1971 Ağustos’unda istanbul/Sultanahmet’te yapılan uyuşturucu operasyonunda Timothy Davey adlı 14 yaşında bir ingiliz çocuğunun da yakalanması hem ülkesinde hem de Türkiye’de şaşkınlıkla karşılanmıştı. Basının “Esrarcı Çocuk” adını taktığı Timothy’ye 6 yıl ceza verilmesi ve sonrasında yaşananlar, diplomatik krize yol açacaktı.
Sultanahmet Meydanı yakınlarında 11 Ağustos 1971 gecesi yapılan uyuşturucu operasyonu, ilk bakışta o yılların alışıldık vakalarından biri gibi görünüyordu. Yabancı uyruklu 4 kişi uyuşturucu alışverişi sırasında yakalanmış, 24 kilo esrar ele geçirilmişti. Haber sıradan görünüyordu, çünkü 1960’ların ikinci yarısından itibaren İstanbul’u ve özellikle Sultanahmet bölgesini mesken tutan Batılı hippiler, sürekli uyuşturucu haberleriyle gündeme geliyordu. Hindistan ve Nepal’den ucuza aldıkları esrarı kendi ülkelerine götürmek isteyen çok sayıda kişi İstanbul’da yakalanmıştı. Türkiye’de esrar kaçakçılığına 8 yıldan başlayıp müebbet hapse varan cezalar verilmesine rağmen bu ticaret önlenemiyordu, zira ortada çok kârlı bir iş vardı: Nepal’in başkenti Katmandu’dan alınan esrarı Avrupa’da 50 katına varan fiyatlara satmak mümkündü.
Haberin ilginç tarafı ertesi gün ortaya çıktı. Yakalananlardan biri olan İngiliz Timothy Davey henüz 14 yaşındaydı. 1 yıl önce annesi, 3 küçük kardeşi ve annesinin erkek arkadaşı ile birlikte ambulanstan bozma eski bir minibüsle Nepal’e giden Timothy, buradan aldığı esrarı İngiltere’ye götürmeye karar vermişti. Ancak dönüş yolunda minibüsleri arızalanmış, tamir ettirecek paraları olmadığı için sersefil bir vaziyette İstanbul’da kalmışlardı. Tam bu sırada annenin erkek arkadaşı esrar içerken yakalanmış ve uyuşturucu kullanma suçundan tutuklanıp 2 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bunun üzerine annesi ve 3 küçük kardeşiyle iyice zor duruma düşen Timothy Davey, esrarı İstanbul’da elden çıkarmaya karar vermiş; birlikte yakalandığı Fransız vatandaşları Patrick Biasot, Jean Jacques Marissot ve Avusturyalı Frederich Stoll’a satmaya çalışmıştı.
Tabii 14 yaşındaki Timothy’nin 24 kilo esrarı Nepal’de tek başına satın alması, Türkiye’ye kadar aynı araçta yolculuk ettiği 2 yetişkinden saklayarak getirebilmesi, İstanbul’da 3 yabancıya satmaya kalkması kimsenin aklına yatmıyordu. İşin arkasında annesinin olduğu öne sürülüyordu ki, muhtemelen doğruydu. Eğer suçu anne Jill üstlense epey uzun bir ceza alacaktı; iddialara göre oğlu serbest bırakılır diye ummuş ve suçu üstlenmesini istemiş ya da üstlenmesine göz yummuştu. Anne olaydan haberi olmadığını söylüyordu. İfadesinde, lise yıllarında Timothy’ye hamile kalınca okulu bırakıp evlendiğini; birkaç yıl sonra boşanıp ikinci evliliğini yaptığını ve toplam 6 çocuğu olduğunu; ikinci kez boşandıktan sonra da şimdiki erkek arkadaşıyla tanıştıklarını anlattı. En küçük 2 çocuğunu annesine bırakıp 4 çocuğu ve erkek arkadaşı ile birlikte 1970 baharında Nepal’e gitmeye karar vermişti.
Timothy de polis sorgusunda annesinin olaydan haberdar olmadığını iddia etti. Ancak yaşı küçük olduğu için serbest kalma planı tutmadı ve diğer 3 kişiyle birlikte tutuklandı. 3 yetişkin sanık normal koğuşta kalırken, Timothy çocuk tutuklu ve hükümlülerin kaldığı sübyan koğuşuna konuldu.
