Kasım
sayımız çıktı

‘Muayyen günler’ kuralı: Adı yok ama tabusu çok

Kimileri onu zehirli kabul etmiş; kimileri mitleştirmiş, iyileştirici özellikler atfetmiş. Kimileri sözde koruma amacıyla, kimileriyse lanetli kabul ettiğinden “misafiri gelen” kadınları toplumun dışına itmiş. Menstrüasyon bahsediyoruz! Bugün bile adı anılmaktan imtina edilen, toplumun yarısının doğal bir fonksiyonu olmasına rağmen nedense konuşulmayan regl ve tarihin satıraralarında bile kendine yer bulamayışı…

Dünya nüfusunun yarısı, insanlık tarihinin baş­langıcından bu yana her ay düzenli olarak regl olu­yor. Buna rağmen bu biyolojik sürecin tabulaştırılması, gizli tutulması gereken ayıp bir şey sayılması nedeniyle dünyanın dörtbir yanındaki kadınlar bu­gün bile ayrımcılığa uğramaya, “kirli” kabul edilmeye, kendile­ri ve çevreleri için tehdit olarak görülmeye devam ediyor.

Bu ayrımcılığın son dönem­de Türkiye’de artan fiyatlarla birlikte daha da çok konuşul­maya başlanan bir yüzü de “regl yoksulluğu” olarak tezahür edi­yor. Regl yoksulluğu, regl dö­nemlerinde kişilerin kullanmak zorunda oldukları ürünlere eri­şim sıkıntısı yaşaması anlamına geliyor. TÜİK verileri, hijyenik ped fiyatlarının geçen yıla kı­yasla neredeyse iki katına çıktı­ğını gösterirken, Derin Yoksul­luk Ağı’nın İstanbul’da yaptığı bir araştırmaya göre, açlık sını­rındaki ailelerin % 82’si hijye­nik pede erişemediğini söylüyor. Mevsimlik tarım işçileri, mülte­ciler ve büyük kentlerin yoksul kesimlerinde yaşayanlar, regl yoksulluğundan en çok etkile­nen kişilerin başında geliyor.

Mart sonunda yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı’yla menstürel ürünlerdeki KDV’nin % 18’den % 8’e düşürülme­si olumlu bir gelişme olsa da, karar metninde “hijyenik ped ve tampon” kelimeleri yerine “Türk Gümrük Tarife Cetve­li’nin 9619.00 pozisyonunda yer alan mallar” gibi şifreli bir ifa­denin kullanılması da Türki­ye’de halen “regl” ile bağlantılı konuların alçak sesle konuşul­ması gerektiği algısının devlet katında dahi ne kadar güçlü ol­duğunun bir göstergesi oldu.

‘Hayatın en birinci zevki’ Femil İsmet Laboratuvarı tarafından 1930’lu yıllarda piyasaya sürülen Femil âdet bezleri ve 50’lerde piyasaya sürülen ağrı kesici Opon’un reklamları…

Tarih boyunca regl korkusu

Regl olmak bazı kültürler tara­fından mitleştirilmiş; bazıla­rı ona büyülü, iyileştirici güçler atfetmiş; bazıları ise hastalık ve zayıflıkla ilişkilendirmişti. Bir kültür zehir olduğuna hükme­derken bir diğeri ilaç gözüyle bakmıştı. Belki de hasta ya da yaralı olmayan bir kadının bir anda kanamaya başlaması, tam anlaşılamayan, muğlaklık barın­dıran her şeyde olduğu gibi te­kinsiz sayılmıştı. Üstelik tehlike yalnızca regl olan kişiye değil, tüm topluma yönelik sayılmış; dolayısıyla bu tehditten korun­mak için çeşitli kurallar gelişti­rilmişti.

