1522 doğumlu Mihrümâh Sultan, Kanunî Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan’ın biricik kızları, Veziriazam Rüstem Paşa’nın karısıydı. Gerek kişiliği gerekse bıraktığı eserlerle Osmanlı kadın tarihi ve Türk-İslâm kültürü açısından benzersizdir. Bakalım bu yıl, günümüzde kadınlara reva görülenlerin faillerini utandıracak Mihrümâh portreleri ve eserleri İstanbul’da ışıldayacak mı?
İçinde bulunduğumuz sene, Sultan Süleyman’ın kızı Mihrümâh Sultan’ın doğumunun 500 senesi. Kanunî Sultan Süleyman ile nikahlı hasekisi Hürrem Sultan’ın biricik kızları Mihrümâh, Karun denecek kadar zengin Veziriazam Rüstem Paşa’nın da eşiydi. Kaynaklar doğum tarihini 1522 veriyor (ölümü 25 Ocak 1576). Baba-ana-kız-damat dörtlüsü, Sinan’a ve ekolünden hassa mimarlarına İstanbul’u donatan anıtlar yaptırmışlardır. İstanbul’un, Akdeniz havzası Türk-İslâm uygarlığının da payitahtı olmasında bu dörtlü, ön safta katkı sağlayanlardır. Mihrümâh Sultan, biri kentin doğu girişi Üsküdar’da, öteki batı girişi Edirnekapı’da selâtin ölçekli 2 külliye/cami yaptırmış ilk ve tek padişah kızıdır. Baba’nın “Yükseliş Dönemi padişahı” ününün yanısıra, kızının da yaşamı ve yaptırdıkları, kadın tarihi, Türk-İslâm kültürü açılarından önde ve önemlidir.
Bekleyelim. Bakalım hangi kurum ve çevreler anma etkinlikleri, “Mihrümâh’a saygı yılı” düzenleyecek? Bilboard’larda, günümüzde kadınlara reva görülenlerin faillerini utandıracak Mihrümâh portreleri ve eserleri ışıldayacak mı?
Üç imparatorluğun görkemli başkentini bir “nazarlık” çelimsizliğine mahkum eden gökdelen dikenlerle onlara tasarım hazırlayanlar, 16. yüzyılın, Muhteşem Süleyman’ın, Haseki Sultan Hürrem’in, kızları Mihrümâh’ın, Mimarbaşı Sinan’ın estetik ve bayındırlık anlayışları karşısında mahcubiyet duyabilecekler mi?
Babasının, annesinin, kocası Rüstem Paşa’nın Sinan ustalığında başlattıkları kampanyaya Mihrümâh da servetler harcayarak katılmış; İstanbul’un topografyasını bezeyen mimari renklere yeni değerler katmıştı. Yücelttiği eserler günümüze ulaşmış bulunuyor. Osmanlı hanedanının önceki-sonraki kadın bireylerinden, İstanbul’a cami mektep, çeşme, hamam formlarında mimari değerler katanların sayısı 200 dolayındadır ama aralarında Mihrümâh’ı aşan-önceleyen sanki yoktur. O, padişah kızları arasında İstanbul’a iki külliye birden kazandırmasıyla ilk sıradadır. Annesi Hürrem de İstanbul’daki ilk “haseki külliyesi”ni yaptıran kadındır.
Adı, “Ay ve güneş” anlamında “Mihrümâh” yazılımıyla doğru; Mihr-mâh/ Mihrimâh yanlıştır.
Sultan Süleyman’ın bu yekta kızının yaşam öyküsünü yazmakta da sorunlar var. Örneğin doğumu 1523 veya 1524 değil 1522’dir. Öz kardeşleri 1521 doğumlu Şehzade Mehmed’den 1 yaş küçük, 1524’te doğan 2. Selim’den 2 yaş büyüktü. Alderson da The Structure of Ottoman Dynasty’de Mihrümâh’ı 1522 doğumlu gösteriyor. Hadîkatü’l-cevâmî’de, babasının sağlığında -1557’de- öldüğü yanlışı Sicill-i Osmânî’de yinelenmiştir. Oysa yeğeni 3. Murad’ın padişahlığının (1574-1595) ilk yıllarında hayattaydı ve Hâlâ Sultan sanıyla anılıyordu.
