Kasım
sayımız çıktı

Refah devleti Uruguay’ı küme düşüren askerî darbe

1973 DARBESİ / 50.YIL

50 yıl öncesine kadar “Latin Amerika’nın İsviçre’si” diye nitelenen Uruguay’da 1973’te yaşanan askerî darbe, o zamana dek görülmemiş bir baskı-şiddet dönemini başlatmıştı. Uruguay darbesi, bir millî güvenlik ve beka sorunu olmadığı durumlarda bile kapitalizmin girdiği krize çözüm olarak diktatörlüğün ortaya çıkmasının belirgin örneğiydi.

Fransız-Yunan sinemacı Costa-Gavras, Yunanis­tan’da Solcu milletvekili Lambrakis’in öldürülmesini 1969 yapımı “Z” adlı filmde ele almış; 1970’te de Arthur London’ın İtiraf kitabından uyarladığı aynı adlı filmi çekmişti. 1972’de kamera­larını gerilla hareketi ve darbeler diyarı Latin Amerika’ya çevirdi. 1970 yazında Uruguay’da yaşa­nan gerçek olaylardan esinlenen “Sıkıyönetim” (État de siège) adlı film; kalkınma yardımlarından sorumlu gibi görünen ama ger­çekte Uruguay polisine işkence konusunda danışmanlık yapan ABD’li görevli Dan Mitrione’nin, şehir gerillası örgütü Tupamaros tarafından kaçırılması ve öldü­rülmesi sürecini anlatıyordu.

Esas olarak toplumdaki şiddet sarmalına odaklanan filmin gösterime girmesinin ertesi sabahı, 9 Şubat 1973’te, Uruguay Ordusu başkent Montevideo sokaklarında tanklarla arz-ı endam etti. Başkan Juan María Bordaberry’nin atadığı Savunma Bakanı’nı beğenmeyen askerler, durumu protesto ederek emir­leri yerine getirmeyeceklerini bildirmişti. Başkan halkı göreve çağırdı; ordu radyo ve televizyon istasyonlarını işgal etti. İzle­yen günlerde askerle hükümet arasında pazarlıklar başladı ve 12 Şubat’ta ordunun siyasi seçim­lerdeki rolünü kurumsallaştıran bir anlaşmaya varıldı. 23 Şubat’ta hükümeti desteklemek üzere ordu mensuplarından oluşan Millî Güvenlik Kurulu oluştu­ruldu.

Refah devletini küme düşüren darbe
Haziran 1973 O zamana kadar darbe geleneği olmayan Uruguay ordusu, hükümetle aylar süren pazarlıklar sonucu 1973’ün Haziran ayında ülke yönetimini ele geçirdi.

Millet Meclisi ile Millî Güven­lik Kurulu arasında yetki payla­şımı konusunda çatışma, konu­munu korumak isteyen Başkan Bordaberry’nin 27 Haziran’da meclisi feshedip yerine üyelerini kendisinin atayacağı bir Devlet Konseyi kurma kararı vermesiy­le sonuçlandı. Yürütmenin ale­nen eleştirilmesi de yasaklan­mıştı. Bunun üzerine sendikalar hemen bir grev çağrısı yaptı. İki hafta süren grev, sendikalara ve Solcu partilere yapılan acımasız baskı sonucunda bitti.

Uruguay’da 1985’e kadar sü­recek yeni bir rejime geçilmişti. Görünüşte rejim sivildi ancak ordu tarafından denetleniyordu. Dönemin komşu ülkelerdeki diktatörlüklerinden şeklen farklı olsa da toplumun tarihinde görülmedik bir baskı ve şiddet dönemi başlamıştı.

Aynı yılın Eylül ayında Şili’de General Pinochet’in Allende yö­netimine yaptığı darbeye kıyasla Uruguay’daki darbe az bilinir. Şili’deki darbe kendine has bir ilerici rejime karşı yapılmışken Uruguay’da böyle bir durum olmadan, üstelik 70 yıldır alt kıtada demokrasi ve refah için örnek gösterilen, “Latin Ameri­ka’nın İsviçre’si” diye nitelenen bir ülkede sırf iktidar paylaşımı uğruna gerçekleşmişti. İnsan haklarına saygıyla, ordunun yurttaşlık bilinciyle örnek göste­rilen ülke, bir anda insan hakları ihlalleriyle anılmaya başlıyordu.

Uruguay darbesi, bir millî güvenlik ve beka sorunu olma­dığı durumlarda bile kapitaliz­min girdiği krize çözüm olarak diktatörlüğün ortaya çıkmasının belirgin örneği olması açısından önemliydi. Bunu daha iyi anla­mak için ülkenin yakın geçmişi­ne kısaca gözatmak gerekiyor.

