Euromaydan devrimi, Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı, Donbas’taki içsavaş, Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri olarak adlandırılan “halklar”ın oluşumu, ardından “Turuncu Devrim” (2004) ve ülkeyi NATO’ya sokmaya yönelik ilk girişim (2008) derken mevcut Ukrayna krizinin ayak sesleri bir süredir duyuluyordu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Ukrayna’yı Nazilerden arındıracağız” sözleriyle başlattığı işgalin arkasındaki tarih.
Rudyard Kipling, “Savaşın ilk kurbanı her zaman gerçektir” demişti. Savaş söz konusuysa taraflar sorumluluğu hep karşı tarafa yükler. Daha dün Afganistan’ı, Irak’ı yerlebir edenler insanlık değerlerinden söz edebilir ya da otoriterlik konusunda tarihte sarsılmaz bir yer edinenler demokrasi ihraç edebilir! Sonuçta iki taraf da silah ticaretinden büyük kâr elde eder. Ukrayna gibi arada kalan ülkeler ise sonuç ne olursa olsun bir süre daha belini kolay kolay doğrultamaz.
Ukrayna ile yılardır süren gerginlikten sonra, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin taarruza geçmek için 21 Şubat Pazartesi gününü seçti. Kremlin başkanı, Donbas bölgesinin bir parçasını oluşturan iki ayrılıkçı bölgenin “Luhansk Halk Cumhuriyeti” ve “Donetsk Halk Cumhuriyeti”nin tanınmasına ilişkin belgeyi imzalayarak diplomasi kapısını kapattığını ve askerlerini gönderdiğini duyurdu. Böylece Rusya Ukrayna’yı istila etmeye başladı.
“Bu operasyonun amacı, sekiz yıldır Kiev rejiminin yıldırma ve soykırım politikalarının mağduru olan insanları korumaktır. Bu nedenle Ukrayna’yı askerden ve Nazilerden arındırmak için çaba göstereceğiz” diyordu Putin işgalin gerekçelerini sıralarken. Ancak Ukrayna için kullanılan bu ifadeler yeni bir durumdan bahsetmiyordu. 2008 Gürcistan müdahalesi sırasında ve 2014’te Kırım’ı işgal ederken de aynı gerekçeler kullanılmıştı. Yani “soykırım” eski Çarlık Rusyası’nın yeniden kuruluşunun tek meşru gerekçesi olarak sunuluyor; Nazizme karşı zafer, bu vesileyle bir “siyasal din”e çevriliyordu. Putin dış politikada dayandığı bu siyasal dini kullanarak yarın Baltık ülkelerine yönelmenin de kapısını açıyor.
Genellikle savaşın iki ana aktörü Rusya ve ABD’nin pozisyonlarına göre önceden şekillenmiş tavırlarla hareket etme eğiliminde olanlar için her şey çok kolay. Birine göre NATO’nun oyuncağı, neo-Nazi Ukrayna yönetimine karşı anti-emperyalist Rusya’nın kendini koruması meşru; diğerine göre Rusya’nın attığı her adımda bir şeytanlık var. Fakat önce neyin neyle savaştığını bilmekte yarar var. Ortada eskiden iddia edildiği gibi bir komünizm-kapitalizm çatışması yok. Hoş, geçmişte de sözde komünist SSCB ile ABD hiç savaşmadı. Nazizm Rusya’ya savaş açmadan önce de Hitler-Stalin paktı vardı.
Putin’in kapitalizmden şikayet edecek hâli yok. Otoriter neoliberalizm ile oligarşik kapitalizmin süvarisi, buna uygun olarak Doğu Avrupa’nın zengin kültürel çeşitliliğini inkar eden büyük Rus şovenizminin de en parlak siması. Üstelik Putin, bugün en az ABD kadar komünizme düşman, “Komünizmi temizlemek mi istiyorsunuz? Bize uyar. Ama yarı yolda durmamalıyız. Ukrayna’nın komünizmden gerçekten arındırılmasının ne demek olduğunu göstermeye hazırız” diyor.
NATO’nun bir savunma paktı olduğu konusundaki hikayeler de Varşova Paktı’nın çöküşünden sonra karşısında bir düşman yokken eski Varşova paktı üyelerini saflarına katmasından belli. Her ne kadar mümkün değildiyse de Ukrayna’nın NATO üyeliğinden dem vurulması elbette ağır bir tahrikti. Silahsızlanma ile sağlanacak bir denge çok daha düşük maliyetli ve güvenli olacakken yeni yeni üsler ve giderek artan silah satışlarıyla NATO’nun neye hizmet ettiğini anlamak için silah sanayi şirketlerinin listesine bakmak yeterli.
Tarihin terazisi mazlumla zalimi aynı kefeye koymaz.
