Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Sosyalizm, Müslümanlık, Türkçülük, milliyetçilik ve devrim… Hepsi birarada!

100 yıl önce (1-8 Eylül 1920) Bakü’de toplanan 1. Doğu Halkları Kurultayı, 1917 Sovyet Devrimi’nin harekete geçirdiği, ümit verdiği mazlum halkların temsilcilerini biraraya getirdi. Birbirinden çok farklı ideoloji, inanç ve siyasi görüşlerin temsil edildiği kurultayda, hem “Eski Türkiye”nin sembolü Enver Paşa da yer alacaktı. 

İttihatçı triumvira (Talat-Enver-Cemal), 3 Mart 1918’deki Brest-Litovsk Barışı’nda Alman emperyalizmiyle birlikte yeni Sovyet yönetimine karşı masaya oturmuştu. Bu tarihten tam 8 ay sonra, Kasım ayında Avrupa’ya kaçan İttihatçılar, “kaderin cilvesi” olarak bu defa Bolşeviklerle masanın aynı tarafında oturmaya mecbur kaldılar. 

İngiltere kapıyı kapatınca Talat Paşa Sovyetler’e yanaştı; Turancılıkla karışık panislâmizm davası için Petrograd’la ittifak kaçınılmaz gözükmüştü.

Talat Paşa ve ardından Enver, Brest-Litovsk’ta masanın karşı tarafında yer alan Karl Radek’le görüşmüştü. Değişen koşullarda iki tarafın da ortak düşmanı İngiliz emperyalizmine karşı mücadele fikri, Versailles Antlaşması’yla iyice sıkışmış olan Almanlara da makul gelmişti. Bu tarihte Ankara henüz Sovyet yönetimi ile üst düzey bir ilişki kurmamıştı. Dolayısıyla uluslararası alanda İttihatçı önderler, “Anadolu hareketini de temsil eder gibi” gözükebiliyorlardı. 

Enver Paşa, Dr. İbrahim Tali Bey ve Azmi Bey ile birlikte Doğu Halkları Kurultayı’na giden trenin kapısında…

Böylelikle farklı nedenlerle Britanya emperyalizminden şikayetçi olan, ancak yine farklı amaçlar peşinde olan üç siyasi merkez de facto bir işbirliği içine girdiler. Radek’in önerisi taraflara makul gözükmüştür. O kadar ki Enver ile Radek neredeyse birlikte Rusya’ya gideceklerdir. 

Ekim Devrimi’nin yarattığı heyecan hem Batı’da hem Doğu’da yeni siyasal hareketlerin oluşmasını tetiklemiştir. Özellikle Çarlık Rusyası’nda ezilen halklar, radikal bir beklenti içine girmişlerdir.

Bolşevikler Mart 1919’da cılız bir katılımla kurdukları 3. Enternasyonal’i dünya devriminin partisi olarak geliştirmek için, sömürgelerdeki halkların emperyalizme karşı mücadelesiyle ilişkilenmeleri gerektiğini anlamış, 1919’dan itibaren bu meseleye değinmeye başlamışlardı. Türk tarihçi Zeki Velidi Togan, Lenin ile birlikte çalıştığı günlerde, Moskova’daki Başkurdistan mümessilliğinde verdiği bir ziyafette Bakü’de “Müslüman Milletleri Şark Kongresi” toplama fikrini ortaya attığını yazar. Ancak başka bir kaynak bunu doğrulamaz. Her halükârda Zeki Velidi’nin önerisi ile Komintern’in düzenleyeceği kurultay içerik olarak farklı olacaktır.

Başkanlık divanı 1 Eylül 1920’de Neriman Nerimanov’un konuşması ile açılan kurultayın Başkanlık Divanı ve salonun genel görünümü…

Ekim 1917’de Rusya’da devrimin zafere ulaşmasının ardından, İngiliz ve Fransızların başını çektiği bir dizi ülkenin desteğiyle ülkede “içsavaş” patlak verir. 1. Dünya Savaşı’nın hemen ardından kıtlık ve açlık ülkeyi sarmıştır (toplamda 12 milyon kayıp verildi). Ülkenin ablukadan kurtulmasına katkıda bulunacak olan 1919 Alman Devrimi ve Macaristan devrimleri de ezilince, Bolşevik önderler yeni müttefiklere ihtiyaç duydular.