Mihrümâh, Eski Saray’da Hürrem’in dizi dibinde yetişmişti demekte duraksama yoktur. Yeni Saray’da (Topkapı) zamanla oluşacak Harem dairesini ileri yaşlarında görmüş olabilir. Çocukluk, ilk gençliğinde, ne düzeyde bir saray eğitimi aldığına ilişkin bir kaynak bilgisi yok. Harem’in okumuş kadınlarından, dışarıdan getirtilen hocalardan Kur’an, ilmihâl, kıraat, kitabet (yazı) dersleri aldığı söylenebilir. Olgunluk çağında babasına yazdığı mektupları da -Harem kâtibelerine yazdırmamışsa- o günkü koşullarda okur-yazarmış dedirtiyor. Lehistan kralına gönderilen Hürrem ve Mihrümâh imzalı tebrik mektubu ise 16. yüzyılda bir Türk kraliçesi ile prensesinin diplomatik ilişkilere uzak durmadıklarını belgeler. Bu mektup Polonya devlet arşivinde deniyor.
Damat Rüstem Paşa!
Evlenme yaşı geldiğinde, Enderun’dan yetişme Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem Paşa’nın aday seçilmesini, tarihçi Peçevî “Kul cinsinden (devşirme-köle) Hırvatiyyü’l-asl” (Hırvat), çirkin ve kabaydı diyerek eleştirmiş. Rüstem Paşa’nın şansı ise Harem’deki Hürrem-Mihrümâh ana-kız ikilisinin güvenini kazanmasıymış. Tarihçiler, ”mekrî” (hileci) dedikleri Rüstem Paşa’nın, ikbal ve servet düşkünlüğünü, rüşveti alenileştirdiğini de yazar.
Mihrümâh-Rüstem çifti için bir soru; zarif ve duygusal Hürrem’le güçlü, bilimli, şair Süleyman’ın, Mihrümâh’a niçin yaşlıca kaba-saba Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem’i damat adayı seçtikleridir. Acaba, Peçevî’nin, Solakzâde’nin Rüstem için yazdıkları doğru değil midir? Sultan Süleyman, Enderûn’dan yetişme, Hasoda’da kendisine hizmet etmiş Hırvat kökenli bu beylerbeyini herhalde iyi tanıyordu. Hürrem’i de ikna etmiş olmalı. Biricik kızını Rüstem Paşa’ya vermekten, “o paşa cüzzamlı!” uyarısı bile vazgeçirmemiş kendisini. Diyarbekir’e gönderilen bir hekim, Rüstem’in çamaşırında “bit” buldurup “cüzzamlıda bit yaşamaz!” müjdesiyle İstanbul’a dönmüş! Bunu öğrenen bir ozan edebiyatımıza ve kültürümüze “Olıcak bir kişinin bahtı kavi tâlihi yâr / Kehlesi dahi mahallinde ânın işe yarar” dizelerini kazandırmış.
