’da yaptığı bir araştırmaya göre, açlık sınırındaki ailelerin % 82’si hijyenik pede erişemediğini söylüyor. Mevsimlik tarım işçileri, mülteciler ve büyük kentlerin yoksul kesimlerinde yaşayanlar, regl yoksulluğundan en çok etkilenen kişilerin başında geliyor.
Mart sonunda yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı’yla menstürel ürünlerdeki KDV’nin % 18’den % 8’e düşürülmesi olumlu bir gelişme olsa da, karar metninde “hijyenik ped ve tampon” kelimeleri yerine “Türk Gümrük Tarife Cetveli’nin 9619.00 pozisyonunda yer alan mallar” gibi şifreli bir ifadenin kullanılması da Türkiye’de halen “regl” ile bağlantılı konuların alçak sesle konuşulması gerektiği algısının devlet katında dahi ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesi oldu.
Tarih boyunca regl korkusu
Regl olmak bazı kültürler tarafından mitleştirilmiş; bazıları ona büyülü, iyileştirici güçler atfetmiş; bazıları ise hastalık ve zayıflıkla ilişkilendirmişti. Bir kültür zehir olduğuna hükmederken bir diğeri ilaç gözüyle bakmıştı. Belki de hasta ya da yaralı olmayan bir kadının bir anda kanamaya başlaması, tam anlaşılamayan, muğlaklık barındıran her şeyde olduğu gibi tekinsiz sayılmıştı. Üstelik tehlike yalnızca regl olan kişiye değil, tüm topluma yönelik sayılmış; dolayısıyla bu tehditten korunmak için çeşitli kurallar geliştirilmişti.
Antik Yunan uygarlığında “âdet kanı”, kadının sağlığını ve dengesini koruması için vücudundan atması gereken zehirli bir madde olarak görülürdü. “Kötü kan”, kirli ve utanç vericiydi… Roma döneminde ise, Gaius Plinius Secundus’un Naturalis Historia adlı kitabında “Âdet kanıyla temas yeni şarabı ekşitir, dokunduğu ekin kısır olur, bahçelerdeki tohumlar kurur, ağaçların meyveleri dökülür, arılar ölür, bıçak körleşir, bronz ve demir hemen paslanır ve havayı korkunç bir koku kaplar” yazıyordu. Bu anlayış yüzyıllar boyunca nesilden nesle, coğrafyadan coğrafyaya aktarıldı.
Hıristiyanlık ve İslâmiyet’in doğuşundan önce Tevrat’ta, Yahudi kadınların âdet günlerindeki davranışlarını kontrol etmek için yasalar konmuştu. Bu yasalar Batı Hıristiyanları arasında da 6. yüzyıla kadar uygulandı. O dönemde regl olan kadının kiliseye girmesi ve cemaate katılması yasaktı. Ta ki 596 yılında İngiltere’deki Katolik Kilisesi’nin ilk piskoposu Augustine, Papa’ya yazdığı bir mektupta işin aslını sorana kadar… Papa Büyük Gregory, yazdığı cevapta, kadının âdet zamanlarında kiliseye girmesinin yasak olamayacağını, çünkü doğanın işleyişinin günah kabul edilemeyeceğini kesin bir dille bildirmişti. Böylece Batı Hıristiyan kiliselerinde, regl olan kişilerin kutsal alana girmesine ve ayine katılmasına ilişkin yasak geçersiz kılındı ve ondan sonra bu durum devam etti.
Müslüman toplumlarda da regl olmak, kirlilik ve hastalık alanına yerleştirmiş; kadınların muayyen günlerinde camiye gitmesine, Kuran’a dokunmasına izin verilmemişti. Regl olmayı “kirlenmek” olarak gören diğer kültürler gibi, İslâm’da da menstrüasyon sırasında temas edilenler “murdar” oluyordu.