1914-18 savaşı aslında bir sömürgeler savaşıydı. Ardından gelen Versailles Antlaşması, Avrupa halklarının kendi kaderini tayin hakkını kabul etse de, Asya ve Afrika’daki sömürgeler için bu ilke geçerli değildi. 

Henüz devrim rüzgarının dinmediği bir dönemde, 1919 Mart’ında temsil kabiliyeti sınırlı olan Komünist Enternasyonal (Komintern) kurulmuş; kuruluş metinleri daha ziyade temenniler düzeyinde kalmış; Eylül 1920’de yapılacak olan 2. Kongre de çok kısıtlı imkanlarla hazırlanmıştı. Komintern kendini “dünya devrimin partisi” olarak sunarken, bu kongreye çağrılan partiler çoğunlukla Avrupa’dan gelecekti. Oysa “şark”, hem emperyalizmin dayandığı bir sömürgeler yumağıdır hem de Çarlık Rusyası’ndan kalma bölgelerde çok ciddi bir Müslüman nüfus bulunmaktadır.

Şubat Devrimi ve Ekim’in vaatleri bu bölgelerde memnuniyetle karşılanmıştı. Ancak bu bölgelerde çok farklı toplumsal formasyonlarda yaşayan insanların kendi sorunları; bunların siyasete tahvil edebilecek örgütlenmeden uzak olması; Çarlık döneminde bu bölgelere yerleşen göçmen Rusların varlığı ve yerli halkla aralarındaki çelişkiler ciddi sorunlar oluşturuyordu.

Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresi, özellikle İtalya, Almanya, Fransa gibi sosyalist hareketin güçlü olduğu ülkelerden gelen temsilcilerle birçok açıdan adına layık bir içerik kazanır. 2. Kongre’nin iki önemli gündem maddesi vardır: İlki –esas olarak Avrupa’yı ilgilendiren– 2. Enternasyonal partileri içindeki sol kanatların sosyal demokrat partilerden ayrılarak komünist partiler kurmalarını teşvik etmek için hazırlanan bir tüzüğün (ünlü 21. madde) kabul edilmesidir. İkincisi ise, dünya devriminin Doğu halklarına, bir başka ifadeyle sömürge halklara ve ezilen uluslara nasıl yayılabileceği üzerine tartışmadır. İleride Hindistan Komünist Partisi’nin kurucusu olacak, ancak o sırada Meksika’nın genç komünist partisinin delegesi olan M. N. Roy; Bolşevik parti üyesi, aynı zamanda İran Komünist Partisi’nin kurucusu Avetis Sultan Zade; Kore’den Pak Şin-Soley bu tartışmalarda öne çıkarlar.

Kurultay katılımcıları
Kurultaya delege gönderenler arasında, İran, Türkiye, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Sovyet Türkistanı, Hive, Buhara, Afganistan, Çin Türkistanı, Kuzey Kafkas Dağlıları, Kazan Tatarları, Başkırtlar, Kalmıklar, Kırgızlar, Kırım Tatarları ve Hintliler vardı.

Sovyet Rusya’nın dış politikası ile dünya devriminin sorunları arasında elbette bir gerilim vardır. Bolşevikler içsavaşın bitimine doğru Polonya’nın saldırısını püskürttükten sonra karşı saldırıya geçmiş ve tekrar Batı’ya doğru bir yöneliş kazanılmıştır. Bir yandan da İngiltere ile “ticaret anlaşması” çerçevesinde görüşmeler yürütülmektedir.