Sanıkların yargılanmasına 3 ay sonra başlandı. Timothy Davey’nin yaşı küçük olduğu için gizli görülen dava sonucunda, esrarı satın alan iki Fransız’la Avusturyalı 12 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılırken, “annemle kardeşlerimin aç kalmasına dayanamadığım için bu işe kalkıştım” diye ifade veren Timothy’ye ise yaşının küçüklüğü nedeniyle 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
Cezaların açıklanmasıyla birlikte olay Birleşik Krallık ile Türkiye arasında uluslararası bir soruna dönüşecekti. Kararın ertesi günü Londra’nın en önemli gündem maddesi Timothy olmuştu. Dışişleri Bakanı Alec Douglas-Home, Büyükelçi Zeki Kuneralp’ı çağırıp duyduğu üzüntüyü dile getirdi; muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri Harold Wilson olayı rezalet ve vahşet olarak niteledi; Başbakan Edward Heath ise ellerinden geleni yapacaklarını duyurdu.
Timothy’nin doğum yeri Dartford’da 2.000 kişi Türkiye’yi protesto yürüyüşü yaptı, çoğu öğretmenlerden oluşan başka bir kalabalık da Londra’daki Türkiye Büyükelçiliği önünde bir gösteri düzenledi. 6 yıl hapis cezasını barbarlık olarak nitelendiren İngiliz bulvar gazeteleri ateş püskürüyor, parlamentoya Timothy’yi kurtarma çağrısı yapıyordu. Bazı haberlerde, çocuk mahkumların Türkiye cezaevlerinde cinsel saldırıya uğradığı imaları da vardı.
Ada’dan yükselen protesto seslerine Türkiye’den tepki gelmesi de gecikmedi. Dışişleri Bakanı Haluk Bayülken, Meclis’te yaptığı konuşmada “biz tarihin derinliklerine giden, yüzyıllarla, binyıllarla ifadesini bulan büyük bir milletin evlatlarıyız. Kimse bizim bağımsızlık, şeref ve haysiyetimizin zerresine dokunamaz. Kimseden şefkat dersi alacak da değiliz” derken, Meclis’teki en büyük 3 parti olan CHP, Adalet Partisi ve Demokratik Parti’den milletvekilleri yaptıkları ortak açıklamada İngilizleri “kendilerini hâlâ eski imparatorluk günlerinde sanmakla” itham ediyordu. Başbakan Nihat Erim de Londra’da bir gece kalıp British Airways ile gideceği ABD gezisi programını değiştirdi ve Frankfurt üzerinden Pan-American uçağıyla gitti.
Tepki sadece yetkili ağızlardan gelmiyordu. İstanbul Barosu’ndan Gazeteciler Cemiyeti’ne, Türk Kadınlar Birliği’nden Türkiye Sosyal Psikiyatri Derneği’ne kadar onlarca kuruluş İngilizlerin tutumunu kınayan açıklamalar yaptılar. Gazeteler de boş durmuyordu. “Türk düşmanı İngiliz basını”nın İrlanda’da yaşanan kanlı çatışmaları unutturmak için olayı abarttığını söyleyen Günaydın gazetesi Timothy’ye “Esrarcı Çocuk” adını taktı. En ilginç tavır ise TRT’den geldi. Kurumdan yapılan açıklamada, yaşananlardan dolayı Kraliçe 2. Elizabeth’in Türkiye gezisini anlatan belgeselin yayın akışından çıkarıldığı duyuruldu. İlk mahkeme kararın açıklanmasından yaklaşık 4 ay sonra, Haziran 1972’de temyiz mahkemesi sanıklara verilen tüm cezaları onayladı. Artık yasal yollardan yapılacak bir şey kalmamıştı.
İngiliz ceza sisteminde “sübyan koğuşu” diye bir kavram olmadığı için, Timothy Davey’nin yetişkinlerin kaldığı cezaevinde yatması Türkiye’nin en çok eleştirildiği noktaydı. Timothy 1 yıl sübyan koğuşunda kaldıktan sonra Ankara Keçiören Çocuk Islahevi’ne nakledildi. Yarı açık cezaevi niteliğindeki bu ıslahevindeki çocuk mahkumlardan öğrenci olanlar ya da çalışanlar sabah cezaevinden çıkıp akşam dönüyordu. Diğer mahkumlar da kapalı cezaevlerine göre çok daha rahattı.
