Kasım
sayımız çıktı

Tarihe bakışaçımız, tarihle bağlantısızlığımız…

Büyük Britanya’da “Kral öldü, yaşasın (yeni) kral” deyişi meşhurdur. Ancak İngilizler bunu eski kralın her anlamda “gömülmesi” diye anlamamışlar ve yine hepimizin bildiği gibi son 10 yüzyıldır her dönemin kaydı-kuydunu gayet ayrıntılı biçimde arşivlerinde tutmuşlar. Üstelik sadece hanedanın değil, gündelik hayatın, gündelik hadiselerin ve sonradan “sivil toplum” denilen müktesabatın yazılı kayıtlarından bahsediyoruz.

Bugün ülkemizde ise sadece aktüel konuların, siyasetin ve paranın civarında var olan ve yaşadığı zamanı mutlak sayan yöneticiler çoğunlukta. Aslında bunlar hiç de “zamane insanı” sayılmazlar. Öyle ya; Fatih Sultan Mehmet gibi, Barbaros Hayreddin gibi gerçekten tarihimizde fark yaratmış, ülke yaratmış büyük isimler, Osmanlıların uzun unutuş dönemlerinden nice sonra 20. yüzyılın başlarında hatırlanmışlar, cumhuriyet döneminde taçlanmışlar. Barbaros’un İstanbul-Beşiktaş’taki vakıf arazisini, hem Ortaköy hem Dolmabahçe tarafından istimlak ettiğimizi, Sinan Çuluk’un kaleme aldığı bu ayki kapak konumuzda arşiv belgelerinden öğrenebilirsiniz. Bu da yetmemiş. Barbaros hafızalardan da silinmiş. Nice sonra İstanbul’a gelen “gâvur” araştırmacılar sayesinde yeniden hatırlanmış.

Bizde pek yazılı kayıt olmamasını, “sözlü kültür”e bağlayanlar çoktur. Ancak bu sözler uçucu olduğu gibi, her dönemin rüzgarına göre de yön değiştirirler. Her yeni dönemin yeni realitesi de, kendinden öncekileri “sözde” yüceltirken, günün fırsat ve değerlerini “en iyi şekilde” yeniden “değerlendirir”.

Önceki sayılarımızda, İstanbul’un fethi sırasında şehit düşen Yeniçerilerin gömüldüğü Tepebaşı-Haliç sırtlarının, daha Yavuz Sultan Selim döneminde nasıl Avrupalılara tahsis edildiğini yazmıştık. Çok sonrasında, dönem haritalarında (Pervititch) “Türk mezarlığı” olarak geçen kimi alanlara bizzat II. Abdülhamid’in iradesiyle nasıl otel dikildiğini de!

Bugün ülkemiz coğrafyasında, özellikle tarihî başkent İstanbul’da yaşanan tarih kıyımına bakınca, bunun son dönemlere özgü bir talan-yağma olduğunu düşünmek yanlış olur. Atalarımız da atalarının sadece “para ve saha” mirasına sahip çıkmış; onlardan tevarüs ettikleriyle yaşayıp, yine onlar gibi unutulmuşlardır. Bir şekilde unutulmamayı başaranlar ise, onları hatırlayanların yalan-yanlış ve tabii ilgili dönemin çıkarlarına uygun şekilde biçimlendirilmiş halleriyle yaşamıştır. Yani yeniden dünyaya gelseler, “beni unutsanız daha iyiydi” diyecek durumlara sokulmuşlardır (bkz. Sultan II. Abdülhamid).

Kısacası tarihle olan gerçek bağlantısızlığımız, aslında bu ülkede yaşarken fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz bir haldir. Daha önce de “Ata binen Türk, atasını tanımaz” şeklindeki “atasözü”nü hatırlatmıştım. Onun devamına eklenebilecek en isabetli atasözü ise herhalde “Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete”.

Bu kadar “at” demişken… İnsanları bilmem ama Bold Pilot herhalde nesiller boyu hatırlanacak.