Menstrüasyonu zehirli gören toplumların yanında, büyülü ve iyileştirici kabul eden; epilepsi, inatçı ağrılar, gut, çıban, siğil, ülser ve hatta nazarı iyileştirecek, vebadan koruyacak iksirlerde kullanan toplumlar da vardı. Ortaçağ döneminde âdet görmenin dölleme kapasitesinin açık bir işareti olduğu hissedilmiş, Salerno okulunda menstrüasyonun kadının ruh hâlini düzenlediği savunulmuştu. Öte yandan Ortaçağ Avrupası, regl olmanın “tahılların çimlenmesini engelleyeceğinin”; âdet gören bir kadının yakında olması durumunda hasta kişilerin kötüleşeceğinin de düşünüldüğü dönemdi.
19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise regl olmak bir nevi “sakatlık”, fiziksel bir “hastalık” ve duygusal denge sağlamanın önünde bir engel olarak tanımlanıyordu. Bu nedenle kadınların evin içinde olmaları gerektiği, eşit haklara sahip olmayı akıllarından geçirmeyecekleri düşünülüyordu. Onlar anne, bakıcı ve ev hanımı olarak kalmalıydılar.
Hijyen devrimi
Her ne kadar regl, etrafındaki tüm önyargılar ve hurafelerle hiç görülmemesi, duyulmaması, uzak durulması gereken alana sıkıştırılmak istense de, kaçınılmaz bir biyolojik gerçek olarak tarih boyunca yönetilmesi gereken bir durum olmaya devam etti. Kadınların üreme sağlığı her zaman mahrem bir konu olageldiği için, geçmişte regl dönemlerinin nasıl geçirildiğiyle ilgili tarihsel kayıtlara ulaşmak oldukça güç. Ebelik kitaplarından çocuk yetiştirme rehberlerine, elitlerin günlüklerinden mektuplarına zaman zaman cinsellik, üreme ve çocuk sahibi olmakla ilgili ulaşılabilen ipuçları, konu regl olduğunda iyice kısırlaşıyor. Hayatın bu kadar içinden bir konu, belli ki tarihe kaydedilecek kadar önemli görülmemiş. Yüksek ihtimalle regl döneminde ne yapılacağıyla ilgili bilgiler, kağıt üzerine geçirilmeden kadınlar arasında kulaktan kulağa yayılmış.
Tarihsel kayıtların yokluğunda, eski dönemlere ilişkin elimizde yalnızca varsayımlar var. Bunlardan biri Antik Mısır’da kadınların regl dönemlerinde tampon kullandığı yönünde. Tabii papirüs liflerinden yapılmış olabilecek bu tamponların, bugün bildiklerimizle ilgisi yok. Bir başka varsayım, sargı bezi benzeri bir kumaşa sarılmış talaş kullanmış olabileceklerini öne sürüyor. Ortaçağ’da ise diş ağrısından yoğun geçen regl dönemlerine birçok durumda kurbağa kaynatılarak yapılan bir ilacın kullanılmış olabileceği tahmin ediliyor.
Tarihin bu daha karanlık dönemlerini arkada bırakan gelişme, 1921’de ilk defa tek kullanımlık bir menstrüasyon ürünü olan Kotex’in, ABD’de eczane raflarına girmesi. Kotex, 1. Dünya Savaşı sırasında yaralanmalardaki kanamalara karşı tıbbi bandaj olarak kullanılmak üzere geliştirilmiş, yüksek emici nitelikte bitkisel bir malzemeden (cellucotton) yapılmıştı. Onu ilk keşfeden ise hemşireler olmuştu. Bir başka devrim olan tampon ise bale ve spor müsabakaları gibi yoğun efor gerektiren ve gözönünde yapılan aktivitelerde regl dönemleri için hijyenik kontrol arayışları sonucunda 1930’larda geliştirilmişti.
Yeni hijyenik ürünler, kullanılıp atılabilir nitelikteydi ve hayata aktif olarak katılmanın yolu tek kullanımlık bu ürünlerden geçiyordu. Eski kısıtlayıcı yöntemlerden ve eve kapalı kalmaktan kurtulan kadınlar daha aktif, daha üretken ve elbette daha mutlu olacaklardı. Ancak bunu devam ettirebilmek için, yıllar boyunca her ay satın almak zorunda oldukları bir ürüne de mahkum hâle gelmişlerdi.