Uruguay 1828’de İngiltere’nin Brezilya ve Arjantin arasında bir tür tampon ülke olarak oluş­turuldu. 20. yüzyıla girerken ülkede iki geleneksel parti vardı: Toprak sahiplerinin çıkarlarını temsil etmesi için kurulan Blan­co’lar (Ulusal Parti) ve başkent Montevideo burjuvazisini temsi­len Colorado’lar (Colorado Parti­si). 1904’te iktidardaki Colorado Partisi’nin başlattığı reformlar sayesinde 15 yıl içinde zamanına göre ileri bir sosyal devlet inşa edildi. Örneğin 1915 gibi erken bir tarihte 8 saatlik işgününden söz ediliyordu. 30 yıllık çalış­manın ardından 60 yaşında emeklilik yalnızca memurlar için değil tarım işçileri hariç tüm işçilere uygulandı. Daha ilginci, 10 yıl çalışan emekçi kadınlara çocuk doğurmak için ayrıldık­larında küçük de olsa bir maaş bağlanmasıydı.

Siyasi Tarih
İktidarı kendi elleriyle orduya teslim eden Uruguay Başkanı Juan María Bordaberry’ye göre ülkedeki ekonomik ve toplumsal krizi çözmek için diktatörlüğe geçmek gerekiyordu!

İngiliz sermayesini kamu­laştıran devlet, ekonominin merkezine yerleşmişti. Elektrik, su, sigorta, banka, ulaşım gibi sektörler tamamen devletin elindeydi. Ayrıca sağlık, eğitim ve altyapıya önemli yatırımlar yapıldı. 1905’den 1913’e millî gelirin beş kat artması da önemli başarıydı. Yönetim kırsal oligar­şinin çıkarları aleyhine geniş kesimlerin hayatını kolaylaş­tırırken, ulusal sermayenin gelişimine de önayak olmuştu. Tarımsal ihracatın kaldıraç işlevi gördüğü bu ekonomi politikası, Uruguay demokrasisinin de temel taşını oluşturuyordu. Bir anlamda orta sınıfın güçlendiril­diği bir demokrasinin inşaı söz konusuydu. Ancak 1929 dünya ekonomik krizi sonrası emtia fiyatları düşünce sistem tıkan­dı ve muhafazakarlar iktidara geldi. 1933’te sivil bir diktatörlük bile kuruldu.

Ücretlerin bastırıldığı, re­formların tıkandığı bir dönem­den sonra 1942’de Colorado Partisi yeniden iktidara döndü ve ikinci reform hamlesi başladı. 1943’te kırsal kesimde çalışan­lara da emeklilik hakkı tanındı, 1948’de İngiliz şirketlerinin millîleştirilmesi tamamlandı, 1950’de sağlık sigortası getirildi. Bu dönemde kamu yatırımları desteklenirken, ithalat zor­laştırılıp ithal ikamesi yoluyla sanayileşmeye hız verilmişti. 10 yılda sanayi ikiye katlanıp ihra­cat patlama yapınca, Arjantin ve Brezilya’dan gelen tasarruflar da ülkeye yöneldi ve bu sayede finans sektörü gelişti. Uruguay işte tam bu dönemlerde “Latin Amerika’nın İsviçresi” diye anıl­maya başlandı.

Siyasi Tarih
1973’ten 1985’e kadar süren baskı ve devlet terörü döneminde her 450 Uruguaylıdan biri siyasi mahkum oldu.
Siyasi Tarih

Her şey yolunda gibi görünür­ken 1950’li yılların ortalarından itibaren işler tersine döndü. 2. Dünya Savaşı ve Kore Savaşı döneminde yün, et ve tarım ürünlerinin fiyatları çok yüksel­miş, Uruguay süreçten çok kârlı çıkmıştı. Ancak savaş koşulları kalkıp bu malların fiyatları düştüğünde bütün avantajını kaybetti.

İhracat 1952-1959 arasında yüzde 43 azaldı. Para değer kaybetti, ülke bir finans merkezi olmaktan çıktı. Büyüme durun­ca iflas dalgası başladı. Hayat standardındaki düşüş herkesi etkilemişti. Böylece Colorado Partisi 1958’de seçimleri kaybet­ti, Ulusal Parti iktidara geçti.

Uruguay’da kapitalizmin rekabet gücünü kazanabilmesi için eski sistemdeki sosyal kaza­nımların tasfiyesi gerekiyordu. Ancak siyaset erbabı kurumsal çerçevede bir çözüm üreteme­di. 1967’ye gelindiğinde sistem tıkanmıştı: Hükümet çözüm üretemiyor, demokrasi işlemi­yordu. Aynı yıl yapılan seçim­lerde Colorado Partisi yeniden iktidara geldi.

1968, Uruguay için siyasal, ekonomik ve toplumsal krizin tırmandığı bir yıl oldu. Enf­lasyonun yüzde 130’u aştığı ülkede işçiler ve öğrenciler ayaktaydı. Ücretlerin dondu­rulması, demokratik hakların kısıtlanması, grevleri ve öğrenci olaylarını alevlendirdi. Tam da bu dönemde adını İspanyol sömürgecilerine karşı savaşan İnka isyancısı Tupac Amaru’dan alan Tupamaros şehir gerillası hareketi öne çıktı. Tupamaros, Bolivya’daki Che’nin gerillala­rından farklı olarak kırda değil kentte örgütlenmişti. Ülkenin 2.6 milyon nüfusunun 1 milyonu başkent Montevideo’da yaşı­yordu. Tupamaros banka soyup yoksul halka dağıtıyor, böylece yoksul halkın da sempatisini ka­zanıyordu. Eylemlerinde kimse de ölmüyordu.