Antik Yunan uygarlığın­da “âdet kanı”, kadının sağlığı­nı ve dengesini koruması için vücudundan atması gereken zehirli bir madde olarak görü­lürdü. “Kötü kan”, kirli ve utanç vericiydi… Roma döneminde ise, Gaius Plinius Secundus’un Naturalis Historia adlı kita­bında “Âdet kanıyla temas yeni şarabı ekşitir, dokunduğu ekin kısır olur, bahçelerdeki tohum­lar kurur, ağaçların meyveleri dökülür, arılar ölür, bıçak kör­leşir, bronz ve demir hemen paslanır ve havayı korkunç bir koku kaplar” yazıyordu. Bu an­layış yüzyıllar boyunca nesilden nesle, coğrafyadan coğrafyaya aktarıldı.

Hıristiyanlık ve İslâmiyet’in doğuşundan önce Tevrat’ta, Yahudi kadınların âdet günle­rindeki davranışlarını kontrol etmek için yasalar konmuştu. Bu yasalar Batı Hıristiyanla­rı arasında da 6. yüzyıla kadar uygulandı. O dönemde regl olan kadının kiliseye girmesi ve ce­maate katılması yasaktı. Ta ki 596 yılında İngiltere’deki Ka­tolik Kilisesi’nin ilk piskopo­su Augustine, Papa’ya yazdığı bir mektupta işin aslını sora­na kadar… Papa Büyük Gregory, yazdığı cevapta, kadının âdet zamanlarında kiliseye girmesi­nin yasak olamayacağını, çünkü doğanın işleyişinin günah kabul edilemeyeceğini kesin bir dille bildirmişti. Böylece Batı Hıristi­yan kiliselerinde, regl olan kişi­lerin kutsal alana girmesine ve ayine katılmasına ilişkin yasak geçersiz kılındı ve ondan sonra bu durum devam etti.

Müslüman toplumlarda da regl olmak, kirlilik ve hastalık alanına yerleştirmiş; kadınların muayyen günlerinde camiye git­mesine, Kuran’a dokunmasına izin verilmemişti. Regl olmayı “kirlenmek” olarak gören diğer kültürler gibi, İslâm’da da mens­trüasyon sırasında temas edi­lenler “murdar” oluyordu.

Menstrüasyonu zehirli gö­ren toplumların yanında, büyü­lü ve iyileştirici kabul eden; epi­lepsi, inatçı ağrılar, gut, çıban, siğil, ülser ve hatta nazarı iyi­leştirecek, vebadan koruyacak iksirlerde kullanan toplumlar da vardı. Ortaçağ döneminde âdet görmenin dölleme kapasitesinin açık bir işareti olduğu hissedil­miş, Salerno okulunda mens­trüasyonun kadının ruh hâlini düzenlediği savunulmuştu. Öte yandan Ortaçağ Avrupası, regl olmanın “tahılların çimlenme­sini engelleyeceğinin”; âdet gö­ren bir kadının yakında olması durumunda hasta kişilerin kö­tüleşeceğinin de düşünüldüğü dönemdi.

19. yüzyılın sonlarına gelin­diğinde ise regl olmak bir nevi “sakatlık”, fiziksel bir “hastalık” ve duygusal denge sağlamanın önünde bir engel olarak tanım­lanıyordu. Bu nedenle kadınla­rın evin içinde olmaları gerek­tiği, eşit haklara sahip olmayı akıllarından geçirmeyecekleri düşünülüyordu. Onlar anne, ba­kıcı ve ev hanımı olarak kalma­lıydılar.

Yeni asrın modern satıcısı 1938’in son aylarında yayımlanan 1939 Togo Albümü’nde usta karikatürist Togo’nun çizgileriyle “Femilci Kâzım Can”.

