Sakızın üretim memleketi Chios; yani bizim verdiğimiz ismi ile Sakız Adası’nın güney tarafı. Lezzeti, aroması başka hiçbir şeye benzemeyen bu reçinenin tadını onu hiç bilmeyen birine anlatmak zor. Ancak efsanelerden gerçeğe uzanan tarihte yemeklerden içkilere, oradan tatlılara kadar Akdeniz mutfağının yıldızı olmuş. Yetiştirmesi çok zahmetli, kendisi çok pahalı bu “ciklet”in günümüze uzanan öyküsü.
Eskiden en ücra bakkalda bile tezgah arkasında, yaldızlı ufak karton şeritlere dizilmiş, selofanla sarılmış sakız paketlerinin yapıştırıldığı uyduruk bir karton asılı olurdu. Demek ki çok ucuz olmasa da herkesin alabileceği fiyatlarda idi; yoksa bakkalda işi ne? Mutfaktaki yeri epeydir unutulmuştu ama şekersiz cikletlerin tadı damak hafızamızda yaşıyordu.
Damla sakızından bahsediyorum. Damla sakızının lezzeti ve sağlığa olan yararları şimdilerde yeni baştan keşfediliyor. Yemek dergilerinde ve internette damla sakızlı tarifler çoğaldı. Genç şefler de araştıra ede eski kullanım alanlarını keşfedecekler yeniden.
Sakızın üretim memleketi Chios; yani bizim verdiğimiz ismi ile Sakız Adası’nın kurak güney tarafı. Chios yüzölçümü olarak Ege’nin beşinci büyük adası ama tarihte onu önemli kılan ticaret yolları üzerindeki stratejik konumu. Sakız Adası’nın tarihini bir çırpıda özetleyebilsem ne iyi olurdu ama çok zor. Ada’nın tarihi “x ele geçirdi ama hemen sonra onun elinden y aldı” şeklinde özetlenebilir ancak. Hep savaş, acı, yokluk, esaret ve harıl harıl başkaları için sakız üretme zorunluluğu.
Ufak tefek ve dört mevsim yeşil Egeli bir ağacın dibinde düşmanları tarafından öldürülmüş Aziz Isodoros. Bu damla sakızı ağacı, ardından döktüğü gözyaşlarıyla şereflendirilmiş mitos’u. Aslında pistacia lentiscus binlerce yıldır kendi yaralarını sararken ağlıyor. Her yaz başında gövdesine açılan yarıklardan damlayan şeffaf reçineye “Chios’un gözyaşları” deniyor. Lezzeti, aroması başka hiçbir şeye benzemeyen bu reçinenin tadını onu hiç bilmeyen birine anlatmak zor. Yabancı bir yemek yazarı “çam reçinesi gibi, aynı zamanda vanilya ve kremamsı bir tınısı da var ama arkalardan denizin tuzlu kokusunu andıran bir hoş koku hissediliyor” diye romantik bir çaba göstermiş.
Sakız Adası’nda 7 milyon yaşında bir sakız yaprağı fosili bulunmuş. Akdeniz’in çorak ve kurak kıyılarında, her tür doğa koşuluna uymuş, hatta yangın sonrası dibinden yeniden yeşerebilen bu kanaatkar ağaççık başka kıyılarda da var. Ancak reçinesi bizim sevdiğimiz aromaya sahip olanı sadece Chios’ta yetişiyor. Bunu toprağın volkanik karakterine bağlayanlar var.
Damla sakızına dair ilk bilgiler MÖ 5. yüzyılda Herodot tarafından verilmiş. Romalı elit sınıf, damla sakızını bal, karabiber ve yumurta ile tatlandırdıkları conditum paradoxum (sürpriz baharatlı şarap) içinde kullanmış. Apicius, De re Coquinaria’daki tarifinde şaraba bal, biber, sakız, defne, safran, hurma tohumu ve şaraba yatırılmış hurma ekler. Dioskorides’in De Materia Medica’sında, damla sakızının mide rahatsızlıklarında tedavi edici özelliklerinden bahsedilir. Plinius, Hipokrat ve Galen birçok ilaçta damla sakızına yer verir. Romalı kadınlar dişlerini sakız ağacının dallarından hazırlanan kürdanlarla temizlemiş. Geleneksel tıpta mantar ve bakteri giderici olarak kullanılmış. Göz, cilt ve diş enfeksiyonlarında, öksürüğe karşı ve hazım ile ilgili sorunlarda işe yaradığı düşünülmüş. Modern tıp bugün ülsere yol açan “helicobacter pylori” bakterisine karşı damla sakızının tedavi edici özelliği olduğunu onaylıyor. Ortaçağ’da nefes tazeleyen ve dişleri beyazlatan özelliği ile aranan bir ürün olmuş; hatta Hindistan ve İran’da çürük dişlere dolgu olarak kullanılmış. Fransız Devrimi’ndan önce de damla sakızlı bir likör Fransa’da “Yunan iksiri” adıyla ünlenmiş ama devrim ateşinde unutulup gitmiş.
