Kasım
sayımız çıktı

Gazete ve gazetecilik: Kökeninde ‘yandaşlık’ var, o kadar da kızmamak lazım!

Çin’de 2.000 yıl önce yayımlanan gazeteler bakınca, deseniz ki “bunlar ne biçim gazete kardeşim; spor sayfası yok, magazin yok, bulmaca yok, at yarışı yok” ona bir şey diyemem. Daha çok resmî gazete kılıklı ama saraydan da haberler veren birer yandaş basın görünümündeler. E zaten 1556’da Venedik’teki yayımlanan Notizie Scritte da gayet hükümetin borazanı. Yani şimdi düşünürsek, gazeteciliğin kökeninde yandaşlık var; o kadar da kızmamak lazım şimdilerde kimseye.

Dilimizde başta Arapça ile Farsça olmak üzere birçok dilden ödünç al­dığımız nice sözcük var (veyâ­hut: Lisanımızda evvela Arapça ve Farsça, hayli lisandan sirâyet etmiş mebzul kelime mevcut). Bu elbette büyük zenginlik. Hat­ta bunun bir zayıflık olduğunu düşünenlere göre İngilizce diye bir dil bile yok; zira İngilizceden Almanca ve Latince/Fransızca kökenli kelimeleri çıkarınca, bı­rak geriye bir şey kalmasını üste borçlu bile çıkıyorlar.

Her neyse. Gazete de yi­ne başka dilden, İtalyancadan ödünç aldığımız bir kelime. An­lamı ise aklımda kaldığı kada­rıyla 10 kuruşa tekabül eden bir madeni para. 1556’dan itibaren Venedik’te yayımlanan Notizie Scritte, hediyesi bir “Gazzetta”­ya satılıyormuş; sonra zaman­la fiyatı gazete kavramının adı olmuş, herkes bu yeni mecra­ya “Gazzetta” demeye başlamış. Esasen 10 kuruş demek (Ku­ruş da Almancadan bu arada; Euro’ya geçmeden önce Avus­turyalılar hâlâ kullanıyordu Şi­lin’in yüzde biri olarak. Kuruşu Nemçe’den, lirayı İtalyandan al­mışız yani. Kültürel incelemeler çalışıyor olsam, bunun üzerine en az 20 sayfa çok anlamlı gibi görünen çıkarımlarla dolu ma­kale yazardım, neyse ki değilim). Tabii enteresan tarafı, Notizie Scritte elle yazılıp çoğaltılıyor. Halbuki Gutenberg matbaayı kuralı 100 yıl olmuş, Venedik’te de onlarca matbaa var ama ne­den bilmem abiler elle çoğaltma­yı tercih ediyor. Matbaayı aynı zamanda gazete de basmak için kullanmak yine Almanlara kıs­met oluyor.

Tabii burada yine bir Avru­pamerkezcilik yok değil. Zira mesela Çin’de galiba Han Ha­nedanlığı döneminde gazete ya­yımlandığına dair bilgiler var. E hanedan da milattan önce 2. yüzyıldan milattan sonra 3. yüz­yıla kadar sürmüş; diyelim ki ga­zete icat oldu hanedan dağıldı, yine nereden baksanız 3. yüzyıl diyebiliriz gazetenin icadına. Ha o tevatür derseniz, aklımda kal­dığı kadarıyla Tang Hanedanlığı döneminde 7. yüzyıldan kalma gazete kupürleri bile var. Ha der­seniz ki “Bunlar ne biçim gazete kardeşim; spor sayfası yok, ma­gazin yok, bulmaca yok, at yarışı yok” ona bir şey diyemem. Daha çok resmî gazete kılıklı ama sa­raydan da haberler veren birer yandaş basın görünümündeler. E zaten Venedik’teki Notizie Sc­ritte da gayet hükümetin bora­zanı. Yani şimdi düşünürsek, ga­zeteciliğin kökeninde yandaşlık var; o kadar da kızmamak lazım şimdilerde kimseye.