Hijyen devrimi

Her ne kadar regl, etrafında­ki tüm önyargılar ve hurafeler­le hiç görülmemesi, duyulma­ması, uzak durulması gereken alana sıkıştırılmak istense de, kaçınılmaz bir biyolojik gerçek olarak tarih boyunca yönetil­mesi gereken bir durum olmaya devam etti. Kadınların üreme sağlığı her zaman mahrem bir konu olageldiği için, geçmişte regl dönemlerinin nasıl geçi­rildiğiyle ilgili tarihsel kayıtla­ra ulaşmak oldukça güç. Ebelik kitaplarından çocuk yetiştirme rehberlerine, elitlerin günlükle­rinden mektuplarına zaman za­man cinsellik, üreme ve çocuk sahibi olmakla ilgili ulaşılabilen ipuçları, konu regl olduğunda iyice kısırlaşıyor. Hayatın bu ka­dar içinden bir konu, belli ki ta­rihe kaydedilecek kadar önemli görülmemiş. Yüksek ihtimalle regl döneminde ne yapılacağıyla ilgili bilgiler, kağıt üzerine geçi­rilmeden kadınlar arasında ku­laktan kulağa yayılmış.

Tarihsel kayıtların yoklu­ğunda, eski dönemlere ilişkin elimizde yalnızca varsayımlar var. Bunlardan biri Antik Mı­sır’da kadınların regl dönem­lerinde tampon kullandığı yö­nünde. Tabii papirüs liflerinden yapılmış olabilecek bu tampon­ların, bugün bildiklerimizle ilgi­si yok. Bir başka varsayım, sargı bezi benzeri bir kumaşa sarıl­mış talaş kullanmış olabilecek­lerini öne sürüyor. Ortaçağ’da ise diş ağrısından yoğun geçen regl dönemlerine birçok durum­da kurbağa kaynatılarak yapılan bir ilacın kullanılmış olabileceği tahmin ediliyor.

Tarihin bu daha karanlık dö­nemlerini arkada bırakan geliş­me, 1921’de ilk defa tek kulla­nımlık bir menstrüasyon ürünü olan Kotex’in, ABD’de eczane raflarına girmesi. Kotex, 1. Dün­ya Savaşı sırasında yaralanma­lardaki kanamalara karşı tıbbi bandaj olarak kullanılmak üzere geliştirilmiş, yüksek emici ni­telikte bitkisel bir malzemeden (cellucotton) yapılmıştı. Onu ilk keşfeden ise hemşireler olmuş­tu. Bir başka devrim olan tam­pon ise bale ve spor müsabaka­ları gibi yoğun efor gerektiren ve gözönünde yapılan aktivite­lerde regl dönemleri için hijye­nik kontrol arayışları sonucun­da 1930’larda geliştirilmişti.

Tamamen yerli üretim Gripin’in 1950’lerdeki reklamları regl ağrısı çeken kadınları da hedefliyordu.

Yeni hijyenik ürünler, kul­lanılıp atılabilir nitelikteydi ve hayata aktif olarak katılmanın yolu tek kullanımlık bu ürünler­den geçiyordu. Eski kısıtlayıcı yöntemlerden ve eve kapalı kal­maktan kurtulan kadınlar daha aktif, daha üretken ve elbette daha mutlu olacaklardı. Ancak bunu devam ettirebilmek için, yıllar boyunca her ay satın al­mak zorunda oldukları bir ürü­ne de mahkum hâle gelmişlerdi.

Zamanla tek kullanımlık hij­yenik ürünler çok daha kolay ulaşılabilir hâle geldi. Daha faz­la kadının eğitim ve iş hayatına katılmasına, işlerin kesintisiz devam etmesine izin veren bu ürünler artık kadınlar tarafın­dan neredeyse gıda ve barınma ihtiyacı kadar elzem görülüyor­du. Ancak yine de utanç verici bulunduğundan olabildiğince gizli ve görünmez kalması ge­rektiği fikri, üreticilerin bütün pazarlama çalışmalarını ürünle­rinin “ne kadar emici” olduğu­nu anlatmak üzerine kurması­na neden oldu. 1974’te “tarihin en kötü tamponu” olarak anılan Rely’ın piyasaya sürdüğü “sü­per emici tampon” bu takıntının son noktalarındandı. Karboksi­metilselüloz (CMC) ve sıkış­tırılmış boncuklar gibi sente­tik malzemelerden yapılmış bu tampon, kendi ağırlığının 20 katı sıvıyı emebiliyordu. Ayrıca sızıntı yapmaması için “çiçek gibi” açılıyordu. Her şey iyi gi­diyordu; ta ki 1980’lerde nere­deyse bir salgın hâline gelen ve ölümle sonuçlanabilen “Tok­sik Şok Sendromu” vakalarına kadar… Doktorlardan oluşturu­lan “Görev Gücü”, bu vakalar­daki artışın Rely tamponlarda kullanılan sentetik materyallere bağlı olduğunu kanıtladı. Rely o kadar emiciydi ki, çıkartılırken vajinanın iç duvarlarındaki de­riyi de yırtıyordu.