Yakın tarih 1991 yılı sonunda Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in Ukraynalı ve Belaruslu mevkidaşları ile birlikte Sovyetler Birliği’nin dağılması için verdiği karar, Mihail Gorbaçov’un karşı çıkmak istememesiyle barışçıl bir şekilde hayata geçirildi. Ancak dağılış, potansiyel çatışmalara gebeydi: 1989’daki son nüfus sayımında 147 milyon, eski SSCB’de ise 286 milyon nüfusa sahip olan bu çokuluslu alanda 25 milyon Rus, Rusya sınırlarının dışında kaldı. Dahası, sınırların alelacele çizilmesi, halef devletler ve azınlıklar (Dağlık Karabağ, Transdinyester, Güney Osetya, Abhazya, Acara, vb.) arasındaki gerilimleri artırmıştı. Bu çoketnikli devletlerin birçoğu daha önce hiç var olmamıştı.
Özellikle Çarlık ordularının çöküşü sayesinde, tarihinde yalnızca 1917-1920 arasında üç yıl bağımsız kalan Ukrayna, hem çok geniş bir coğrafyada yer alması hem de jeopolitik konumu itibarıyla fena hâlde tarihin nasırına basıyordu.
Coğrafya Her Şeyden Önce Savaş Yapmaya Yarar kitabının yazarı Yves Lacoste “Coğrafya, bölgeleri yalnızca şu veya bu düşmana karşı yürütülecek muharebeleri düşünerek organize etmeye değil, devlet aygıtının üzerinde otoritesini ifa ettiği insanları daha iyi denetlemek için organize etmeye de yarar” der.
Aslında tarih devletlerden ibaret olmadığı için tarihsel olarak var olan, ancak birçok ülke ve millet gibi nerede başlayıp nerede bittiği tartışmalı olan Ukrayna, Aralık 1991’de doğduğu andan itibaren karma bir devletti. Batı bölgeleri, iki dünya savaşı arasında Polonya’nın bir parçasıydı. Doğu bölgelerinde Rusça konuşanlar çoğunluktaydı. 1954’te Nikita Hruşçov tarafından istişare edilmeden alınan bağlanma kararından önce “Kırım hiçbir zaman Ukraynalı olmadı” dendiğinde Karadeniz kıyılarının bir zamanlar Osmanlı olduğunu ve asıl sakinlerinin Kırım Tatarları olduğu da unutulmamalıdır. Elbette kaderleri de…
Ukrayna devleti 30 yıllık geçmişiyle, kimilerinin pek sevdiği tabirle, devlet refleksi bakımından zayıftı. Bunun bir diğer anlamı da kurumsallaşma açısından durmuş oturmuş olmamasıydı. 1990’lardaki özelleştirmeler, devlete hükmeden bir oligark sınıfının doğmasına yol açmıştı. SSCB’nin diğer kısımlarında olduğu gibi, eski devlet memurlarından oluşan yeni yönetici sınıfı, yağmalama amacıyla bir yolsuzluk dağının altında kalmış ekonomiyi ele geçirmişti. Yaşam standardı düşmüş, devletin yapıları dağılmış; en az 3 milyon genç Ukraynalı ülkesini terk etmişti. “Rus yanlısı” ve “Ukrayna yanlısı” oligarklar iktidar için yarışırken ekonomi feci duruma gelmiş; borçlanmadaki yükseliş dikkati çekmeye başlamıştı.
2014’te Rusya, çoğunlukla Rusların yaşadığı karayla çevrili bir bölge olan Kırım’ın kontrolünü yeniden ele geçirdi. Kırım 1954’ten önce Rus olmasına rağmen, sözde bir referandum kapsamında dahi olsa Rusya’ya ilhakının haksız ve orantısız bir tepki olduğu tartışılmaz. Karar, devletlerin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi konusunda özellikle Kosova’nın Yugoslavya’dan ayrılması gibi durumlarda Rusya tarafından sürekli teyit edilen ilkeye aykırıydı. Kırım’da ise Putin, Rusya’nın Karadeniz’deki stratejik çıkarlarını diğer tüm hususların üzerine koydu.
Donbas bölgesinde (Donetsk), Rus ordusunun desteğiyle milisler, şiddetli çatışmalara yolaçan bağımsız bir cumhuriyet ilan ettiler. 13.000’den fazla can kaybı yaşandı, 2 milyon kişi yerinden edildi. Ukrayna’daki 2019 seçimlerinde, Volodımır Zelenskıy oyların dörtte üçünü alarak ezici bir çoğunlukla başa geçti. Fakat özellikle kömür madenlerine dayalı eski sanayi bölgesinin ve çelik endüstrisinin paslı bir çorak araziye dönüştürdüğü doğuda, zaten kötü durumda olan ekonomi toparlanamadı. Doğuda egemen olan sanayi sektörü, SSCB’nin eski devrelerine bağlı olarak alabildiğine tahrip olmuştu.