İlk özgür ve bağımsız gaze­tecilikse, gazetelerin ucuzlaya­rak halkın da müşteri olmasıy­la doğuyor. Baskı teknolojisinin gelişmesiyle gazeteler gerçekten çok ucuza satılabilir hâle gelince, gazeteci milletinin de herhalde en azından bir kısmı saray ko­damanlarının goy­goyunu yapmaktan kurtulup halk için gazetecilik yapmaya başlıyor ve 19. yüz­yılla beraber aslında bugün bildiğimiz (?) an­lamda gazeteciliğin de te­melleri atılıyor.

Tabii halk okuyor diye tüm gazeteler birdenbire halkın çı­karlarını ön plana alan, halk için çalışan mekanizmalara dönüş­müyor. Bilakis, ilk başta ortaya “sarı basın” çıkıyor, sansasyon gazeteciliği falan zirve yapıyor. Yani bir de 19. yüzyıl; neticede “Wisconsin’de dört ayaklı ço­cuk doğdu, kıyamet kopacak!”, “Michigan Gölü’nde 10 trilyon Dolarlık gaz bulundu!” ya da “New York-Los Angeles arasını 1 günde geçecek atlar yakında piyasada!” diye haber yapsanız kim ne diyebilir? E onlar da bol bol yapıyorlar. Halbuki telefon falan yaygınlaştıktan sonra, atı­yorum 20. yüzyılın sonunda fa­lan, yapabilir misiniz böyle saç­ma bir haber? Evet, şaşırtmalı soru; elbette yapabilirsiniz. Az biraz yakın tarihimize girer; Tan gazetesi tam da Kurban Bay­ramı’ndan önceki sayısında ilk sayfadan vermişti “Sakallı Bebek Panik Yarattı!” (1987) haberini. Tabii böyle bir durumda gazete­ciden haber kaynağını açıklama­sını özellikle istemiyoruz, zira bu sefer de genel ahlaka mugayır bir durum ortaya çıkar.

Tabii gazeteler halka inince bir anda gerçek güçleri de ortaya çıkıyor, kamuoyunu yönlendir­mek için en etkili araç oluve­riyor. Ancak ne kadar partizan olurlarsa olsunlar, eğer hayat­ta kalmak istiyorlarsa sırf goy­goydan ibaret parti bültenleri değil, okunmaya değer yorum, haber ve eğlence de sunmaları gerekiyor. Alanlarda uzmanlaş­malar başlıyor; magazin, spor, kültür-sanat servisleri falan açı­lıyor. Allah için yelpazenin hem sağında hem solunda hem ba­ğımsız hem de saygın ve yazdık­ları hayli ciddiye alınan yayın or­ganları ortaya çıkıyor.

Bugünlerde “internet gazete­leri öldürdü” lafını sıkça duysak da bu gazeteler esasen güçlerin­den pek bir şey kaybetmeden varlıklarını sürdürüyor. Hatta bilakis internet sayesinde çok daha önemli işlere bile imza atı­yorlar. Hem gazetelerin gazete olarak çıktığı yerlerde tirajları da öyle fazla düşmüş değil. Ja­ponya’da Komünist Parti’nin ga­zetesi bile her gün 1 milyondan fazla, ülkenin en büyük gazetesi Yomiuri Shimbun ise 8 milyon falan satıyor. Hadi o Japonlara has desek; Almanya’da her gün 25 milyona yakın gazete satılı­yor, ABD’de hâlâ 1.500’e yakın günlük gazete yayımlanıyor. Ha­ni pek de öyle ölmüş gibi görün­müyor.

Aslında dolayısıyla gazetele­rin internet sonrasında daha da nitelikli olmasını beklememiz gerekir sanki ama, bazı ülkelerde köklere dönüş çok sevildiğinden olsa gerek, siyasi otorite ne is­terse onu yazan pembe gazeteler çoğunlukta. Ancak öyle ülkeler­deki tüm gazeteleri üst üste koy­sak Japon Komünist Partisi’nin yayın organı kadar satmıyor/ okunmuyorlar o ayrı.