Mihrümâh’ın Rüstem Paşa ile evlenişi, kardeşi şehzadeler Bâyezid ile Cihângir’in “sûr-ı hıtân” denen 11-26 Kasım 1539 arasında 15 gün süren sünnet düğünündedir. Dönemin tarihçilerinden Mustafa Âlî, Künhü’l-Ahbar’da “39. Hâdise” başlıklı anlatıyı bu düğüne ayırmış: Yer olarak sûr-gâh-ı kadim (eskiden beri düğün yeri) olan At Meydanı’nın seçildiğini, tertib ve tezyin, düğün takvimi, şölen ve gösteri hazırlıklarıyla Anadolu ve Karaman beylerbeylerinin görevlendirildiğini anlatan tarihçi; Mihrümâh’ın da bu düğün günlerinde evlendiğine değinmemiş (kütüphanemizdeki elyazması nüshanın 49/b sayfası). Bunu, tarihçi Mustafa Selanikî’nin tarihindeki, 3. Murad’ın kızı Ayşe Sultan’la Kanijeli İbrahim Paşa’nın 1586’daki düğünü bahsindeki bir göndermeden öğreniyoruz: “Sultan Süleyman Han zamanında Mihrümâh Sultan, Rüstem Paşa’ya Eski Saraydan çıkdık da, Hadım Süleyman Paşa attan inip tutuk-ı sultan önünce yürüyerek saltanat namusunu ve kadrini göstermişti” (Tarih-i Selânikî, hzl: Prof. Dr. Mehmet İbşirli, Ed. Fak yayını, İst. 1989, s: 170-171)
Düğünden sonra padişah kızlarının, eşlerinin görevli olduğu yerlere gitmeleri âdetken Sultan Süleyman’la Hürrem, sevgili kızlarının İstanbul’dan ayrılmaması çözümünü Rüstem Paşa’yı Diyarbekir valiliğinden Kubbe vezirliğine atamakta bulmuşlar. (Bundan sonra da padişah kızlarının evlenince taşraya gitmeyip İstanbul’da oturmaları âdet olmuş).
Rüstem Paşa, 9 yıl sürecek ilk veziriazamlığına (1544-1553) kayınvalidesi Hürrem’in desteğiyle atanmıştı denir. Rüstem’den önce Sultan Süleyman veziriazamlıkta iki eniştesini denemiş: Makbul İbrahim Paşa “maktûl” olurken Lütfi Paşa azledilmiş, eşi de kendisini boşamıştı! Sultan Süleyman bu defa aynı göreve kendi damadını uygun görmüş. Bu durumda, Padişah- Vezirazam- Hürrem- Mihrümâh dörtlüsünün güçlü bir iktidar veya Hürrem-Rüstem-Mihrümâh’ın, çıkarları örtüşen bir üçlü kurdukları da kimi tarihçilerin görüşüdür.
Rüstem Paşa rüşvet yoluyla servetine servet katmayı gözetirken Hürrem’in de büyük şehzade Mâhidevran’ın oğlu Mustafa’yı ortadan kaldırtıp kendi şehzadelerinden birine taht yolu açmayı kurması doğaldı. 1553’teki cinayeti, -Sultan Süleyman’ın büyük şehzadesi Mustafa’yı boğdurtmasını- böyle açıklayan tarihçiler var. İç dünyasını okuyamayacağımız Mihrümâh’sa babası, annesi, kocası arasında belki bir duygu etkeni idi. Şehzade Mustafa olayından sonra azledilen Rüstem Paşa, İstanbul’a dönmüş; iki yıl boyunca Mihrümâh Sultan’la Üsküdar’daki saraylarında oturmuşlardı.
2. kez veziriazamlığında (1555-61) Rüstem Paşa’nın ve Mihrümâh’ın taht adaylığında Selim’e karşı Bâyezid’i destekledikleri de tarihçilerin görüşü; 1558’de ölmesi ardından alevlenen taht adaylığı mücadelesinin, dramatik biçimde Bayezid’in aleyhine gelişmesi ise bir yazgıdır. İsyan ederek İran’a sığınır. Mihrümâh’ın kocası Rüstem Paşa’nın ölümü 1561 Temmuz’unda; Sultan Süleyman’ın İran şahına baskısı sonucu Şehzade Bâyezid ile oğullarının Kazvin’de idamları ise aynı sene Eylül’dedir. Mihrümâh, annesinden sonra kocası, kardeşi yeğenleri için de karalar bağlamış olmalı.
1566’da Sultan Süleyman ölünce, Mihrümâh aileden hayatta kalan tek kardeşi Sultan 2. Selim’e (1566-1574) bağlanır ve artık tarihçi Mustafa Selanikî’nin tanımıyla “sultanların en büyüğü ve saygını” konumundadır. Tahta çıkan Selim’e ivedi ve önemli harcamalarla cülus bahşişi için 50 bin altın borç vermiştir!