2. Kongre’de Roy ile Lenin tartışması biraz da bu gerilim üzerine kurulur. Sovyet Rusya ile dost ülke rejimleri arasındaki ilişki ile, dünya devriminin sömürgelere yayılması arasındaki bu gerilim, daha sonra ülke politikasında önemli bir yer tutacaktır. Ancak kongre, sömürge ülkelerde kapitalist gelişme aşamasından Sovyet sistemine geçilebileceğini de karar altına alır! Roy, Sovyet Rusya ile dostluk kurabilecek milliyetçi rejimlerle ilişkiye fazla bel bağlanmamasından yanadır. Kore ve İran delegeleri de ona yakın dururlar.

Kongre, Avrupa devrimi ile sömürgelerin kurtuluşu arasında bir bağ kurar; Avrupa’da hâli hazırdaki sosyal demokrat partilerin sol kanatlarının ayrı partiler olarak siyaset yapmalarını benimser; ancak “Doğu” için somut bir siyasal-örgütsel seçenek ortaya koy(a)maz.

1920 Haziran’ında Komintern Yürütme Kurulu, 1918’de bağımsız olan ancak “Rusya ve şarkın kavşağında” bulunan Bakü’de bir kurultayın yapılmasına karar verir. Zinoviev ve Orconikidze kurultayın düzenleme görevini üstlenir; yanlarına meseleye daha yakın olan Stasova, Anastas Mikoyan, Neriman Nerimanov ve Sultan Gabiyev eklenir. Hazırlık çalışmalarına Midiviani, Mustafa Suphi, Eminov, Hüseyinov ve Karayev de katılır.

Bakü aynı zamanda bir petrol kentidir. Kurultayda konuşan ünlü Amerikalı gazeteci, Ekim Devrimi’ni anlatan anıtsal Dünyayı Sarsan On Gün kitabının yazarı John Reed, delegelere “Amerikancada Bakü nasıl telaffuz edilir bilmez misiniz? Oil (petrol) olarak” demiştir. Öte yandan Azerbaycan, devrimden önce komünist hareketin varolduğu tek Müslüman ülkedir. 

Kurultay bundan tam 100 yıl önce, 1 Eylül 1920’de Bakü’de toplanır. Kafkasya’da Kasım 1920’ye kadar Wrangel ordusunun tehdidi devam etse de Bakü’de Sovyet iktidarı güvendedir. Yine de Bakü’ye ulaşmak delegeler için kolay olmamıştır. İran’dan gelen delegeleri taşıyan buharlı gemi bir İngiliz uçağının saldırısına uğramış, iki delege ölmüş, bazıları yaralanmıştır. İran polisi de Azerbaycan sınırında iki delegeyi öldürmüştür. İngiliz gemilerinin Türk delegelerin Karadeniz’den geçişini engellediği söylenmektedir. Ankara da kendi dışındaki çevrelerin kongreye katılımını engellemiştir. Komintern toplantısının ardından Bakü’ye katılan delegeler ise içsavaş bölgelerinden geçmek zorunda kalacaktır.

Kurultay, Ekim Devrimi ve içsavaşın yanısıra insanların kıtlıktan kırıldığı; siyasal istikrarın sağlanamadığı; ekonomik bir yeniden yapılanmanın kendini dayattığı; Müslüman coğrafyasında yerel halkla yöneticiler arasında ciddi gerilimlerin olduğu bir dönemde gerçekleşir. Bölgedeki çeşitli milliyetçi akımların, 1. Cihan Harbi’nden zaferle çıkmış müttefiklerin ve Sovyet iktidarının çıkarları çatışmaktadır.

Doğunun kurtuluşu
Kurultay Başkanı Zinovyev, kapanış konuşmasında “Doğunun kurtuluşunun yalnız Komünist idaresinin kurulması ile olacağını” vurgulamıştı.