Ukrayna’nın derin yarıklarla malul olduğu açık. Mağdur SSCB’nin dağılmasından sonra ülkede gerçek olmayan sosyalizmden fiilî kapitalizme geçiş, bir dizi bölgesel oligark tarafından devlet varlıklarının yağmalanması, sanayisizleşme ve 2007-8’deki büyük durgunluk ile Covid-19 krizinden sonra Ukrayna’yı etkin bir şekilde “başarısız bir devlet” hâline getiren, 2. Dünya Savaşı dönemine yakın seviyelerde seyreden bir yoksullukla sonuçlandı. Bir devlet var ama toplumsal meşruiyeti, “rıza” yetkisi alabildiğine sınırlı. Kırsal dünya, IMF ve Dünya Bankası tarafından desteklenen yabancı yatırımcı vaadiyle bir arazi özelleştirme programının tehdidi altında. Geriye dinamik bir faktör olan, ancak mevcut istikrarsızlık ortamında, AB’den gelen yardıma ve ABD tarafından desteklenen militarizasyonun doğrudan etkilerine bağlı olan sermaye kalıyor. Üstelik hükümet, doğudaki “ayrılıkçılar” ile ikili kimlikleri adına talep ettikleri özerklik biçimlerini müzakere etmenin yolunu bulamadı. Bu şartlarda ekonomik olarak, Ukrayna’nın durumunu nasıl düzelteceğini tahmin etmek zor.
Sürekli kriz
Olguları hatırlamak, olayları anlamak isteyen herkes için çok önemlidir. Mevcut Ukrayna krizi, “Turuncu Devrim”den (2004) ve ülkeyi NATO’ya sokmaya yönelik ilk girişimden (2008) itibaren tahmin edilebilirdi. Doğu ortaklığı (2009) başlatıldığı sırada AB’nin Ukrayna ile bir ortaklık anlaşması müzakeresini Birlik’in amacına uygun hâle getirecek şekilde çerçevelemiş olması koşuluyla bu kriz önlenebilirdi. 2003 yılındaki AB-Rusya stratejik ortaklığı “Lizbon’dan Vladivostok’a” bir serbest dolaşım alanı yaratma hedefini taşısaydı durum farklı olabilirdi.
Elbette Ukrayna ve Rusya ekonomilerinin içiçe geçmiş olmasını da hesaba katmak gerekirdi. Böylece AB, NATO’nun her zaman doğuya yayılmasından yana olanlar tarafından sömürülmeye izin vermemiş olacaktı. Bunun yerine Brüksel, Ukrayna’ya Avrupa ile Rusya arasında seçim yapmak zorunda kalacağı imkansız bir ikilem sundu. Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç tereddüt etti. Rusya’nın teklifi mali açıdan Avrupa’nın teklifinden çok daha önemliydi.
Başkan Putin, Ocak 2014’te Avrupa makamları tarafından Ukrayna’nın egemenliği bahanesiyle Kiev ile yapılan ortaklık anlaşmasının içeriğini görüşme olasılığının reddedildiğini belirtti. Anlaşmanın Başkan Yanukoviç tarafından imzalanmasının ertelenmesi, 22 Şubat 2014’te görevden alınmasına yolaçacak olan Maydan’daki “Avrupa yanlısı” gösterilerin işaretiydi. AB’nin Ukrayna kamuoyunda popülaritesi anlaşılabilir bir durumdu.
Sonun başlangıcı
Putin Mayıs 2014’ün başında, çatışmayı sınırlamaya hazır olduğunu ilan etti. Rusça konuşulan bölgeleri Ukrayna içindeki sorunlarına çözüm aramaya teşvik etti. 10 Mayıs’ta François Hollande ve Angela Merkel, Berlin’de Ukrayna’nın adem-i merkezîyetçiliğinin Anayasa’ya dahil edilmesi hakkında konuştular. 25 Mayıs’ta Başkan Petro Poroşenko seçildi ve Moskova tarafından hemen tanındı. “Normandiya formatı” (Almanya, Fransa, Rusya, Ukrayna) 6 Haziran’da hazırlandı. Kriz barışçıl bir şekilde çözülebilecek gibi görünüyordu.
Ancak Kiev makamları, Donbas’ta onlara karşı koyan “kendi kendini ilan eden cumhuriyetler”e yönelik bir “terörle mücadele operasyonu” başlattı. Operasyon, Maydan yanlısı “gönüllü taburlar”ın desteğine rağmen Ukrayna ordusunun dağılması nedeniyle yarıda kesildi. 5 Eylül’de imzalanan Minsk I Antlaşmaları’yla ateşkes ilan edildi. Altı gün sonra, 11 Eylül’de, ateşkesin uygulanmasını resmen garanti altına almak için ABD ve AB tarafından ciddi yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Amerikan yaptırımlarıyla felce uğrayan bankalar kanalıyla, Avrupa-Rus ticareti felç olmadıysa da önemli bir darbe aldı. Rusya gıda sektöründe karşı yaptırımlar kararlaştırdı; dış ticareti ve endüstriyel işbirliğini çeşitlendirmek için başta Çin olmak üzere “yükselen ülkeler”e yönelindi. Aynı zamanda ham petrol fiyatları da düştü. Ruble, 2014 sonunda dolar karşısında 35’ten 70’e çıktı.