Zamanla tek kullanımlık hijyenik ürünler çok daha kolay ulaşılabilir hâle geldi. Daha fazla kadının eğitim ve iş hayatına katılmasına, işlerin kesintisiz devam etmesine izin veren bu ürünler artık kadınlar tarafından neredeyse gıda ve barınma ihtiyacı kadar elzem görülüyordu. Ancak yine de utanç verici bulunduğundan olabildiğince gizli ve görünmez kalması gerektiği fikri, üreticilerin bütün pazarlama çalışmalarını ürünlerinin “ne kadar emici” olduğunu anlatmak üzerine kurmasına neden oldu. 1974’te “tarihin en kötü tamponu” olarak anılan Rely’ın piyasaya sürdüğü “süper emici tampon” bu takıntının son noktalarındandı. Karboksimetilselüloz (CMC) ve sıkıştırılmış boncuklar gibi sentetik malzemelerden yapılmış bu tampon, kendi ağırlığının 20 katı sıvıyı emebiliyordu. Ayrıca sızıntı yapmaması için “çiçek gibi” açılıyordu. Her şey iyi gidiyordu; ta ki 1980’lerde neredeyse bir salgın hâline gelen ve ölümle sonuçlanabilen “Toksik Şok Sendromu” vakalarına kadar… Doktorlardan oluşturulan “Görev Gücü”, bu vakalardaki artışın Rely tamponlarda kullanılan sentetik materyallere bağlı olduğunu kanıtladı. Rely o kadar emiciydi ki, çıkartılırken vajinanın iç duvarlarındaki deriyi de yırtıyordu.
Hurafeler yığını
Bugünün dünyasında da menstrüasyona dair sosyokültürel yorumlar ve tabular büyük çeşitlilik göstermeye devam ediyor. Menstrüasyona ilişkin halen süren “kirli ve ayıp” algısı konuyla ilgili araştırmaları, geliştirilen ürünleri, bu ürünlerin fiyatlarını olduğu kadar cinsiyete dayalı kısıtlamaları da etkilemeye devam ediyor. 1930’larda Batılı biliminsanları, âdet gören kadınların vücutlarının bir tür zehir olan “menotoksinler” ürettiğini tasavvur ediyorlardı. Bugün de benzer inanışlar devam ediyor. Bazı topluluklar, kadınların âdet sırasında kirlilik ve talihsizlik yayabileceğine inanıyor. Kadınların âdet döngüleri nedeniyle fiziksel ve duygusal kapasitelerinin azaldığı yanılgısı ayrımcılığa yol açıyor ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor. Kadınlar, menstrüasyonla ilgili aşağılayıcı yorumlarla karşılaşabiliyor ve belirli sosyal rollerden dışlanabiliyorlar.
Batı Nepal’de, âdet dönemleri boyunca kirli kabul edilen kadınlar, bu süre zarfında evlerinden bir barakaya sürgün ediliyor; âdet gören kadınların kolektif gücü azaltacağına inanılan Etiyopya kırsalında ise köyün dışında bulunan bir kulübede 7 gün kalmaya zorlanıyorlar. Türk Dil Kurumu sözlüğünde bugün dahi “kirli” kelimesinin karşılığı olarak “Aybaşı durumunda bulunan (kadın)” açıklaması geçiyor. Ayrıca regl olan çocuklara tokat atmak, okuldan almak, artık evlenmeye hazır olduklarını düşünmek, hijyenik ürünleri gözönünde satmamak, gazete kağıtlarına sararak, siyah poşetlere koyarak vermek, ayrı bir odada uyumalarını istemek ya da mutfağa girmelerini, yemeğe dokunmalarını engellemek gibi âdetler de sürdürülüyor.