Sekiz gün süren kurultayda, günde yedi oturum gerçekleşir. Kurultay başkanlığına Komintern’in başkanı başkanı Zinoviev getirilmiş, Lenin ve Troçki de onursal başkan ilan edilmiştir. Başkanlık divanına John Reed, Tom Quelch, Rosmer, Radek, Steinhardt ve Stalin dahil olmak üzere 10 onursal üye seçilmiştir. Kurultaya katılanların kesin sayısı bilinmese de tutanaklarda 1273’ü komünist olmak üzere 1891 delege bildirilmektedir (3280 delegenin gelmesi beklenirken). Delegelerin çoğu Rusya coğrafyasından ve Ortadoğu’dan gelmektedir. Zaten çağrı da esas olarak “İran, Ermenistan ve Türkiye’nin köleleştirilmiş halk kitleleri”ne yöneliktir. 235’i Türk, 192’si İranlı, 157’si Ermeni, 100’ü Gürcü, 8’i Çinli, 8’i Kürt, 3’ü Arap, 15’i Hint delegenin yanısıra, çeşitli Kafkas kavimlerinden ve Kore’den gelen delegeler de vardır. Azeriler 496 delege ile orantısız bir ağırlığa sahiptir.

Delegelerin nasıl seçildiğinin ve neyi temsil ettiklerinin belirsizliğini en iyi Zinoviev’in şu sözleri ortaya koyar: “Hangi partiye üye olduğunuzu sormadık. Şu soruyu soruyoruz: ‘Emekçi misin? Çalışan sınıfların bir üyesi misin? İçsavaşa son vermek ve zalimlere karşı örgütlenmek istiyor musun?’ Başka bir şeye ihtiyacımız yok”.

Lori Komünist Grubu’nun 17 delegeyle temsilinin de gösterdiği gibi Ermeniler ve Transkafkasya delegasyonu nüfusuna göre orantısız temsil edilmektedir. Şark’ın en batısında yer alan bu kesim, “cihad” çağrıları ve Enver Paşa gibilerin varlığından rahatsızdır. Türkiye, Çin ve Kore’den gelen “yabancı” delegasyon ise ülkeleri adına karar almaktan ziyade bilgilenme amaçlı gelmiştir.

Açılış konuşmasında başkan Zinoviev, delegasyonun halet-i ruhiyesine seslenerek “Şark’ın ve başka memleketlerin dinî akidelerine biz ihtiyatla yaklaşıyoruz” demeyi ihmal etmez. Zinoviev konuşmasında dünyanın yalnızca “beyaz” insanlardan oluşmadığını; Avrupa’nın dışında Asya ve Afrika’da yüz milyonlarca başka ırktan insan yaşadığını; bu insanların da kapitalizmin tahakkümü altında bulunduğunu; Komünist Enternasyonal’in yalnızca Avrupa proletaryasına değil tüm Asya’nın köylülerine seslendiğini belirtir.

Zinovyev, Komünist Manifesto’daki “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” mottosunu “Bütün ülkelerin işçileri, dünyanın bütün ezilenleri birleşin” diye genişletir. Hatta “cihat” tabirini kulllanarak “İngiliz ve Fransız kapitalistlere karşı kutsal savaş”tan sözeder. Alfred Rosmer, emperyalist ülke yöneticilerinin sömürge halkları 1. Dünya Savaşı’nda nasıl kendi çıkarları adına savaşa sürdüklerini anlatır. Rus delege Skaçko, Kuran’a göre toprağın yalnızca onu işleyene ait olduğunu söyler ve örneğin İran’daki mollaların Müslümanlığın savunucusu değil istismarcısı olduklarını belirtir.

Bu arada kurultayın kurgusuyla uyuşmayan aykırı sesler de çıkar. Türkistan’daki Bolşevik bürokratların faaliyetlerini açıkça eleştiren Narbutabekov şunları söyler: “Yoldaşlar, Türkistan’da işçi kitlelerinin iki cephede mücadele ettiklerini size söyleyeceğim; burada gerici mollara ve orada Avrupalıların milliyetçi eğilimlerine karşı. Ne yoldaş Zinoviev, ne yoldaş Lenin, ne yoldaş Troçki Türkistan’da son üç yılda olup bitenlerden haberdar değiller” Bununla da kalmaz, Lenin’in “büyük Rus şovenizmi” diye eleştirdiği durumun Bolşeviklerin iyi niyetine rağmen yokolmadığını da ekler (Bu sorun, kısa zamanda Bolşevik yönetimde yarılmalara neden olacaktır).