Minsk’lerden sonra
2014-2015’ten beri Euromaydan devrimi, ardından Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı ve Donbas’taki içsavaş, Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri olarak adlandırılan “halklar”ın oluşumu ile Ukrayna’yı kökünden değiştirmişti.
Fransa ve Almanya’nın aracılık ettiği Minsk Ateşkes Antlaşması’nın (5 Eylül 2014) ve müteakip olarak Hollande’ın biraraya getirdiği devlet başkanlarının girişimi sayesinde, 12 Şubat 2015 tarihinde “Minsk II” olarak bilinen yeni antlaşmalar imzalandı.
Minsk II Antlaşması’nın (11 Şubat 2015) başarısız olmasına yolaçan müzakerelerden sonra mevcut jeopolitik krizin –NATO Genel Sekreteri, eski Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg’e göre “olağandışı”, Ukrayna Devlet Başkanı Volodımır Zelenskıy’ye göre “olağan”– nedeni olarak ilan edilen, Rusya ve Belarus topraklarında, Ukrayna sınırında 100.000 askerin konuşlandırılmasıydı. Vladimir Putin ve Sergey Lavrov’un defalarca aksini iddia eden açıklamalar yapmalarına ve güvence vermelerine rağmen, işgalci bir güç hâline gelebilecek askerlerin varlığı bile tek başına alarm zillerinin çalınması için yeterliydi.
Unutulmamalıdır ki Donbas cephesinde, ateşkes sırasında, her iki taraf da bir siper savaşında 40.000’e kadar savaşçı bulundurduğundan çok az hareket vardı. Bu Rus konuşlandırması, üye devletlerin Putin’e yönelik “herhangi bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanma tehdidine ya da güç kullanımına başvurmasını” yasaklayan Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin ihlal ettiği yönündeki suçlamalarının kaynağıdır.
Minsk II Antlaşmaları oldukça net bir güzergah çizmişti: Rada (Ukrayna Parlamentosu) tarafından bir seçim yasasının oylanması, Donbas’ta yerel seçimler, anayasal reformlar, adem-i merkezîyetçilik yasası, yeni seçimler ve nihayet Kiev’in Rusya ile olan sınırının kontrolünü geri alması. Ancak 17 Mart’ta Rada, “silahlı grupların geri çekilmesini” ön koşul haline getirerek bu sırayı bozan bir metni kabul etti. Minsk antlaşmalarının siyasi boyutunun Kiev hükümeti tarafından bloke edilmesi, aslında Ukrayna ihtilafını “donmuş bir çatışmaya” yönlendirdi.
Tarih kapıyı kaç kez çalar?
Büyük güçler tarafından emperyalistler arası rekabette dışarıdan dayatılan kutuplaşmadan kurtulmanın, farklı kültürel toplulukları ve ulusal azınlıkları vatandaş olarak dikkate alan çoğulcu bir ulusal proje geliştirmenin tek yolu, uluslararası bir tarafsızlık statüsü antlaşmasından geçiyordu. 2015’te Belarusya’da Almanya, Fransa ve ilgili üç devlet tarafından imzalanan Minsk II Antlaşmaları’nın uygulanması, ülkenin aşamalı olarak silahsızlandırılmasına, içsavaşın sona ermesine, dışlayıcı milliyetçilik karşısında vatandaşlık hakkını ve kapsayıcı ulusal bağımsızlığı garanti eden demokratik anayasal reformlara yolaçabilirdi. Bu, kemer sıkma ve eşitsizlik politikalarının eşlik ettiği dış borçla, yeniden silahlanma ve boyun eğme anlamına değil, ancak güvenlik ve savunma seçeneklerine ilişkin bir referandum da dahil olmak üzere tüm nüfusunun demokratik katılımına izin veren asgari yaşam koşullarının restorasyonu anlamına gelirdi.
Sonuç olarak bütün bu kırılmalarla birlikte olaylar zinciri, Ukrayna halkının kendi iradesi üzerine kabus gibi çöken iki emperyalist gücün kıskacında cereyan etmektedir. Daha Putin’in Rusyası toparlanmadan önce 1997’de, Satranç Tahtası kitabının yazarı Ukrayna asıll Zbigniew Kazimierz Brzezinski, Rusya’nın yeniden büyük bir güç olmasını engellemenin tek yolunun Ukrayna’yı Rusya’nın nüfuz alanından çıkarmak olduğunu yazmıştı.