Geçmişte damla sakızının yerini sağlamlaştırması sağlık özelliklerinin yanında mutfağa girmesi ile olmuş. 5 bin yıl öncesinin mezarlarında bulunan damla sakızlı bir sosis olan “mumbar mahşi” hâlâ Mısır’da yapılıp yenilmekte. Yemek tarihçisi Charles Perry “tuzlu yiyeceklerde hâlâ damla sakızı kullanan bir Mısır kaldı” demiş ama rahmetli annem tas kebabına mutlaka damla sakızı eklerdi; eti yumuşatsın ve kokusunu hoş kılsın diye. Meğer çok eski bir bilgiyi taşırmışız tenceremizde. Kokusu ile aromalandıran, sakızı ile bağlayıcılık ve koyulaştırma görevi gören damla sakızı Abbasî Bağdat’ının çok rafine mutfak zevkinin yayıldığı coğrafyalara has bir damak tadı olarak kalmış ve nedense diğer baharat gibi tüm dünyaya yayılmamış.
El Bağdadi 1226’da, Abbasî döneminin yemek tariflerini derlediği yemek kitabı Kitâbü’t-Tabîh’teki et yemeklerinin çoğunda damla sakızı kullanmış. Tavuğu haşlayıp başka bir malzeme katmadan önce tarçın, kişniş ve damla sakızı ile kızartmayı önermiş. Sirke, safran, kereviz yaprağı ve sakız ile pişirilen oğlak yemeği “masus” ya da kişniş, kimyon, tarçın ve sakız serpilerek fırınlanan balık yemeği “samak mashwi” iki örnek. Bugün Lübnan, Suriye, Mısır, Fas, Türkiye ve Yunanistan dışındaki mutfaklar damla sakızını egzotik bir yenilik olarak yeni yeni tanıyor. Örneğin Japon şefler damla sakızını epey fazla kullanmaya başladı. Bizim belleğimizde ise çöreği, muhallebisi, kurabiyesi, likörü, çevirme tatlısı, dondurması ve rakısı ile epey derinlere nakşolunmuş bir sakız kokusu var. Mahlep, tarçın, çam fıstığı, salep, gülsuyu gibi yakın arkadaşlar da edinmiş ki kendisine onu kolay kolay unutmayalım.
Sakız Adası, 14. ile 16. yüzyıllar arasında Ceneviz yönetimindeyken, sakız üretimi ilk defa örgütlenmiş. Cenevizliler, Chios Adası sakinlerini korsanlara karşı koruma karşılığında adanın sakız ticaretinin tekel hakkını ele geçirmiş.
Duvarlarla çevreledikleri, geceleri sabaha dek kapıları kapatılan, her evde birden fazla ailenin kaldığı, avlusuz, bahçesiz, dip dibe yaşanan bu köylerde her şey yıl boyu süren sakız üretimi çevresinde şekillenir. Erkek ağaçların dallarının hava akımını rahatlatacak şekilde budanması, diplerinin temizlenip mermer tozu serpilmesi ile hazırlıklara başlanır ki sakız yere damladığında pislenmesin. “Kentos” denilen hasat mevsimi Temmuz başından Ekim’e dek sürer. Ağaçların gövdesinin ve iri dallarının yarılıp 15-20 gün sonra dibine düşen sakızların sabah serinliğinde toplanması, sabunlu su ile yıkanması, kurutulması ve sonra dondurulup tek tek bıçakla üzerlerinin temizlenmesi ve iriliklerine göre üç sınıfa ayrılması şeklinde yapılan üretimi hâlâ yüzlerce yıl önceki yöntemlerle devam ettiriliyor.
Cenevizlilerden sonra 1566’da Kaptan-ı Derya Piyale Paşa, Sakız Adası’nı ele geçirince 1840’a kadar süren Osmanlı dönemi başlar. Bu dönemde de, Bizans ve Ceneviz zamanında olduğu gibi üretilen sakızın miktarı üzerinde hep çok sıkı bir kontrol bulunur; üretilen sakızın satın alma hakkı padişah hazinesine ait olur. 17. yüzyılda devlet görevlilerinden sakız saklayanlar olursa miktarına göre değişen para ve bazen ölüm cezası bile verilebilirdi. Sakız yetiştiricileri bu değerli ürünü ürettikleri için vergi ödemez ve Müslümanlar gibi beyaz sarık sarabilirlerdi. Sonrasında ise Sakız Adalı üreticiler vergisini ödeyerek kendi satışlarını yapma hakkını elde eder. 19. yüzyılda sakız satışı giderek azalınca, üretimi canlandırmak için 1938’de Chios Sakız Üreticileri Birliği kurulur. Savaş sonrası köylüler kaynaklarını ve güçlerini birleştirerek adalarını bugünkü tekel konumuna getirecek üretim ve pazarlama sürecini başlatır.