6 Ekim 1972 günü Timothy Davey, ıslahevinin uygun koşullarını değerlendirdi ve sabahın erken saatlerinde firar etti. Kaçış haberi derhal tüm sınır kapılarına bildirilmişti. Firardan 12 saat sonra Timothy ve kaçışına yardım eden 26 yaşındaki Alman Herman Roulf, Hatay’daki Cilvegözü sınır kapısında yakalandılar. Tanınmamak için peruk takan Timothy’nin üzerinde James Jonathan adına düzenlenmiş bir İngiliz pasaportu bulunuyordu. İkili önce uçakla Adana’ya, buradan minibüsle Hatay’a geçmişti.
Timothy’nin belki de en büyük şanssızlığı, narkotik polisi Orhan Türkyılmaz’ın sınır kapısında görevli olmasıydı. Kimi zaman arkadaşlarıyla tavla oynayan Türkyılmaz sınırdan geçmek isteyenleri uzaktan izliyor, şüpheli gördüğü bir durum olursa müdahale ediyordu. Birkaç yıl önce, Suriye’den gelen dört Batılı hippinin tavırlarından şüphelenmiş ve araçlarını didik didik aramıştı. Aracın iki deposundan birinde benzin, diğerinde garip bir sıvı bulunmuştu. Sıvının ne olduğu hemen çözülememiş ama daha sonra o zamana kadar Interpol’ün dahi varlığından haberdar olmadığı “sıvılaştırılmış esrar” olduğu anlaşılmıştı. Türkyılmaz’ın içgüdüleri sayesinde yakalanan bu uyuşturucu, dünyada ilk kez kayıtlara geçiyordu. Timothy de annesiyle birlikte kaleme aldıkları anı kitabında (An Alternative Childhood- Alternatif Bir Çocukluk) peruk takmasına rağmen Orhan Türkyılmaz’ın yanına gelip, “Merhaba Timothy, nasılsın?” demesi üzerine büyük şaşkınlık yaşadığını anlatacaktı.
Daha 1 yıl önce uyuşturucu suçundan 10 yıl ceza alan İngiliz Vernon Williams ve 8 yıla mahkum Alman Harold Schafer, ülkelerinin girişimleri sonucu Ankara Yarı Açık Cezaevi’ne nakledilmişti. Buradan 8 Ağustos 1971 gecesi firar edip İran’a kaçan ikilinin sınırdan nasıl kolayca geçtiği araştırıldığında, yalnızca kendi ülkelerinin temsilcilikleri tarafından verilen ve sahte isimlere düzenlenen gerçek pasaportlarla çıkış yaptıkları belirlenmişti. Timothy’nin üzerinde yakalanan pasaport da gerçek bir pasaporttu ve muhtemelen İngiliz devlet görevlileri tarafından düzenlenmişti.
Ankara’ya gönderilen Timothy Davey ve Herman Roulf sorgularında firar sürecini detaylarıyla anlattılar. Kaçış planını Timothy’nin annesi ve Londra’dan tanıdığı Roulf yapmıştı. Firar gününün sabahı anne Jill ve 3 çocuğunun normal yollardan Suriye’ye geçtiği, kaçışın başarılı olması durumunda Timothy ve Roulf ile Halep’te buluşmayı planladıkları da ortaya çıktı. Roulf, Timothy’nin üzerinde yakalanan pasaportu nereden bulduğu sorusuna “İngiltere’de sahte pasaport yapan arkadaşlarımdan aldım” yanıtı verdi. Roulf’un iddiasına göre Ankara’daki Birleşik Krallık Büyükelçiliği’nden bir yetkili, Timothy’nin annesine “Keçiören’deki ıslahevinden kaçmak çok kolay” demiş ve firar planını bundan sonra yapmaya başlamışlardı. Firar davasının sonunda Timothy firar etmek, sahte pasaport kullanmak ve Türkiye’yi izinsiz terketmek suçlarından 6 ay, Roulf ise 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezalar beklenenden azdı ama, Timothy bir süreliğine ıslahevinde kalma hakkını kaybetti ve Ulucanlar Cezaevi’ndeki sübyan koğuşuna konuldu. Suriye’den Lübnan’a geçen Timothy’nin annesi ise oğlunun hasretine dayanamadı ve firara yardım etmek suçundan yargılanacağını bile bile yeniden Türkiye’ye geldi. Ona verilen 20 günlük hapis cezası da ertelendi.
Timothy Davey, 1973’te İzmir-Şirinyer Çocuk Islahevi’ne nakledildi. Cumhuriyetin 50. yılı nedeniyle çıkan af yasasıyla 20 Mayıs 1974’te serbest kaldı ve aftan yararlanan tüm yabancı mahkumlar gibi sınırdışı edildi.