Putin yaptığı bir dizi konuşmada, hatta Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını 20. yüzyılın en trajik jeopolitik olayı olarak gösterirken bile, SSCB’nin değil Çarlığın nüfuz alanlarını kendi sınırları olarak gördüğünü açıkça belirtmişti. 2000 yılında iktidara geçmesinden önce, Kremlin’in şefi SSCB’nin mirasına sahip çıkarak, Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerine “hediye” olarak bu bölgeleri verdiğini iddia etmişti. 1994’te Sankt Peterburg Belediye Başkanı Anatoli Sobçak’ın yardımcısıyken özellikle Kırım’ı zikrederek bu “devasa toprakları” anmıştı. 20 yıl sonra Rusya burayı ilhak edecekti. Putin koşullara göre planlı bir şekilde stratejisini uyguluyordu.
Şu anda 70 yıllık iki tarafsız ülke Finlandiya ve İsveç, NATO’ya çok sıcak bakmaya başladı. Düne kadar Şansölye Angela Merkel Rusya’ya hayırhah bakarken bugünkü şansölye 100 milyar dolarlık askerî harcamayı önüne koymuş durumda. NATO’nun beyin ölümünden söz eden Macron ise Rusya ile dans edemeyeceğini anladı. Bütün bunları “satranç ustası” diye takdim edilen Putin’den öğrendiler.
Rusya’nın 630 milyar dolar rezervini düşünerek ekonomik yaptırımları hafife alanlar parayla nefes alınamayacağını unutuyorlar. Rusya’nın rezervi var ama millî geliri Güney Kore’den bile az, Amerika’nın ise on beşte biri!
Şimdilik iki önemli güç barbarlığa karşı koyabilir: Ukrayna’da direniş ve başta Rusya’daki olmak üzere savaş karşıtı hareket. Halkın %60’ının savaşa karşı olduğu belirtiliyor. Putin Ukrayna’ya saldırarak kendi ülkesinde ilk kez ciddi bir meşruiyet kaybına uğruyor. Yoksul bir süper güç olan Rusya emperyalizminin gücü, şefin sandığından daha sınırlı.
Üstelik inkar ettiği Ukraynalılık bilinci ve iradesi de dünyanın gözü önünde serpilmekte…
PUTIN, STALIN, LENIN
SSCB’nin ideallerini değil, gücü ve geleneği
Putin belki sosyal bir ideal olarak komünizme inanmıyor, ama Sovyet döneminin gücüne ve vatanseverliğe sadakati su götürmez. Rusya Devlet Başkanı’nın Lenin, Stalin ve Sovyet idealleriyle ilgili fikirleri…
Putin, Leningrad’daki savaştan hemen sonra doğmuş, KGB’de eğitim görmüş bir Sovyet çocuğu. Sosyal bir ideal olarak komünizme inandığı söylenemez, ancak Sovyet gücüne ve özellikle vatanseverliğe sadakati su götürmez. Kesinlikle bir Lenin hayranı değil. Ocak 2016’da kamuoyu önünde onu açıkça eleştirdi de. Stalin’in tarihte olumlu bir rol oynadığını belirtirken Lenin’in “SSCB’nin temellerinin altına bir nükleer bomba” bıraktığını söyledi. Bu herkesi şaşırtmış ve Ukrayna’daki Lenin heykellerini yıkılmaktan korumak için savaşan Donbas ayrılıkçılarını şok etmişti. Putin daha sonra şunları söyledi: “Sovyetler Birliği’nin kurulduğu sırada, 1922’de Stalin ile Lenin arasında yaşanan bir tartışmadan bahsediyorum”.
Putin, “Bolşevik politikası sonucu Sovyet Ukrayna’sı oluştu. Günümüzde Ukrayna için ‘Vladimir İlyiç Lenin Ukraynası’ diyebiliriz. Ukrayna’nın yaratıcısı ve mimarı Lenin. Lenin’in Donbas’ı Ukrayna’ya bağlayan sert emirleri dahil arşiv belgeler bunu doğruluyor” ifadelerini kullandı.
Milliyetçilik karşıtı olan Lenin, daha sonra her ülkenin özgürce katılabileceği ve isterse ayrılabileceği bir sosyalist cumhuriyetler birliği; Stalin ise, tüm cumhuriyetleri Rusya Federasyonu’na bağlı bir yapı hayal etti. Tarihçi Moche Lewin, Türkçeye de çevrilmiş olan Sovyet Yüzyılı kitabında bu ayrımı iki farklı devlet anlayışına bağlıyor ve Stalin’in eski tipte, yani Çarlık’tan devralınan devleti inşa etmekten yana olduğunu belirtiyordu (Lenin’in Son Kavgası adlı kitabında ise bu tartışmanın en ince ayrıntılarına kadar değerlendirmesini yapmıştı).