Mihrümâh’ın çoğunu hayır yatırımlarına harcadığı akıl almaz servetinin kaynakları, babasının beratıyla sahip olduğu Filibe, Tatarpazarı, Usturumca ve Samakov’daki köyler, çiftlikler, demir madenleri hasları ile Rüstem Paşa’nın bıraktığı hazine ölçeğindeki servetti kuşkusuz. Mihrümâh, külliyelerine ve başka yatırımlarına harcamaları dışında, kızı Ayşe Hümâşah’a bir hazine bırakır.
Mihrümâh, evlilik yıllarında önemli bir rahatsızlık geçirmiş; kıskançlığıyla da tanınan Rüstem Paşa, İspanyol asıllı bir hekimin tedavi amacıyla Üsküdar’daki sarayın harem dairesine girip eşini sağaltmasına izin vermiş! Mihrümâh’ın 56 yaşında ölümü, kocasından 17 yıl sonra 1578’dedir. Edirnekapı külliyesindeki türbeye değil babası Süleyman’ın türbesine gömülmesi vasiyeti değilse, yeğeni Sultan 3. Murad’ın buyruğuydu.
Çağdaşı Bâkî’nin ölümüne yazdığı mersiye Divân-ı Bâkî’dedir. Bu ağıtta yaşamın faniliği, köşkün-sarayın, bayındırlığın, zenginliğin, güzelliğin şanı-şöhretin geçiciliği, adı anılmadan Mihrümâh kimliğinde 9 beyitte vurgulanmıştır.
Günlük gelirinin 2 bin altına ulaştığı söylenen Mihrümâh Sultan, konumu ve zenginliğiyle etkin bir kimlikti. Hayır ve bayındırlık işlerinde cömertmiş. Babasının “Süleymaniye”, annesinin “Haseki”, eşinin “Rüstem Paşa” külliyelerini yaptırmalarına koşut; o da Arafat Dağı’ndan Mekke’ye suyolu döşettirmiş; İstanbul’un iki yakasında iki önemli noktaya birer külliye inşa ettirerek payitahtın imarına katkıda bulunmuştu. Bunlardan biri, Edirne’yi İstanbul’a bağlayan Sultan Yolu’nun Edirnekapı girişindeki cami, şadırvan, medrese, sıbyan mektebi, namazgah, çifte hamam ve küçük bir arastayı kapsayan Edirnekapısı Külliyesi; diğeri Anadolu kervan yolunun ulaştığı Üsküdar iskele meydanındaki set üstünde konumlandırılan, cami, çeşme ve mihman-saraydan kurulu Mihrümâh Sultan Külliyesi’dir.
Mihrümâh külliyeleri, İstanbul dokusunu renklendiren olağanüstü sanat ve mimarlık ögeleridir. Konumları da Avrupa ve Asya kıtalarına uzanan ana yolların başlangıç noktalarındaki işlevsellikleriyle dikkati çeker. Üsküdar külliyesinin temelinin Ocak 1548’de, Rüstem Paşa’nın ilk sadaretinde atıldığı biliniyor. Taç kapısındaki Arapça kitabede Mihrümâh, bu öz adıyla değil, “hakanların hakanı, sultanların sultanı Sultan Süleyman’ın kızı Sultan Hanım” unvanıyla anılmış. E. Flandin’in gravüründe Üsküdar Mihrümâh Külliyesi zarif, romantik ve anıtsal mimarisiyle semti taçlandırır biçimde tasarlanmıştır.
Edirnekapı Mihrümâh Camii’nde yapı kitabesi olmadığından yapıldığı yıl tartışmalıdır. 1555- 1557’yi işaret eden tarihçiler, yapım giderlerini ise Sultan Süleyman’ın karşıladığını yazar. İstanbul yarımadasının en yüksek, “Yedinci Tepe” denen 86 metre rakımlı noktasında ve bu tepeye göre tasarlanmıştır. Kara surlarının kuşattığı kentin, kubbesi ve minaresi uzaklardan görünen simgesidir.
