Temmuz sonunda yapılan genel seçimlerde sonuçların açıklanacağı platformların hizmetdışı kalması; bağımsız gözlemcilerin kabul edilmemesi; muhalefete ve protestoculara karşı sert tedbirler alınması hile yapıldığı iddalarını kuvvetlendirdi. Otoriterleşen iktidar, baskıyı daha da arttırdı. Gösteriler kanlı bir şekilde bastırıldı.
Venezuela’da 28 Temmuz 2024’te yapılan genel seçimlerin akşamında, kameraların karşısına çıkan Ulusal Seçim Konseyi Başkanı Elvis Amorso katılımın %59 olduğunu, oyların %80’inin sayıldığını ve %51.2 (5 milyon 150 bin oy) ile başkan Nicolas Maduro’nun kazandığını ilan etti. İktidar partisi PSUV’un eski milletvekili ve Chavizmin sert bir savunucusu olan seçim kurulu başkanına göre, muhalefetin adayı Edmundo González Urrutia %44.2 (4 milyon 44l bin oy) almıştı. Başka hiçbir veri açıklamadı. Muhalefet ise aslında seçimleri kendisinin kazandığını iddia etti.
Rejimin bağımsız gözlemcilerin varlığını kabul etmemesi daha seçim öncesinde şüpheleri artırırken, başsavcı seçimlerin ilan edileceği sitenin hizmetdışı kalmasını bir siber saldırıyla açıkladı. Muhalefetin seçimlerin hileli olduğunu iddia etmesi üzerine ise, seçim sistemine karşı “terörist eylem”den dolayı soruşturma açıldı!
Seçimleri kazandığını iddia eden muhalefet sokaklara çıktı. Polis gösterileri aşırı şiddet uygulayarak bastırmaya çalıştı. İlk 3 günde 20 kişi öldürüldü, 750 kişi tutuklandı.
Bu arada muhalefetin internet sitesinde yayınladığı sonuçlara göre oyların %81’i sayılmış, muhalefet %67, Maduro ise %30 almıştı. Açıklanan resmî sonuçlardan şüphe duymayı gerektirecek çok sayıda veri bir yana, aradan günler geçmesine rağmen seçimin kesin sonuçlarının ilan edilmemiş olması da, Maduro’nun seçimi kaybettiğine dair kanaati güçlendiriyor.
Her ne kadar Maduro “Biz kazandık ve bunu herkes biliyor” diyorsa da bu “herkes”in içinde kendi komşu ülkeleri bile bulunmuyor. Ordu tavrını beklendiği üzere Maduro’dan yana koydu ve “evinize dönün” diye göstericilere meydan okudu.
Maduro seçim öncesinde de kendisinin kazanmaması durumunda ülkenin kan gölüne döneceğini ilan etmiş, içsavaş çıkacağını söylemişti.
Seçim sonuçlarına dair belirsizlik hüküm sürerken Küba, Rusya, Çin ve Türkiye Maduro’yu kutladı. ABD ve AB gibi Maduro rejimine karşı çıkan, mesafeli olanlar değil de; örneğin Şili’nin Solcu başkanı, Meksika, Brezilya, Kolombiya gibi daha Sol’da gözüken rejimler ise ayrıntılı seçim sonuçlarının açıklanmasını talep ettiler. Nikaragua’daki Ortega rejimi kendine muhalif olanları tutuklayıp ardından ülkeden kovarken, Venezuela’daki Maduro rejimi de muhalefeti yasal yollardan engelleyerek, istemediği adayların önünü keserek muhalefeti zayıflatmayı hedefliyor. Bu engellemede en işlevsel çözüm ise “dış güçler” argümanı!
Ülkede meşruiyet tartışması, 2002 darbe girişiminden itibaren sıkça kullanılmıştı. O dönemde Hugo Chavez girdiği her seçimi kazanmış ve kaybettiği tek oylama olan 2007 referandumunun sonuçlarını da kabullenmişti. Maduro’nun 10 yılı aşkın bir süre iktidarda kalmasından sonra bu seçimler, aslında hükümetin Venezuela’da krizin bittiğini ve “her şeyin çok normal” olduğunu gösterme çabasının bir parçasıydı. Ülke 2013-2021 arasında hiperenflasyona, gıda ve sağlık ürünlerinin yetersizliğine, sürekli elektrik kesintilerine ve nüfusun dörtte birinin göç etmesine yol açan bir kriz dönemi yaşadı. Sonrasında kısmi bir düzelme sözkonusu olmakla birlikte, bu durum büyük gelir adaletsizliğini ortadan kaldırmadı.
Yaşananlar, diktatörlük biçimine bürünen ülke siyasetinde bir dönüm noktası ve uluslararası toplumun rejime karşı yaptırım uygulamaya başlamasıyla da kriz giderek ağırlaşıyor. Rejim, rutin olarak keyfî gözaltılara, işkenceye ve yargısız infazlara başvuruyor; bu durum Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından sürekli kınanıyor. Venezuela’da olağan güvenlik güçlerinin yanısıra Maduro’nun örgütlediği geniş bir milis ağı da mevcut.
Otoriterleşme devam ederken, ülke ekonomisi GSYİH’nin %80’e varan daralması ve hiperenflasyonla karakterize ediliyor. Yer altı kaynaklarının zenginliğine rağmen, Venezuela dünyanın eşitsizlik ve yoksullukta önde gelen ülkelerinden biri durumunda. Rejimin dayanağı polis ve ordu imtiyazları sürdürülüyor ve Venezuela bunları finanse etmek için uyuşturucu trafiğiyle öne çıkıyor
Ülke büyük bir çıkmaz içinde olduğu için, bir dönem Chavez’i desteklemiş olan Komünist Partisi ve radikal Sol da muhalafet saflarında artık. Öte yandan Maduro da sağlık ve eğitim hizmetlerinin çökmesine, petrol üretiminin düşmesine rağmen “boliburjuvazi” denen Bolivarcı devrimin ürünü yeni burjuvazi ile eski burjuvazi arasındaki dengeyi kurmaya çabalıyor.
Devlet imkanlarının kötüye kullanılmasıyla yükselen krizde, Maduro hemen seçimlerden önce bizzat mevcut rejimin asker-polis boyutunun altını çizmişti: “Biz askerî bir gücüz, çünkü Bolivarcı Ulusal Silahlı Kuvvetler beni destekliyor. Chavistadır, Bolivarcıdır, devrimcidir… Biz bir polis gücüyüz. Biz, siviller, askerler ve polisin mükemmel birliğiyiz.”
Ekonomik kaos ve insan haklarının ihlalleriyle, Venezuela 2002-2012 arasındaki halkçı görünümünden fersah fersah uzakta artık.