Bugün Putin, Lenin’e karşı Stalin’in tarafını tutuyor ve Lenin’in diğer milletlere “ayrılma hakkı”nı tanıdığı için SSCB’nin dağılmasını mümkün kıldığını belirtiyor. Putin’in Stalin hakkında “incelikli” bir vizyonu var: Ona göre kanlı bir diktatör ama 2. Dünya Savaşı’nı kazandı ve Rusya’nın büyüklüğünü inşa etti. Putinizm için gerçekten de Stalin, imparatorluk fikri etrafında Sovyet ve Sovyet öncesi iki hatıranın mükemmel birleşimi. Bu kültürel neo-Stalinizm, Putin’in Çarlığı meşrulaştırmasının önemli bir halkası. Ne diyor? “Eski imparatorluğun kenarlarında milliyetçilerin sınırsız şekilde artan hırslarının beslenmesine, yeniden kurulan ve genellikle keyfî olarak oluşturulan idari birimlere, birlik cumhuriyetlerine, çoğunlukla onlarla hiçbir ilgisi olmayan tarihî Rusya’nın sakinleriyle birlikte devasa bölgelerin verilmesine ne gerek vardı?”
NE NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Kilit terimleriyle kriz sözlüğü
Rusya-Ukrayna çatışması, hem tarihî hem güncel pek çok gelişmeyi anlamak için kritik önemdeki bir takım terimlere de hâkim olmayı gerektiriyor. Bu son derece teknik savaşta, enerji politikalarından uluslararası antlaşmalara, yaptırımlar arasında sıkça duyduğumuz ekonomi terimlerinden coğrafya bilgisine anlaşılması gereken çok şey var. Kafası karışıklar için krizin kilit terimleri.
•DONBAS: Ülkenin doğusunda, Rusya sınırında bulunan bir Ukrayna bölgesidir. 60.000 kilometrekareden (kabaca Belçika’nın iki katı) geniş bir madencilik ve sanayi havzasıdır. İdari olarak Donbas; Donetsk ve Luhansk oblastlarından (idari bölgeler) oluşur. Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Şubat 2014’te devrilmesinden bu yana bölge, Moskova tarafından desteklenen Rus yanlısı ayrılıkçılar ile yeni Ukrayna rejimi arasındaki silahlı çatışmanın merkezinde yer alıyor.
Ayrılıkçılar, Donetsk ve Luhansk’ın bir kısmını “halk cumhuriyetleri” ilan ettiler ve aslında Donbas’ın bir kısmını kontrol altına aldılar. 21 Şubat Pazartesi günü Putin ayrılıkçı bölgelerin bağımsızlığını tanımaya karar verdi ve derhal Rus ordusuna orada “barışı korumasını” emretti. Bu konuşlandırma için herhangi bir zaman çizelgesi veya ölçek açıklanmadı, ancak ABD’ye göre Rusya, Ukrayna sınırında 150.000’den fazla asker bulunduruyordu. Putin böylece bu “halk cumhuriyetlerini” tanıyan ilk lider oldu. Bu karar, düzenli olarak ihlal edilmesine rağmen, savaşan taraflar arasındaki en şiddetli çatışmalara son vermeyi mümkün kılan, Fransız-Alman garantörlüğü altındaki Minsk antlaşmalarının sonuna işaret ediyor. Sekiz yılda, savaş 13.000’den fazla ölüme neden oldu.
•MINSK ANTLAŞMALARI: 2014’te Minsk I, ardından 2015’te Minsk II, Belarus’un başkentinde Ukrayna ile Rusya yanlısı ayrılıkçılar arasında ülkenin doğusunu 10 ay boyunca kasıp kavuran çatışmayı sona erdirmek; duruma barışçıl ve siyasi bir çözüm bulmak için imzalanmıştı. Bu antlaşmalar 13 maddeden oluşuyordu: Ateşkese ek olarak, ağır silahların geri çekilmesi, çatışmaya katılanlar için af, mahkum ve rehine değişimi.
Antlaşmalar ayrıca Ukrayna’nın anayasa reformunun yanısıra ayrılıkçıların elindeki bölgelerde seçimlerin düzenlenmesini de gerektiriyordu. Ayrıca, Ukrayna’nın bağrında özerkliğini ilan eden Luhansk ve Donetsk bölgelerinin korunmasını da bir ilke olarak ortaya koyuyordu. Bu antlaşmalar genellikle Rusya’nın lehindeydi ve Ukrayna’yı sürekli baskı altında tutuyordu. Ancak antlaşmanın gerekleri hiçbir zaman yerine getirilmedi. Vladimir Putin de 21 Şubat Pazartesi günü yaptığı açıklamalarda bu antlaşmayı “ölü ve gömülü” kabul ettiğini belirtti.