Bu iki külliye, kubbe ve minareleri ile adı “mihr ü mâh (ay ve güneş) olan bu padişah kızının doğudan yükselen güneşe, hilalken batı ufkunda görünen Ay’a eş tutulduğunun bir yorumu da olabilir.
Yeğeni 3. Murad’ın ilk saltanat yıllarını da gören dul sultanın oğlu Osman Bey, kendisinden önce 1576’da ölmüştü. Kızı Ayşe Hümâşah Hanım Sultan (1543- 1594) ilk evliliğini, 1579’da öldürülen Sokollu Mehmed Paşa’nın yerine veziriazam olan Semiz Ahmed Paşa ile yapmıştı. Ahmed Paşa 6 ay sonra ölünce 3. Murad, halazadesi Hümâşah’ın, Nişancı Feridun Bey’le evlenmesine onay vermiş; ancak nikahtan bir süre sonra Feridun Bey de ölmüştür. Bu mutsuz evliliklerin ayrıntıları Selanikî Tarihi’ndedir.
Almanya elçisinin refakatinde bir din adamı ve kâtip olarak 1573’te İstanbul’a gelen Stephan Gerlach, günlüğünde Mihrümâh’la ilgili ilginç konulara değinir. Örneğin Kara Ahmed Paşa’nın veziriazamlığı zorla kabul ettiğini, sonunda Hürrem’le Mihrümâh’ın iftirasına uğrayarak idam edildiğini (1555) yazar. Ayşe Hanımsultan’ın Semiz Ahmed Paşa’yla, kızı Saliha’nın da Cigalazâde (Yusuf) Sinan Paşa’yla evlenmelerinden sözeden Stephan Gerlach, günlüğünün bir başka yerinde dul Mihrümâh Sultan’ın torunu Saliha’nın 1577’deki düğününün masraflarını da karşıladığını yazar. Mihrümâh’ın günlük gelirinin 2.000 duka olduğunu belirttikten sonra, kız torununun (Saliha) annesi Ayşe Hanımsultan’ı Mart 1577’de ziyarete gidişini de Çemberlitaş’taki Eiçi Hanı’ndan izleyerek yazmış: “En önde güzel giysili atlılar, sonra kırmızı başlıklı 30-40 hizmetkâr, arabanın önünde gösterişli giysili ve atlı iki hadım zenci ilerliyordu. Araba kırmızı kumaşla kaplı, önünde ve arkasında 4 altın topuz ve binmeye mahsus gümüş merdiven, yanlarında da halkalı altın kordonlar görülüyordu. Arabanın en arkasında çok sayıda acemi oğlan ve en geride de atlı 2 haremağası vardı”.
ŞAİR BÂKÎ’NİN MERSİYESİ
Bâkî’nin Mihrümâh’ın ölümü üzerine yazdığı mersiye, bu dünyadaki yaşamın aldatıcılıklarını anlatır.
Menzili bâr-ı belâ köhne serâdır dünyâ
Genc-i rahat yeri zanneyleme bu virânı
Cây-i âsâyiş olur sanma cihân fâni
Eyleme kasd-ı ‘imâret bu harâb eyvânı
Menzili bâr-ı belâ köhne serâdır dünyâ
Genc-i rahat yeri zanneyleme bu virânı
Feleğin kasr-ı dil-âvizine meftûn olma
Niçe mirâsa girübdür bu sarây-ı fânî
Düşmen ehl-i keremdür felek süfle-nüvaz
Görünüz nitdi o şehzâde-i âlîşânı
Âb u tâbın giderüb tef semüm kahrı
Berk-i nilüfere döndürdü gül-i handânı
Kanı ol küngüre-i tâc-ı sa’adet-güheri
Kanı ol bârgeh-i lûtf ü kerem sultânı
Kanı ol dürr-i dilfirûz sehâ deryâsı
Kanı ol gevher-i nâyâb mürüvvet kanı
Mihr ü mâh-ı felek ü baht u sa’adet sultan
Şem’-i eyvân-ı serâperde-i ‘ismet sultan
SEVİLEN BİR KURGU: Mimar Sinan’la platonik aşk masalı
Mihrümâh’la Mimar Sinan arasındaki duygusal yakınlık günümüzün bir masalıdır. Bunu heyecanla anlatanları doğrulayacak Türkçe bir kaynak bilinmiyor. Bir İtalyan yazarın kurgusu olup İstanbul’da yankı bulmuş; en çok da gezi rehberlerince ilgi uyandırıcı bulunarak benimsenmiş. Sinan ve Mihrümâh adlarının geçtiği kaynaklar ve Sinan’ı yazan araştırmacılar bundan sözetmiyor. Sinan’ın çağdaşı ve dostu Sa’î Çelebi de, Selâniki Tarihi’nde, Mustafa Âlî de, Peçevi de, Evliya Çelebi de; Sinan üzerine çalışmış örneğin İ. Hakkı Konyalı, Ahmed Refik, günümüz Sinan araştırmacılarından Doğan Kuban, Zeki Sönmez ve Suphi Saatçi de bu “platonik yakınlaşma”ya değinmiyorlar.