Hurafeler yığını

Bugünün dünyasında da mens­trüasyona dair sosyokültürel yo­rumlar ve tabular büyük çeşit­lilik göstermeye devam ediyor. Menstrüasyona ilişkin halen sü­ren “kirli ve ayıp” algısı konuyla ilgili araştırmaları, geliştirilen ürünleri, bu ürünlerin fiyatları­nı olduğu kadar cinsiyete dayalı kısıtlamaları da etkilemeye de­vam ediyor. 1930’larda Batılı bi­liminsanları, âdet gören kadın­ların vücutlarının bir tür zehir olan “menotoksinler” ürettiğini tasavvur ediyorlardı. Bugün de benzer inanışlar devam ediyor. Bazı topluluklar, kadınların âdet sırasında kirlilik ve talihsizlik yayabileceğine inanıyor. Kadın­ların âdet döngüleri nedeniyle fiziksel ve duygusal kapasitele­rinin azaldığı yanılgısı ayrımcı­lığa yol açıyor ve toplumsal cin­siyet eşitsizliğini derinleştiriyor. Kadınlar, menstrüasyonla ilgili aşağılayıcı yorumlarla karşıla­şabiliyor ve belirli sosyal roller­den dışlanabiliyorlar.

Batı Nepal’de, âdet dönem­leri boyunca kirli kabul edilen kadınlar, bu süre zarfında evle­rinden bir barakaya sürgün edi­liyor; âdet gören kadınların ko­lektif gücü azaltacağına inanılan Etiyopya kırsalında ise köyün dışında bulunan bir kulübede 7 gün kalmaya zorlanıyorlar. Türk Dil Kurumu sözlüğünde bugün dahi “kirli” kelimesinin karşı­lığı olarak “Aybaşı durumunda bulunan (kadın)” açıklaması ge­çiyor. Ayrıca regl olan çocukla­ra tokat atmak, okuldan almak, artık evlenmeye hazır oldukları­nı düşünmek, hijyenik ürünle­ri gözönünde satmamak, gazete kağıtlarına sararak, siyah po­şetlere koyarak vermek, ayrı bir odada uyumalarını istemek ya da mutfağa girmelerini, yemeğe dokunmalarını engellemek gibi âdetler de sürdürülüyor.

Dünyanın birçok yerinde menarş (ilk regl) çocukların cin­sel aktiviteye hazır olduğunun bir göstergesi gibi algılanıyor ve bu yanlış algı onları bir dizi su­istimale karşı savunmasız bıra­kıyor. Oysa âdet görme biyolojik doğurganlığın bir göstergesi ol­sa da zihinsel, duygusal, psiko­lojik ve fiziksel olgunluğa eriş­mek anlamına gelmiyor. Ayrıca erkek çocukların yetişkinliğe geçişi törenler ve kutlamalarla yapılırken, kız çocukları bunun gizlenmesi gereken bir durum olduğu empoze edilerek büyü­tülüyor.

Nasıl adlandırdığımızın hiç önemi yok; ister âdet diyelim ister regl, ister mens diyelim, is­ter periyod; herkesin öğrenmesi gereken bir gerçek var: Bu doğal durum kimsenin yapabilecek­lerini sınırlamaz! Regl olmak, tarih boyunca kadınları birçok sosyal faaliyetin dışında bırak­mak için kullanılmış olsa da menstrüasyon hiçbir şeye engel değil.