Dünyanın birçok yerinde menarş (ilk regl) çocukların cinsel aktiviteye hazır olduğunun bir göstergesi gibi algılanıyor ve bu yanlış algı onları bir dizi suistimale karşı savunmasız bırakıyor. Oysa âdet görme biyolojik doğurganlığın bir göstergesi olsa da zihinsel, duygusal, psikolojik ve fiziksel olgunluğa erişmek anlamına gelmiyor. Ayrıca erkek çocukların yetişkinliğe geçişi törenler ve kutlamalarla yapılırken, kız çocukları bunun gizlenmesi gereken bir durum olduğu empoze edilerek büyütülüyor.
Nasıl adlandırdığımızın hiç önemi yok; ister âdet diyelim ister regl, ister mens diyelim, ister periyod; herkesin öğrenmesi gereken bir gerçek var: Bu doğal durum kimsenin yapabileceklerini sınırlamaz! Regl olmak, tarih boyunca kadınları birçok sosyal faaliyetin dışında bırakmak için kullanılmış olsa da menstrüasyon hiçbir şeye engel değil.
Sosyoekonomik gerçek
Aslında kısıtlayıcı olan regl değil, hijyenik ürünlere erişim sorunu. Bu konuda da şifreli sözcükler kullanmaya, gizlenip saklanmaya devam etmek; menstrüasyon tabularının regl olan bireylerin sağlığı, eğitimi, güvenliği ve mutluluğu üzerinde ciddi menfi etkiler yaratmayı sürdürmesi anlamına geliyor. Oysa menstrüasyon, doğası gereği insan onuru ile ilgili ve bir insan hakları sorunu. Cinsiyet eşitsizliği, aşırı yoksulluk ve kimi zararlı gelenekler, regl dönemini bir yoksunluk ve damgalanma dönemine dönüştürebilir; toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir yansıması olarak temel insan haklarından yararlanmanın önünde engel olabilir.
Dünyanın dörtbir yanında, düşük gelirli birçok kişinin menstrüasyon sırasında hijyenik ihtiyaçlarına ulaşma mücadelesi “regl yoksulluğu” olarak tanımlanıyor ve sadece hijyenik pedleri değil su ve sabun gibi en temel temizlik ürünlerinin, yedek iç çamaşırı gibi ihtiyaçların getirdiği ekonomik yükü de ifade ediyor. Üstelik regl yoksulluğu yalnızca yoksul ülkelerde değil orta ve yüksek gelirli ülkelerde de özellikle kadınları etkileyen bir hak ihlali olarak; okuldan ve işten geri kalmalarına yol açarak hayatları üzerinde kalıcı izler bırakıyor.
Menstrüasyon sırasında neyin gerekli olduğu artık tüm dünyada anlaşılmış durumda: Hijyenik ürünlere güvenli erişim; bu ürünü mahremiyet içinde değiştirebilmek ve kullanılmış malzemeyi atabilmek; sabun ve temiz su ile yıkanabilmek; regl döngüsü ve nasıl yönetileceği konusunda temel eğitime sahip olmak. Oysa çocuklar, hayatlarının büyük bölümünde birlikte yaşayacakları bu doğal fonksiyon hakkında genellikle çok az şey biliyorlar; çoğu insan, konuyla ilgili ilk bilgilerini regl olduktan sonra korku ve endişe içinde alıyor. Bu bilgilerin bir kısmı da kafa karışıklığına yol açacak şekilde yanlış oluyor.
Menstrüasyonun toplum içinde konuşulmaması, cehalete ve ihmale yol açıyor; regl dönemi yoksulluğuna ve ayrımcılığa karşı savunma yapmayı güçleştiriyor. Hijyenik ürünlere erişimin mümkün olmadığı durumlarda başvurulan iptidai çözümler ise, enfeksiyona yol açmak bir yana tam koruma da sağlamadığı için toplumun yarısının kendisini sosyal hayattan uzak tutmasına neden oluyor.