3. Murad’ın ilk saltanat yıllarında İstanbul’daki Avusturya elçilik heyetinde görevli S. Gerlach’ın Türkiye Günlüğü adlı anılarında “Rüstem’in eşi yaşlı prenses” dediği Mihrümâh için yazdıkları:
AVUSTURYALI DİPLOMATIN GÖZÜNDEN: ‘Rüstem’in eşi, yaşlı prenses: Mihrümâh’
“Vaktiyle Süleyman, şehzadesi Mustafa’nın boğdurulmasından dolayı halkın düşmanlık duyduğu Sadrazam Rüstem Paşa’yı azledip yerine (Kara) Ahmed Paşa’yı atamış. Aslına bakılırsa Rüstem, karısının (Mihrümâh) ve padişahın birlikte yaşadığı kadının (Hürrem) etkisi altında kalarak şehzadenin boğdurulmasını hazırlamıştı. Yerine atanan Ahmed Paşa ise kadınların (Mihrümâh ve Hürrem) buyruğu altına girmeyeceği gerekçesiyle sadrazamlığı istemese de daha sonra kabul etmiş. Sultan Süleyman Asya (İran) seferinden döndüğünde bu iki saraylı kadının iftiralarına kanarak Ahmed Paşa’yı divan çıkışında Kapıarası’nda boğdurtmuş…”
Gerlach, “Saygıdeğer efendim” dediği elçinin, tersane zindanına kapatılan bir Almanı kurtarmak için Rüstem Paşa’nın dul eşi (Mihrümâh) aracılığıyla padişaha ricada bulunduğunu ve bu maksatla sultan hanıma 200 dukaya aslan biçiminde bir saat alıp gönderdiğini açıklaması, Osmanlı sarayında rüşvet alışkanlığının başladığı yılları işaret eder.
Gerlach, günlüğünde Mihrümâh’ın ölümünü de yazmış: “25 Ocakta (1578) Ahmed Paşa’nın kayınvalidesi Rüstem Paşa’nın dul eşi (Mihrümâh) vefat etti. Günde 2 bin duka geliri varmış ve her hafta damadı Ahmed Paşa’ya ve kızına (Ayşe Hümaşah) 2 bin duka gönderirmiş. Ayrıca altın ve mücevherden oluşan paha biçilmez bir servetin sahibiymiş ve bu değerli eşya bedestende satılıp paraya dönüştürülecekmiş. Padişah (3. Murad) bu parayı üçe ayırıp 2/3’ünü kendisi aldıktan sonra kalanını çocuklarına bırakacakmış. Rüstem Paşa’nın eşi, Sultan Süleyman’ın kızı ve Sultan Selim’in kızkardeşi (ablası) olduğu için miras bıraktığı servetin üçte ikisi padişaha, geri kalan üçtebiri ise ölenin çocuklarına veriliyor” (Türkiye Günlüğü 1-2, ed. Kemal Beydilli, çev. Türkis Noyan, 2007 s: 593, 623, 723, 729).