Siyasi Tarih
Diktatörlük dönemini cezaevinde geçiren ve Tupamaros’un tarihî simalarından olan Mujica (solda), 2010’da başkanlık seçimlerini kazandı.

1968’den itibaren örgüt adam kaçırma, bombalama, fabrika yakma gibi eylemlere de başla­yınca iktidar paniğe kapıldı. ABD ise iktidar değişikliğine gidile­bileceği endişesiyle hükümetin baskısını örgütlemek üzere ülkeye özel uzmanlar, işkenceci­ler gönderdi. Bir yandan da aşırı Sağcıların örgütlenmesiyle ölüm mangaları kuruldu. Costa Gav­ras’ın “Sıkıyönetim” filmi işte tam da bu dönemi ele alıyordu.

1971 seçimleri alarm zillerini çaldı. Sol partiler ve Hıristiyan Demokrat Parti, Şili’deki Allen­de’yi iktidara getiren ittifaka benzeyen Frente Amplio’da (Ge­niş Cephe) birleştiler. Tupama­ros seçim sırasında ateşkes ilan etti. Solun iktidar olma ihtimali kurulu düzeni tedirgin ediyor­du. İktidarın düzenbazlıkları altında yapılan seçimlerde Geniş Cephe’nin adayı Frente Amplio yüzde 18 oy alabildi. Ekonomik durumu düzeltmekten aciz yeni başkan Juan María Bordaberry gerillalara karşı mücadeleyi esas aldı ve polisin yerine orduyu göreve çağırdı. O zamana kadar Uruguay Ordusu’nun bir darbe geleneği yoktu; 1933’teki darbe bile polis aracılığıyla gerçekleş­mişti. Ancak toplumsal uzlaş­manın zeminin kalmadığı bir dönemde kartlar yeniden karıl­maktaydı. Başkan Bordaberry, gerillaların kökünü kazımak için 15 Nisan 1972’de savaş ilan etti ve ordu büyük bir vahşetle birkaç ay içinde Tupamaros hareketini ezdi.

Siyasi Tarih
Uruguaylılar 1996’dan beri her 20 Mayıs’ta gözaltında kaybedilenlerin anısına düzenlenen “Sessizlik Yürüyüşü”nde biraraya geliyor. Geçen ay düzenlenen yürüyüş…

Böylece ekonomik krizden rejim krizine ve oradan da askerî müdahaleye yani demokrasi­nin tedavülden kaldırılmasına hızlı bir geçiş yapıldı. Başkana göre özgürlüğü kurtarmak için diktatörlüğe geçmek gerekliydi! Darbenin yapıldığı 1973’le 1977 arasında işçiler reel ücretlerinin yüzde 30 düştüğünü gördüler. Ekonomi liberalleştirilirken iş­gücünün maliyeti de düşürülü­yordu. 1985’e kadar yurttaşların toplumsal ve demokratik hakları kısıtlandı. Küçük ülkede 6 bin kişi (her 450 kişiden biri) siyasi mahkum oldu; 116 ölüm (suikast, gözaltı ölümleri, “intiharlar”) ve 172 “zorla kaybetme” vakası tespit edildi.

Siyasi Tarih
Görev yaptığı beş yıl boyunca ülkesinin karanlık geçmişiyle yüzleşmesi için çabalayan Mujica (Pepe) mütevazı yaşamıyla da tüm dünyada sempati topladı.

İlerleyen yıllarda, diktatörlük döneminde kaçırılan çocuklar, kayıplar ve yargılamalarla yüz­leşmek, hesaplaşmak için yoğun çaba sarfedildi. Hapsedilenler, kaybedilenler tek tek tespit edilip akıbetleri ortaya çıkarıldı. Vahşi devlet terörünün mağ­durlarına, kurbanlarına ilişkin belleğin yeniden inşaı için giri­şimler diktatörlüğün suçlarının dökümünü çıkarmakla kalmadı, bu suçları kısmen de olsa kovuş­turdu. Örneğin 2006’da birkaç eski asker ve polis, üç Solcu mi­litanın “kaybolmasından” dolayı mahkum edildi. Aynı yıl döne­min Başkanı ve Dışişleri Bakanı 4 cinayetten sorumlu olarak 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Tupamaros’un tarihî simala­rından “Pepe” Mujica 2010-2015 arasında Frente Amplio’nun adayı olarak başkan seçildi. Uru­guay, mütevazı hayatıyla dikkat çeken Mujica döneminde kendi karanlık geçmişiyle yüzleşme imkanına sahip oldu.