Kişisel olanla toplumsal ve tarihsel olanın kesişimi: Bize konulan isimler. Doğan Gürpınar, Telemak Kitap’tan çıkan Türkiye’de Özel İsimlerin Tarihi’nde Tanzimat’tan günümüze Türkiye’nin farklı arkaplanlardan gelen ailelerinin kuşaklar boyu dönüşen hikayelerini, çocuklarına koydukları isimler üzerinden takip ediyor. 30’ların Türkçülük dalgasıyla Türkan, 50’lerde Hülya, onu takiben Nilgün… 80’lerle birlikte Burcu ve Pınar. Bugün ise artık Ada’lar, Duru’lar, Bade’ler zamanı.
Refik Halid Karay, Şevket Turgut Paşa’dan bahsederken bu ismi duyduğunda “Dev cüsseli, palabıyık, iri sakal bir kumandan” hayal ettiğini anlatır. Karşısına “ayaklarını göstermesi ayıp bir uzuvmuş gibi saklayan, ilave memuriyet istemeye gelmiş bir tapu memuru tavrıyla helecan ve mahcubiyet içinde bekleyen” gerçek paşayı görünce de “İnsanlara 30 yaşından sonra isim verilmesi kanun olmalı” der. Gerçekten de ismi bir kişiye dair bildiğimiz ilk bilgidir. Her ne kadar Karay’ı yanıltmış olsa da, ailelerin kendilerine ve çocuklarına dair topluma vermek istedikleri sinyallerle birlikte ulusal belleği taşıyan, konulduğu dönemin etkileşimlerinden ilham almış kusursuz ulusal hafıza mekanlarıdır da…
Doğan Gürpınar, Türkiye’de özel isimlerin tarihine ilişkin “Her ismin çok sarih olarak saptanabilir şekilde hayat bulduğu bir 5 yıl aralığı var. Bu 5 yılın ardından o isim görkemini kaybederek seyrekleşmeye başlıyor” diyor. Örneğin “Türkan” tam olarak Türkçülük kavşağında karşımıza çıkıyor. İttihatçılar ve kuşaktaşları oğullarına Türk tarihinden isimler uygun görürken “Türkan”, kızlar için tek tabanca… Öyle ki Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin 1920-1930 arasında doğan ilk kadın mezunlarının sekizde biri “Türkan” ismini taşıyor. “Türkan”ın yükselişi keskin olduğu gibi 1930’larda yeni cumhuriyetçi isimler karşısında gözden düşüşü de o denli hızlı oluyor. Bir sonraki 15 yılda doğan mezunlarda oranı %1,9’a düşüyor. 1950’ler “Hülya”nın çok yaygın bir şehirli isme dönüştüğü dönem. Zamanın İstanbul ve Ankara ilkokullarında onu “Neşe” ve Refik Halid Karay’ın romanından esinle “Nilgün” takip ediyor. Bu isimler de sonraki on yıllarda “halk ismi” haline gelmeleriyle beraber silikleşiyor. 1970’lerin ikinci yarısından 1980’lerin ortasına “Burcu” ve “Pınar”ın zirve on yılı. Son yirmi yılda ise isimler erkekte de, kızda da istikrarlı şekilde kısalıyor. Ada’lar, Eda’lar, Ela’lar; o da olmazsa Duru’lar, Sıla’lar, Bade’ler kreşleri istila ediyor.
Elbette her isim, dönemine ilişkin bir şey söylemez. Tesadüfler, denk gelmeler, bir roman karakteri ya da şöhretli bir adaş da isim koymada etkili olabilir. Ama o ismi yaygınlaştıran ilhamlar dönemlere dair bir fikri bize duyumsatır; içiçe geçmiş birçok etkiyi, bir anlamda ifşa eder. Her isim bir döneme sinmiştir. Doğan Gürpınar, bu şifreleri çözerken, isimlerin geride bıraktığımız yüzyılın hafızasında ne denli önemli köşe taşları olduğunu gösteriyor.