Aralık
sayımız çıktı

Önce ‘ht’den Hitit’e, sonra Hint-Avrupalı kimliğine…

ARKEO POLİTİKANIN DİL VE İDEOLOJİ KAZILARI!

“Kutsal Kitap arkeolojisi”ne dayalı tarih yaklaşımları, 20. yüzyıldan itibaren Anadolu’da başlatılan kazılarda da dönemin Alman uzmanları tarafından benimsendi, yaygınlaştırıldı. Anadolu’da güçlü bir beylik kurmuş olan Hattiler yoksayıldı; Hatti, Hurri ve Luvi ethnos’larını yoksayan bilinçli bir siyasi operasyon günümüze kadar taşındı.

Önemli bir eski Anadolu devleti olan Hitit Krallığı’nın (MÖ 1720- 1170) arkeoloji ve tarih bilimle­rine yansıması, büyük oranda Alman arkeopolitikasının ma­nipülasyonu ile gerçekleşmiştir. Aryan ırkçılığını temel alan Alman ırkçılığı, arkeolojiyi kul­lanarak 20. yüzyılın başlarından itibaren sahaya inmiş ve arazi çalışmaları ile veri toplamaya başlamıştır. Bu kapsamda ilk he­deflenen yerleşme Hititlerin si­yasi yönetim merkezi Boğazköy olmuştur.

1905’te Alman dilbilimci Hugo Winckler (1863-1913), Osmanlı Devleti’nden izin ala­rak Boğazköy’e gelir ve kazıya başlar. Oysa ki Boğazköy’de kazı çalışmaları başlatma fikri gerçekte Müze-i Hümayun’un (İstanbul Arkeoloji Müzeleri) bir projesidir ve kazı ile ilgili olarak Toduraki Makridi Bey (1872-1940) görevlendirilmiştir. Makridi Bey ile Hugo Winckler arasındaki mektuplaşmalar­dan, Boğazköy kazısının kimi entrikalarla Almanlara verildiği anlaşılmaktadır. Buna rağmen 1905-1907 arası kazılara katılan Makridi Bey, görevini devleti temsilen kazı komiseri benzeri bir pozisyonda yerine getirir.

İlk yıl zorlu şartlar altında yürütülen çalışmalar sonunda H. Winckler, kimi köylülerden satın alınmak suretiyle 34 çivi yazılı kil tablet toplar. 1906’da kazıya devam eden Winckler, mucize olarak nitelendirdiği bir kil tablet bulur. Bu buluntu­nun meşhur Kadeş Antlaşması olduğu anlaşılır ve artık rast­gele bir Hitit kentinde değil, krallığın başkenti Hattuşa’da kazı yapmakta olduğunu anlar. Boğazköy kazılarında bulunan tabletler üzerinde Çek asıl­lı Alman Assurolog Bedřich Hrozný’nin (1879-1952) çalışma­ları sonucunda ise, Hititçenin bir Hint-Avrupa dili olduğu anlaşılır ve Hititçe ile Almanca arasında gramer ve kelime temelinde büyük benzerlikler olduğu saptanır. Bu gelişmeler Almanların Hititoloji ile ilgili stratejilerini şekillendirir ve Kızılırmak Havzası’nı temel ala­rak Anadolu’yu odak yaparlar.

arkeo-2
Boğazköy’de 1905’ten beri devam eden kazılarda tamamına yakını kazılan Tapınaklar Mahallesi.

20. yüzyılın başlarında Almanların yoğun arkeolojik faaliyetleri ile sahneye çıkan Hititler, isim olarak zaten Kitab-ı Mukaddes’ten biliniyordu. Tarihlerinin erken döneminde (MÖ 1720-1700) Kaneş’i (Kayseri- Kültepe) başkent yapan Hititler, aslen Kuşşaralıydı (Yozgat/ Sorgun-Alişar Höyük). Zamanla Kızılırmak Havzası’nı işgal eden Hititler, devlet kurdukla­rı bu çekirdek bölgeye “Hatti” diyorlardı. Asur belgelerinde “Heta”, Mısır belgelerinde “Kheta”, Tevrat’ın İbranice aslında “ht” ile adı yazılmış olan Hitit, gerçekte Hatti adının İbraniceleştirilmiş yanlış bir biçimiydi. İbranicede sesli harf bulunmadığından yalnızca “ht” harfleri kullanıl­mıştı. Tevrat’ı Almancaya çeviren Martin Luther, “ht” ile göste­rilen sözcüğü “Hethit” olarak; İngilizceye tercüme yapanlar da “Hittite” biçiminde okudular. Türkçede önceleri Fransızcanın etkisi ile “Eti” sözcüğü kullanıl­mış olsa da, sonraları bundan vazgeçildi ve “Hitit” biçimindeki kullanım tercih edildi. Böylece, aslında Anadolu’nun Erken Tunç Çağı halkı olan Hattilere (MÖ 3000-2000) atıf yapan “ht” teri­mi; kendilerine hiçbir zaman “Hitit” dememiş Kuşşaralı bir soylu sülale ile farklı ethnos ve kültürlerden oluşan devlet için Batılılar tarafından kul­lanılmaya başlandı (“Kutsal Kitap arkeolojisi”ne dayalı tarih, bunun gibi yerleşik yan­lış tanımlamalarla doludur; Urartu’yu adresleyen “rrt”nin “Ararat” olarak okunması gibi).