•NORMANDIYA FORMATI: Fransa ve Almanya tarafından desteklenen Ukraynalı ve Rus liderler arasında dört yönlü diplomatik toplantılar. Normandiya’ya yapılan atıf, Petro Poroşenko (o zamanki Ukrayna cumhurbaşkanı), Putin, François Holland ve Angela Merkel arasında 6 Haziran 2014’te, Benouville kalesinde (Calvados) Normandiya çıkartmasının 70. yıldönümü kutlamaları vesilesiyle, Donbas savaşının patlak vermesinden birkaç ay sonra gerçekleşen toplantıya dayanıyor.
•NATO (KUZEY ATLANTIK ANTLAŞMASI ÖRGÜTÜ): 1949’da Kanada, ABD, Fransa ve Birleşik Krallık’ın da dahil olduğu 12 ülke tarafından oluşturulan bir siyasi-askerî ittifaktır. NATO her ne kadar Soğuk Savaş döneminde SSCB ve bağlı ülkelerin gücüne karşı kurulmuş olsa da SSCB’nin dağılmasından sonra da varlığını korudu. Atlantik İttifakı’nın (NATO’ya verilen bir diğer isim) şu anda 30 üyesi var. Tüm NATO kararları oybirliğiyle alınır. NATO üyeleri, İttifak’ın bir üyesine saldırı olması durumunda birbirlerini koruma sözü verirler. Buna, Washington Antlaşması’nın 5. maddesinde yer alan “toplu savunma ilkesi” denir. Bu madde ilk olarak 2001’de ABD’ye yönelik 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak kullanılmıştır.
Bugün de NATO’nun doğrudan hedefi olan Rusya, son 30 yılda genişlemeye devam eden NATO’nun bir tehdit oluşturduğunu düşünüyor. Şu ana kadar NATO üyeleri arasında, 2008’de Kiev’de verilen sözlere rağmen, Moskova’yı gücendirmemek için Ukrayna’yı entegre etmemek konusunda bir fikir birliği vardı. Ancak Rusya için bunun artık yeterli olmadığı açık. Vladimir Putin haftalardır Batı’dan talep ettiklerini tekrarlıyordu: NATO’nun genişleme politikasının sona erdirilmesi, Rusya’yı tehdit eden askerî konuşlandırmadan vazgeçilmesi ve İttifak’ın askerî altyapısının Doğu Avrupa’dan çekilmesi. Bunlar reddedildi. Son olarak Rusya; Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olması hâlinde bunun sonuçları olacağını belirterek açıkça tehditte (ikazda) bulundu.
• FINLANDIYALAŞMA: Nazi Almanyası’nın müttefiki Finlandiya’nın Rusya ile savaştığı 2. Dünya Savaşı’nın sonunda, iki ülke 1947’de bir barış antlaşması imzalamadan önce Eylül 1944’te bir ateşkes imzalamıştır. Finlandiya, sıkı bir tarafsızlığa tabidir. Soğuk Savaş süresince NATO’ya veya AB’ye katılma hakkına sahip değildi. Zamanla bu “Finlandiyalaşma” tabiri “sınırlı tarafsızlık” veya “sınırlı egemenlik” ile eşanlamlı hâle geldi. Soğuk Savaş, SSCB’nin sona ermesi ve Sovyet bloğunun dağılmasından sonra Finlandiya 1995’te AB’ye katıldı. Aynı zamanda Atlantik İttifakı üyesi olmaksızın bir NATO ortağı oldu. “Finlandiyalaşma” ise Ukrayna’nın geleceğinden bahsedilen son haftalarda birçok kez kullanıldı.
• EKONOMIK YAPTIRIMLAR: Ukrayna NATO’nun bir parçası olmadığı için, Atlantik İttifakı üyelerinin doğrudan müdahalesi, başından beri bir seçenek değildi. Somut olarak, birkaç ülke Kiev’e askerî teçhizat sağlıyor, ancak hiçbiri Ukrayna topraklarında savaşmak için asker göndermeyecek. Vladimir Putin’in Rusya yanlısı ayrılıkçı bölgelerin bağımsızlığını tanıma kararından sonra, AB ve ABD bu nedenle Rusya’ya karşı ağır ekonomik yaptırımlar ilan etti veya vaat etti. Avrupa tarafında, bu yaptırımlar, Elysée’den daha çok “Rus kişi ve kuruluşları” ile “Donbas’ta bulunan ve kesinlikle Rus çıkarlarıyla bağlantılı” faaliyetleri etkilemelidir. Yaptırımlar daha sonra olaylara göre uyarlanacaktır. Almanya Başbakanı Olaf Scholz 22 Şubat Salı günü yaptığı açıklamada, “büyük ve sağlam” Avrupa yaptırımları umduğunu söyledi. Rus iş dünyası için vazgeçilmez bir finans merkezi olan Birleşik Krallık, kendi adına, “birinci dizi” yaptırımlarla “Rusya’yı çok sert vurma” sözü verdi. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, “İstila durumunda çok daha fazlasını yapacağız” diye uyardı. ABD Başkanı Joe Biden da Amerikalıların ayrılıkçı bölgelerinden herhangi bir yeni yatırım, takas veya finansmanı yasaklayan bir kararname yayımladı. Ancak bu yaptırımların Vladimir Putin’i pes ettirmesi kesinlikle mümkün değil. Bundan Batı ile yakın ilişki içindeki oligarklar etkilenebilir. Paradoksal olan Rusya’da son 10 yılda yaşam standardı düşse de, yani halk yoksullaşsa da devletin kasasının dolması. 630 milyar dolarlık bir rezerv sanki Putin’in böyle bir savaşa hazırlandığını gösteriyor.
