Geniş kitleleri peşinden sürükleyen futbol, her zaman güç ve iktidar sahiplerinin egemen olmak ve kendilerini meşrulaştırmak istediği bir alan oldu. En büyük futbol organizasyonu olan Dünya Kupası da “Futbolun ideolojisi yoktur” sözünü yalanlayan birçok siyasi olaya tanıklık etti…
Dünya Kupası’nda siyasi masraflarının yüksekliği etkilere ilk olarak nedeniyle çekildiği 1950faşizmin Avrupa’da Dünya Kupası da 1954, 1958 yükselişe geçtiği 1930’lardave 1962’deki turnuvalar gibi rastlıyoruz. 1934 ve 1938’de siyasi açıdan daha sakin geçti. Yapılan iki turnuvada da ilk şampiyon İtalya’nın faşist başbakanı Mussolini, Dünya Kupası’nı -1936 Berlin Olimpiyatlarını bir Nazi propagandasına dönüştüren Hitler gibi- çok başarılı bir propaganda aracı olarak kullanmıştı.
1942 ve 1946 turnuvaları 2. Dünya Savaşı nedeniyle yapılamadı. 1950’nin ev sahibi Brezilya oldu. Türkiye’nin katılmaya hak kazanıp seyahat masraflarının yüksekliği nedeniyle çekildiği 1950 Dünya Kupası da 1954, 1958ve 1962’deki turnuvalar gibi siyasi açıdan daha sakin geçti.
1966’daki turnuvanın ilk siyasi olayı Güney Afrika’nın ilk kez elemelere katılmak istemesi oldu. Ancak başvuru ülkedeki ırk ayrımına dayalı apartheid rejimi nedeniyle reddedildi. Güney Afrika, 1994Dünya Kupası elemelerine kadar turnuvaya katılamadı.
1950’de başlayıp 1953’tefiilen sona eren Kore Savaşı da 1966 Dünya Kupası’nda etkili oldu. Ev sahibi İngiltere’nin diplomatik ilişki kurmadığı Kuzey Kore turnuvaya katılma hakkı kazanınca işler karıştı. İngiltere, Kore ekibine vize vermeyi reddetti. FIFA devreye girip açılış ve final maçları dışında Kuzey Kore’nin milli marşının çalınmaması ve bayrağının asılmaması şartıyla anlaşma sağladı. Middlesbrough’da oynanan son grup maçında İtalya’yı 1-0 yenip çeyrek finale çıkmayı başaran Kuzey Kore için gazeteci Bernard Gent şunları yazıyordu: “İlk başta çok az destekçileri vardı. Ama üçüncü maçlarında İtalya’yı yenip maçın oynandığı Middlesbrough’da halkın gönlünü fethettiler. Çeyrek finalde Liverpool’da Portekiz ile oynayacaklardı. Kuzey Kore’nin 3-0 öne geçtiği ancak Portekiz’in 5-3 kazandığı maça Korelileri desteklemek için Middlesbrough’dan Liverpool’a 3bin taraftar gitmişti”.
1970 Meksika Dünya Kupası’na katılma mücadelesi veren ve eleme maçlarında eşleşen El Salvador ile Honduras arasında oynanan üç maç, tarihe “Futbol Savaşı” olarak geçen savaşın başlamasına neden oldu. 8 Haziran 1969’da Honduras’ta oynanan maçtan önce ev sahibi taraftarlar gece boyu gürültü yaparak El Salvadorlu futbolcuları uyutmamış, maçı Honduras 1-0 kazanmıştı. İki ülke arasında göçmen sorunları nedeniyle yaşanan gerilim bu maçla birlikte en üst noktaya çıkmıştı. 15 Haziran 1969’da El Salvador’da oynanan maçtan önceki gece gürültü yapanlar bu kez El Salvadorlulardı ve maçı 3-0 kazandılar. Maçtan sonra Honduraslı futbolcular ülkelerine El Salvador ordusunun yardımıyla dönebildi. Üçüncü ve son maç ise 26 Haziran 1969’da tarafsız saha Meksika’da oynandı. El Salvador’un uzatmalarda attığı golle 3-2 kazandığı maçtan sonra iki ülke arasındaki gerilim artarak devam etti ve 14 Temmuz 1969’da resmen savaş çıktı. 100 saat süren çatışmalarda 2 binden fazla insan öldü, 10 binden fazlası da yaralandı. İki ülkenin resmi barışı imzalaması için 11 yıl geçmesi gerekecekti.
Batı Almanya’da düzenlenen 1974 Dünya Kupası’nın en önemli siyasi gündem maddesi ise 14 Haziran 1973’teki Şili darbesiydi. Aslında darbenin etkisi daha kupa başlamadan, elemelerde görülmüştü. Sovyetler Birliği ve Şili kıtalararası baraj maçları oynayacak, iki maçlık seride üstün gelen taraf Dünya Kupası’na katılmaya hak kazanacaktı. İlk maç 26 Eylül 1973’te Moskova’da oynandı ve 0-0 bitti. İkinci maçın 21 Kasım’da Şili’nin başkenti Santiago’da oynanması gerekiyordu. Ancak Sovyetler Birliği, Şili’deki darbeci Pinochet yönetiminin solcu muhalifleri toplayıp işkence yaptığı ve bir bölümünü öldürdüğü stadlardaki maçlara çıkmayacağını söyleyip maçın tarafsız bir ülkede oynanmasını istedi. FIFA bu başvuruyu reddedince Sovyetler sahaya çıkmadı ve hükmen yenik sayıldı. Şili bu sayede turnuvaya katıldı ama turnuvanın en sevilmeyen takımı oldu. Şilili muhalifler birçok maçta pankartlar açıp sloganlar atarak Pinochet yönetimini protesto etti ve tribünlerden de büyük destek gördü.
1978’in ev sahibi, iki yıldır General Jorge Videla liderliğindeki cunta tarafından yönetilen Arjantin’di. Latin Amerika’da darbeyle yönetime el koyan diğer birçok diktatör gibi Videla da futbola özel bir önem veriyordu. Binlerce solcunun hapse atıldığı, işkenceden geçirildiği ve ortadan kaybolduğu Arjantin’deki organizasyonu boykot etme tartışmaları olsa da takım olarak boykot kararı alan ülke olmadı. Cuntanın en ünlü toplama kamplarından biri olan ve 5 bin kişinin tutulduğu denizcilik okulu final maçının da oynandığı Estadio Monumental’e sadece bir mil uzaklıktaydı ve siyasi tutuklular buradan tezahüratları duyabiliyordu. Batı Almanya’nın ünlü futbolcusu Paul Breitner “Binlerce insanın öldürüldüğü stadlarda top oynamam” diyerek katılmayı reddetti. Kupaya katılmayan ünlü Hollandalı futbolcu Johann Cruyff ise yaklaşık 30 yıl sonra bu kararının sebebinin siyasi olmadığını, kaçırılmaktan korktuğu için Arjantin’e gitmediğini açıklayacaktı.
6-0 kazandıkları şaibeli Peru maçı sayesinde finale çıkan ve finalde Hollanda’yı yenerek şampiyon olan ev sahibi Arjantin’in golcülerinden Leopoldo Luque yıllar sonra “Zaferden ötürü gurur duyduğumu söyleyemem” diyecekti. Kupayı Arjantin’e kaybeden Hollanda ise final maçında şeref tribünlerini selamlamayı reddederek takım halinde tavır gösterdi.