Bizim mutfakta da çok çeşitli yiyeceklerde kullanılır damla sakızı. Ekmeklere katılır, Paskalya zamanı mahlep ve kakule ile birlikte paskalya çöreği olur. Bunun yanısıra çeşitli çevirme tatlıları, reçeller, lokum ve şekerlemelere, muhallebi ve sütlaçlara eklenir. Yalnızca tatlılara değil kelle, pilav, balık yemeklerine de konurmuş bir zamanlar. Saray’a “mastaki-i şehdane” ve “mastaki-i hurda” diye adlandırılan iri ve küçük taneli iki tür sakız satın alınırmış. Sarayın 1489’daki muhasebe defterlerinde alım miktarı 70 kilograma yakın olarak kaydediliyor. 1642 defterinde ise bu rakam 26 kilo civarında. Damla sakızının sarayda çok sevilmesinin bir diğer nedeni de hem ağız kokusunu gidermesi hem de diş sağlığına yardımcı olması. İçine “gıcır” denilen bir malzeme katılarak ciklet gibi çiğnenirmiş.
İzmir’in Çeşme ilçesinin hemen karşısında yer aldığı için ekonomik açıdan Anadolu ile hep bağlantılı olmuş Sakız Adası. Sakız Adası’ndan Saray’a portakal, limon suyu, zeytin, nar da gelmiş. Galata’nın geçmişinden bahsedilirken hep bir “Sakızlı denizciler” lafı geçer. Denizcileri, kaptanları, gedikli meyhanelerin barbaları ve sâkileri ile şarap da gelmiş Sakız’dan. “Sakızlıların, kökeni Bizans’a kadar uzanan meyhane kültürünün şekillenmesinde büyük katkıları vardır” diyor Rakı Ansiklopedisi.
Geldik mi şimdi “mastika” bahsine? Sakızın adı “mastiko” eski Yunanca “çiğnemek” fiilinden geliyor. Rakı Ansiklopedisi, Dr. Nikolaki’den aktararak mastika rakısının Ada’nın valisi olan Abidin Paşa’nın önerisi ile icat edildiğini yazıyor. Bu paşa Abidin Dino’nun da dedesi. 19. yüzyılın başından 1930’lara kadar mastika çok daha fazla sevilmiş olmalı ki ayırdetmek için anasonlu olana sakızsız düz rakı; “duziko” denilmiş. Ev Kadını isimli kitabında Ayşe Fahriye Hanım, evde mastika rakısının yapımını anlatırken sakızın yanısıra ne kadar anason, badyane, tarçın ve kişniş konacağını tarif eder. “Düz rakı için sadece anason konması yeterlidir” diye belirtir. 1930’larda Tekel kurulana kadar piyasada iki çeşit rakı bulunurken Tekel damla sakızlının üretim ve pazarlamasında başarılı olmayınca anasonlu rakı üretimine yol vermiş. Böylece mastika rakısı ortadan silinmiş, rakının tersi düzü kalmamış. Ancak Chios’da damla sakızlı mastika hâlâ adaya has bir rakı olarak üretiliyor. Mastika, Yunan girişimciler tarafından hiç bilinmeyen bir aroma olarak yeni dünya barlarında pazarlanmaya başlandı. İki ölçü mastikaya iki ölçü greyfurt suyu ve bol buz; en basit kokteyl tarifi. Buyurun deneyin.
Günümüzde sakızın kilosu 150-200 Euro arasında satılıyor. Olgun bir ağaç, 15 yaşına geldiğinde ancak 350 gram kadar sakız verebiliyor. Sakız üretiminin yaygınlaşmasının önündeki en önemli engel işin zahmeti. Chios’ta “sakızcı yaşlılar” ellerine yapışan sakız kirini gururla taşıdıkları halde gençler artık bu işi yapmak istemiyorlar. Ada her yıl 250 tona yakın sakız üretiyor. Ekonomik karşılığı 40 milyon Euro civarında.
Eskiden çok fazla olmasa da bizde de sakız üretimi varmış. Nüfus mübadelesi nedeni ile Çeşme, Karaburun, Alaçatı ve Çiftlikköy’de yaşayan bizim kıyının sakız üreticileri gidince eski sakızlıklar sahipsiz kalmış ve zaten pek az olan yerli üretim sıfırlanmış. Hepi topu 300 ağacımız kalmış kenar köşe arsalarda. Deneye yanıla toplamda 20 kilo sakız üretmeyi başarmışız ama ileriye dönük iddialı planları var Orman Genel Müdürlüğü’nün. Sakız Eylem Planı ile 5 bin dekarlık bir alanda sakız ağaçlandırması yapılması hedeflenmiş. 2018’de deneme dikimi yapılan Gökçeada’da sakız ağaçları sakız damlatmaya başlayınca bu sene 1.500 fidan daha dağıtılmış. 5 yıllık süreçte yaklaşık 200 bin adet aşılı sakız ağacı dikilmesi planlanıyor. Bu da 70 ton sakız elde edebiliriz demek. Plan iyi hoş ama insan da ağaç da deniz kokan, güzel manzaralı tepelere düşkün olunca öncelik kimin olur acaba? 15 sene sonra en fazla 350 gram sakız verecek ağacın mı, terasında oturup gün batımına kadeh kaldırmak isteyen adamın mı? Gönül ağaçtan yana ama…