Hititler ile Hitit Krallığı’nın sözkonusu yanlış adlandırıl­ması, eski Anadolu ve Önasya arkeolojisi ile tarihi açısından basit bir yanılgı değildir. Konu, Anadolu’nun merkezinde güçlü bir beylik kurmuş olan Hattilere yapılan bilimsel bir tecavüz olmasının yanısıra; gerçekte Hitit Krallığı’nı oluşturan Hatti, Hurri ve Luvi ethnos’larını yok­sayan bilinçli bir operasyondur. 1990’ların başında Şapinuva’da (Çorum-Ortaköy) açığa çıkmaya başlayan güçlü Hurri bulguları, bu durumun saklanacak bir yönü olamayacağını gösterir; Hitit kültür ve sanatının ana unsuru­nun Kuşşaralılar olmadığına da işaret eder.

arkeo-1
Boğazköy ile birlikte araştırılmaya başlanan açık hava tapınağı Yazılıkaya.

15 Haziran 2024’te VeryansınTv.com’da bir köşe yazısı kaleme alan Hititolog Dr. Semih Güneri, “Hitit Sanatı Aldatmacasına Son Veriyorum” başlıklı yazısında bu konuya dikkati çekmiştir. Haluk Perk Müzesi’nde muhafaza edilmekte olan 190 adet metal Tanrı heykel­ciği üzerinden bu değerlendir­meyi yaptığını ifade eden Güneri, sözkonusu bulguların Hitit değil Hurri kültürüne ait olduklarını izah eder.

arkeo-3
1974’ten beri kazılmakta olan İkiztepe’de bulunmuş “W” kabartmalarıyla bezeli çömlek. “W” sembolü Fırtına Tanrısı Teşup’un simgesidir (İkiztepe Kazı Arşivi).

Hitit Krallığı, merkezî bir dev­letti. Mimariyi, anıt sanatını, ma­dencilik ve çanak-çömlek üretimi gibi zanaatları ve özellikle dinsel yapılanmayı başkentten yöne­tiyordu. Hattuşa’daki tapınağın benzerleri diğer kentlerde de inşa ediliyordu. Alaca Höyük (Arinna), Eskiyapar (Tahurpa), Oluz Höyük (Şanauhitta), Ortaköy (Şapinuva), Doğantepe (Hakmiş), Maşat Höyük (Tapigga), Kuşaklı (Şarişşa) ve Kayalıpınar’da (Şamuha) üretilen çanak-çömlekler, metal eserler ya da mühürler, genel özellikleri ile Hattuşa’da bulun­muş olanlarla akrabaydı. Hattuşa yakınındaki açıkhava kutsal alanı Yazılıkaya’da kayalara işlenmiş Tanrı-Tanrıça-kral-kraliçe figür­leri ile hiyeroglifler, Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki kaya anıtla­rında da görülebiliyordu.

Esas mesele, bu denli geliş­kin bir mimariye, yüksek bir sanata, iki sistemli yazıya (çivi yazısı-hiyeroglif) ve edebiya­ta sahip bir kültürü; Kuşşara (Alişar Höyük) gibi Anadolu’nun sıradan sayılabilecek bir kentin­den çıkan ve nereden geldikleri henüz kesinleşmemiş yönetici bir zümreye adreslemektir. Başka bir deyişle, mimarisi Hatti ve Hurri’den; çanak-çömlekçiliği Hatti ile diğer Anadolu yerli halk­larından; metal eser sanatı yine Hatti’den; mühür sanatı Neolitik dönemden beri gelişen Anadolu gliptik sanatından; anıt sanatı Göbeklitepe ile başlayan yerel plastik sanattan; yazıları Luvi ve Akkadlardan; dini ise Hurri ve Hatti’den almış bir kültüre neden “Hitit” denildiğidir.

arkeo-4
Beşiktaş Höyüklü Kromlek kazısında bulunmuş “W” biçimli taş amulet, İkiztepe kabartma “W” sembolleri ile dönem (MÖ 3000) olarak çağdaştır.