BİLGİ
Menstrüasyon / âdet döngüsü
Üreme çağındaki bir kadının uterusunda, hormonlar tarafından tetiklenen ve potansiyel bir hamileliğe yönelik gelişen dokusal değişikliğin kanama yoluyla vajinadan atılması sürecidir. Bu süreç döngüseldir; bir kız çocuğu ergenliğe ulaştığında başlar ve buna menarş denir; doğurganlık çağının sonuna kadar devam eder ve menopoz ile son bulur. Genel anlamda âdet döngüsü, 21-35 gün arasında (ortalama 28) bir sıklıkta; 2-7 gün arasında değişebilen bir sürede ve sıvı miktarı 20-80 cc arasında (ortalama 35 cc) değişir. Bu döngü; kadının biyolojik, psikolojik ve sosyal koşullarından olduğu kadar çevreden de etkilenir.
FİLM: PERIOD. END OF SENTENCE.
Oscar adayı bir aktivizm öyküsü
Yönetmen Rayka Zehtabchi imzalı 2018 yapımı bu kısa belgesel filmde, Hindistan’ın Hapur kentinde bir grup kadının, hijyenik ped imal eden bir makineyi nasıl çalıştıracaklarını öğrendikten sonra düşük maliyetle, doğada biyolojik olarak parçalanabilen pedler üreterek diğer kadınlara uygun fiyatla satmalarının hikayesi anlatılıyor. 91. Akademi Ödülleri’nde En İyi Belgesel seçilen filmde anlatılan bu girişim, yalnızca temel ürünlere erişimi kolaylaştırarak kadın hijyeninin iyileştirilmesine yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda Hindistan’da kadınları menstrüasyonla ilgili tabulardan kurtulmaları için de destekliyor, güçlendiriyor.
JARGON
Hangi kelimeler ve deyimler kullanılıyor?
Menstrüasyon terimi Latince “ay” anlamına gelen mensis kelimesinden geliyor ve bu aynı zamanda “periyod” denilmesinin de nedeni. Birçok kültürde regl, aylık ritmi nedeniyle ay döngüsü ile ilişkilendirilmiş. Bugün ise açıkça söz edilemediğinden “halam geldi”, “hastayım” ve hatta “anavatan kan ağlıyor” gibi deyimler var.
Regl Fransızca’da kural, düzen anlamına gelen “régle” sözcüğü Latince yine kural, düzen anlamına gelen regula sözcüğünden evrilmiştir.
Âdet görmek Arapça’da tekrarlanan veya geri gelen şey, alışkanlık anlamında.
Aybaşı/aybaşı olmak/ay hâli Her ne kadar her ayın başında olmasa da yine de her ay düzenli olarak yaşanmasına bağlı olarak.
Kirlenmek/kirli olmak TDK Sözlüğü’ne göre “Aybaşı durumunda olmak”… Tarih boyunca sürdürülen inanışlara dayanan bu sözcük, regl sıvısının kirli olduğu yönündeki yanlış bilgiyi sürdürüyor.
Hastalanmak Aslında vücudun sağlıklı bir şekilde yerine getirdiği doğal bir fonksiyon olan menstrüasyondan “hasta olmak” diye bahsetmek, aynen gerçekten hasta olunan zamanlardaki gibi bir nevi karantina uygulamasını da sürdürmeyi beraberinde getiriyor. Oysa regl olmak, doğal bir vücut fonksiyonu.
Muayyen günler “Belirli” günlerde olmak. Adını söylemeden regl olduğunu ima etmenin herkesçe bilinen bir başka yolu.
Renkli olmak Yüksek ihtimalle “regl olmak” kelimesinin kulaktan kulağa aktarılırken değiştirilmiş hâli.
Halam geldi Aslında özellikle halaların sevildiği durumda, hoş karşılanan bir durumu ifade ediyor gibi görünen bu cümlenin, “teyzem geldi”, “misafir geldi” gibi versiyonları da var.
Dünyadan örnekler Türkiye’de kullanılan “Anavatan kan ağlıyor”, “Ayşecik tatilde”, “Tarla çamurlu”, “Kızsal mazeretim var” gibi “yaratıcı” cümlelerin yanında dünyada da “İsmi lazım değil” (Fransa), “Çifte kumrular” (Hindistan), “Kırmızı başlıklı kız” (Rusya), “Kızıl dalga” (İngiltere), “Flo Teyze” (ABD) gibi kullanımlar yaygın.