Hijyenik pede ulaşma hakkı Hindistan’ın Ahmedabad kentinde kadınlar, kadınlar için uygun fiyatlı hijyenik pedler üretiyor. SEWA adlı örgüt, herkesin temiz hijyenik malzemelere ulaşması için çalışıyor.

Sosyoekonomik gerçek

Aslında kısıtlayıcı olan regl de­ğil, hijyenik ürünlere erişim sorunu. Bu konuda da şifreli sözcükler kullanmaya, gizle­nip saklanmaya devam etmek; menstrüasyon tabularının regl olan bireylerin sağlığı, eğitimi, güvenliği ve mutluluğu üzerin­de ciddi menfi etkiler yaratma­yı sürdürmesi anlamına geli­yor. Oysa menstrüasyon, doğası gereği insan onuru ile ilgili ve bir insan hakları sorunu. Cin­siyet eşitsizliği, aşırı yoksul­luk ve kimi zararlı gelenekler, regl dönemini bir yoksunluk ve damgalanma dönemine dö­nüştürebilir; toplumsal cinsi­yet eşitsizliğinin bir yansıması olarak temel insan haklarından yararlanmanın önünde engel olabilir.

Dünyanın dörtbir yanın­da, düşük gelirli birçok kişinin menstrüasyon sırasında hijye­nik ihtiyaçlarına ulaşma müca­delesi “regl yoksulluğu” olarak tanımlanıyor ve sadece hijyenik pedleri değil su ve sabun gibi en temel temizlik ürünlerinin, ye­dek iç çamaşırı gibi ihtiyaçların getirdiği ekonomik yükü de ifa­de ediyor. Üstelik regl yoksul­luğu yalnızca yoksul ülkelerde değil orta ve yüksek gelirli ülke­lerde de özellikle kadınları etki­leyen bir hak ihlali olarak; okul­dan ve işten geri kalmalarına yol açarak hayatları üzerinde kalıcı izler bırakıyor.

Menstrüasyon sırasında neyin gerekli olduğu artık tüm dünyada anlaşılmış durum­da: Hijyenik ürünlere güvenli erişim; bu ürünü mahremiyet içinde değiştirebilmek ve kul­lanılmış malzemeyi atabilmek; sabun ve temiz su ile yıkana­bilmek; regl döngüsü ve nasıl yönetileceği konusunda temel eğitime sahip olmak. Oysa ço­cuklar, hayatlarının büyük bö­lümünde birlikte yaşayacakla­rı bu doğal fonksiyon hakkında genellikle çok az şey biliyorlar; çoğu insan, konuyla ilgili ilk bilgilerini regl olduktan sonra korku ve endişe içinde alıyor. Bu bilgilerin bir kısmı da kafa karışıklığına yol açacak şekilde yanlış oluyor.

Menstrüasyonun toplum içinde konuşulmaması, cehale­te ve ihmale yol açıyor; regl dö­nemi yoksulluğuna ve ayrım­cılığa karşı savunma yapmayı güçleştiriyor. Hijyenik ürünle­re erişimin mümkün olmadığı durumlarda başvurulan iptidai çözümler ise, enfeksiyona yol açmak bir yana tam koruma da sağlamadığı için toplumun yarısının kendisini sosyal ha­yattan uzak tutmasına neden oluyor.

BİLGİ

Menstrüasyon / âdet döngüsü

Üreme çağındaki bir kadının uterusunda, hormonlar tarafından tetiklenen ve potansi­yel bir hamileliğe yönelik gelişen dokusal değişikliğin kanama yoluyla vajinadan atılması süre­cidir. Bu süreç döngüseldir; bir kız çocuğu ergenliğe ulaştığında başlar ve buna menarş denir; doğurganlık çağının sonuna kadar devam eder ve menopoz ile son bulur. Genel anlamda âdet döngüsü, 21-35 gün arasında (ortalama 28) bir sıklıkta; 2-7 gün arasında değişebilen bir sürede ve sıvı miktarı 20-80 cc arasında (or­talama 35 cc) değişir. Bu döngü; kadının biyolojik, psikolojik ve sosyal koşullarından olduğu kadar çevreden de etkilenir.