• KUZEY AKIM 2: Misilleme olarak Olaf Scholz, 22 Şubat’ta Nord Stream 2’nin ruhsatını askıya aldığını duyurdu. Almanya, Moskova ile gerginlikler zirvedeyken bile projeyi her zaman desteklemişti. Polonya ise, Avrupalıların Rus gazına olan bağımlılığını daha da artıracağını –yılda 55 milyar metreküp gaz taşıması gerektiğini– ve Ukrayna çıkarlarını feda ettiğini öne sürerek Nord Stream 2’ye olan düşmanlığını hiçbir zaman gizlemedi. Tıpkı Baltık Devletleri, Slovakya veya Danimarka gibi. Fransa ise ara bir konumda, Emmanuel Macron “çekincelerini” dile getirdi. Nord Stream 2, Alman ve Avrupa mevzuatının belirli hükümlerine uyulmaması nedeniyle şimdiye kadar Almanya’daki enerji düzenleyici tarafından onaylanmayı bekliyordu. Berlin bugün prosedürü askıya alarak ve Doğu Ukrayna’daki son gelişmeler ışığında davayı yeniden inceleyerek bir adım daha atıyor.
• GÜNEY OSETYA VE ABHAZYA: Rusya, eski komünist blok ülkelerindeki bağımsızlık hareketlerini desteklemek için müdahale etti. Güney Osetya ve Abhazya, Gürcistan’ın kuzeyinde, Rusya sınırında (Kuzey Osetya da Rusya’dadır), sırasıyla 1992 ve 1993’te bağımsızlıklarını ilan eden ve o zamandan beri Rusya tarafından tanınan iki bölgedir. Güney Osetya, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından hemen sonra 1989’dan beri özerklik istiyordu. Ayrılıkçılar ile Gürcü devleti arasında ilk ateşkes 1992’de Rusya’nın Güney Osetyalılarla birlikte müdahalesinin ardından imzalandı. 2008’de Gürcistan ile ayrılıkçılar arasında yeni bir çatışma çıktı. Abhazya da işin içine karışıyor. Ruslar tarafından desteklenen iki bölge, Gürcü kuvvetlerini geri püskürtüyor ve topraklarının kontrolünü yeniden ele geçiriyor. Ateşkesten sonra Moskova tarafından tanındılar, Gürcistan ise “Gürcistan’ın bir parçası olan bu bölgelerin açıkça ilhak edilmesini” kınadı. Gürcistan daha sonra topraklarının yüzde 20’sini kaybetti. Rus ordusu o zamandan beri bu iki bölgede hep varlığını korudu.
• KIRIM: Karadeniz ile sınırı olan Kırım, Güney Ukrayna’da bulunan yaklaşık 27.000 kilometrekarelik bir yarımadadır. Donbas’ta olduğu gibi, Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Şubat 2014’te düşmesi, Kırım’da Rus yanlısı ayrılıkçı eğilimleri alevlendirdi. Yeni Ukrayna yönetimi tarafından Rus dilinin sorgulanması, zaten belirsiz olan bir dengenin kırılmasını tamamladı. Kırım, yeni geçici makamları tanımayı reddettiğini duyurdu. 16 Mart 2014’te Kırım’da yapılan referandumda %96’nın üzerinde Rusya’ya katılma lehinde oy kullanıldı (oylama Ukrayna yanlısı destekçiler tarafından boykot edildi). Rus işgal ordusu tarafından iktidara getirilen bölgesel otoriteler tarafından on gün içinde düzenlenen bu referandum, uluslararası toplum tarafından kabul edilmemiş ve doğrudan ilhak kınanmıştır. Kırım, 11 Mart 2014’te bağımsızlığını ilan etti. Bir hafta sonra, yeni Kırım cumhuriyetinin liderleri ve Vladimir Putin, Kırım’ın Rusya’ya bağlılığını teyit eden bir antlaşma imzaladılar.