20. yüzyılın başlarından itibaren yapılan Hitit odaklı ar­keolojik çalışmalar, bu toplumun Anadolu’nun otokton halkı mı olduğu yoksa yakın bir coğrafya­dan mı bölgeye geldiği sorusuna bugüne kadar cevap bulamamış­tır. Ekrem Akurgal, Hitit toplu­munun Kuzey Kafkasya’daki Maykop kültüründen koparak Anadolu’ya geldiklerini savunur­ken; Batılı araştırmacılar detay bölge vermeden Güneydoğu Avrupa ve Balkanları işaret etmişlerdir. Samsun’un Bafra ilçesi yakınlarında yer alan ünlü İkiztepe’yi uzun yıllar kazmış olan Önder Bilgi ise, buradaki insanların Hint-Avrupalı kimlikli Hititleri oluşturan toplumlardan biri olduğunu ileri sürmüştür. İkiztepe’de açığa çıkarılan bir çömlek üzerinde, kabartma tekniğinde işlenmiş “W” harfi­nin Hitit Hava Tanrısı Teşup’un sembolü olduğunu vurgulayan Bilgi, bunun boğa boynuzundan gelişmiş olduğunu belirtmiştir.

arkeo-5
1906’da Boğazköy kazısına komiser olarak katılan Theodor Macridy Bey’in bizzat çizdiği saray kalıntısı rölövesi (Edhem Eldem).

Kabataş-Mahmutbey Metrosu-Beşiktaş Meydanı giri­şinde İstanbul Arkeoloji Müzeleri başkanlığında uzun yıllardır devam etmekte olan arkeolojik kazılarda açığa çıkarılan çok sa­yıdaki höyüklü kromlek tipi me­zar yapıları MÖ 2400-2200’lere yani Erken Tunç Çağı 1’e tarihlen­dirilmiştir. Bu mezarların birinde saptanan “W” biçimli taştan şekillendirilmiş bir amulet, uzun yıllardır kökleri aranan Hititler için anahtar bir bulgu olma özelliğindedir. Önder Bilgi’nin teorisi ile uyum gösteren bu “W” biçimli amulet; Beşiktaş-höyüklü kromlek mezarlarını yapan insanların Hint-Avrupa kökenine ve Anadolu’ya İstanbul Boğazı üzerinden yapmış oldukları göçe işaret etmektedir. Bu nedenle Beşiktaş bulguları, MÖ 3000’ler­de gerçekleşmiş Hint-Avrupa göçlerinin ilk arkeolojik kimliğini oluşturmuş görünmektedir.

Sansasyon peşinde bir ga­zeteci ile arkeolojiden bihaber birkaç eskiçağ tarihi uzmanı tarafından “Türk kurganları” olarak haber yapılan ve değer­lendirilen Beşiktaş’taki höyüklü kromleklerin, Proto-Türkler ya da Proto-Turanlılarla ilgisi olmadığını uzun bir süredir ısrarla yazıyorum. Gerek mezar yapıları gerekse yakma gömüler ile küçük buluntular, Beşiktaş mezarlarının sahibi olan toplu­mun Güney Balkanlar’dan yola çıkan ve Anadolu’yu hedefle­yen kitlesel bir göçün insanları olduğuna işaret etmektedir. Beşiktaş’ta açığa çıkan yakma gömme geleneği ile “W” biçimli taş amuletin, MÖ 1720’lerde Hitit Krallığı’nı kuran zümrenin Anadolu’ya yaptığı göçlere işaret eden arkeolojik bulgular oldu­ğunu düşünüyorum.

arkeo-6
1927-1932 yılları arasında H. H. von der Osten tarafından kazılan Alişar Höyük, Anadolu’nun katmanlaşma dikkate alınarak kazılan ilk höyüğüdür. Bulunan tabletler Alişar Höyük’ün Kuşşara olabileceğine işaret etmektedir.