FİLM: PERIOD. END OF SENTENCE.

Oscar adayı bir aktivizm öyküsü

Yönetmen Rayka Zehtabchi imzalı 2018 yapımı bu kısa belgesel filmde, Hindistan’ın Ha­pur kentinde bir grup kadının, hi­jyenik ped imal eden bir makineyi nasıl çalıştıracaklarını öğrendikten sonra düşük maliyetle, doğada biy­olojik olarak parçalanabilen pedler üreterek diğer kadınlara uygun fiyatla satmalarının hikayesi an­latılıyor. 91. Akademi Ödülleri’nde En İyi Belgesel seçilen filmde anlatılan bu girişim, yalnızca temel ürünlere erişimi kolaylaştırarak kadın hijyeninin iyileştirilmesine yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda Hindistan’da kadınları menstrüasyonla ilgili tabulardan kurtulmaları için de destekliyor, güçlendiriyor.

JARGON

Hangi kelimeler ve deyimler kullanılıyor?

Menstrüasyon terimi Latince “ay” anlamına gelen mensis kelimesinden geliyor ve bu aynı zamanda “periyod” denilmesinin de nedeni. Birçok kültürde regl, aylık ritmi nedeniyle ay döngüsü ile ilişkilendirilmiş. Bugün ise açıkça söz edilemediğinden “halam geldi”, “hastayım” ve hatta “anavatan kan ağlıyor” gibi deyimler var.

Regl Fransızca’da kural, düzen anlamına gelen “régle” sözcüğü Latince yine kural, düzen anlamına gelen regula sözcüğünden evril­miştir.

Âdet görmek Arapça’da tekrarla­nan veya geri gelen şey, alışkanlık anlamında.

Aybaşı/aybaşı olmak/ay hâli Her ne kadar her ayın başında olmasa da yine de her ay düzenli olarak yaşanmasına bağlı olarak.

Kirlenmek/kirli olmak TDK Söz­lüğü’ne göre “Aybaşı durumunda olmak”… Tarih boyunca sürdürü­len inanışlara dayanan bu sözcük, regl sıvısının kirli olduğu yönünde­ki yanlış bilgiyi sürdürüyor.

Hastalanmak Aslında vücudun sağlıklı bir şekilde yerine getirdiği doğal bir fonksiyon olan mens­trüasyondan “hasta olmak” diye bahsetmek, aynen gerçekten hasta olunan zamanlardaki gibi bir nevi karantina uygulamasını da sürdürmeyi beraberinde getiriyor. Oysa regl olmak, doğal bir vücut fonksiyonu.

Muayyen günler “Belirli” günlerde olmak. Adını söylemeden regl olduğunu ima etmenin herkesçe bilinen bir başka yolu.

Renkli olmak Yüksek ihtimalle “regl olmak” kelimesinin kulaktan kulağa aktarılırken değiştirilmiş hâli.

Halam geldi Aslında özellikle halaların sevildiği durumda, hoş karşılanan bir durumu ifade ediyor gibi görünen bu cümlenin, “teyzem geldi”, “misafir geldi” gibi versiyonları da var.

Dünyadan örnekler Türkiye’de kullanılan “Anavatan kan ağlıyor”, “Ayşecik tatilde”, “Tarla çamur­lu”, “Kızsal mazeretim var” gibi “yaratıcı” cümlelerin yanında dün­yada da “İsmi lazım değil” (Fransa), “Çifte kumrular” (Hindistan), “Kırmızı başlıklı kız” (Rusya), “Kızıl dalga” (İngiltere), “Flo Teyze” (ABD) gibi kullanımlar yaygın.