Bir dizi önerge arasında siyonizm ve Filistin’de olanlar da vardır. Bu metinlerde siyonistler yapay yerleşimci, ayrıcalıklı ve İngiliz emperyalizminin hizmetinde bir kesim olarak nitelenir. Ancak bunlar vakitsizlik nedeniyle tartışılmaz!

Kadınların temsili Kurultayda kadınlara ve kadınların kurtuluşuna ne kadar önem verildiğini göstermek için başkanlık kurulunda kadın üyelerin bulunmasına özen gösterilmişti. Bunlar arasında Bulaç (Bulak Tatu) (Dağıstan), Naciye Hanım (Türkiye), Şabanova (Azerbaycan) da vardı. Naciye Hanım, en önde.

Komintern tarafından bir tür işçi-köylü ittifakı olarak görülen kurultay, çoğunluk için daha ziyade İngiliz sömürgeciliğine karşı ortak bir tavır olarak algılanır. Öte yandan hesaba katılmayan Müslüman olmayanların da bulunduğu kurultayda “cihad” çağrılarının içini anti-emperyalizmle doldurmanın zorluğudur. Victor Serge, “Müslüman dünyasıyla, onun kendi ulusal ve dinsel emelleriyle bağdaştırılacak gerçek bir uzlaşma kolay görünmüyordu” derken bu zorluktan bahsediyordu.

Gerçi Müslüman delegelerin bir bütün oluşturmadığı açıktır. İttihatçıları ve Ankara ekibini bir yana koyarsak, Rusya coğrafyasındaki Müslümanlar arasında dahi siyasal bir birlik yoktur. Sultan Gabiyev ile örneğin Zeki Velidi arasındaki ayrımlar bile, anlaşmazlığın derinliğini göstermesi açısından önemlidir. Zeki Velidi aralarındaki farklılığı “Bizim gibi komünizmi bir zaruret icabı değil, bizzat buna inanarak intisap etmiş ve samimi olarak din aleyhtarı kesilmiş olması” diye açıklar. Öte yandan “milliyetçiler”in de kürsüde bir karşılığı olmadığı hatırlanmalıdır. Cihad çağrısı kürsüden yankılansa da, Zeki Velidi’nin Enver Paşa’ya söylediği gibi panislâmizm ve panturanizmin Orta Asya’ya doğru bir karşılığı yoktur.

Kurultayın son toplantısında Bakü Komünü’nün şehitleri (26 komiser) anısına yapılan cenaze töreni ile İngiliz emperyalizmine karşı ajitasyon zirveye ulaşır. Paradoksal gibi gözüken durum ise, İngilizlerle Sovyetler arasında ticaret anlaşması görüşmeleri sürerken bu kurultayın gerçekleşmesidir! 

Türkiye delegasyonu

Kurultaydaki Türkiye delegasyonu, gözlemci Ankara heyeti ve statüsü belirsiz Enver ve Mustafa Suphi’nin öncülüğündeki Komünist Partisi üyelerinden oluşur. Mustafa Suphi’nin İttihatçılar tarafından sürgüne gönderildiği ve Sinop’tan Sivastopol’a kaçtığı hatırlanırsa, siyaseten iki kesim arasında yakınlık yoktur. 

Öte yandan Mustafa Suphi’nin konumu da ilginçtir. Mustafa Suphi’nin Bakü’deki evinde kalan Zeki Velidi şöyle diyecektir: “O komünist ise de, Rusların Şark siyasetini beğenmiyordu. Bilhassa harp esiri olan Türkiyelilerden bazılarını ‘hakiki komünist’ sayıp kendisini bırakmak istemelerinden dolayı Stalin ve arkadaşlarına küskündü”. Mustafa Suphi’nin çalışma arkadaşı Sultan Gabiyev’in kurultaya katılamaması da hatırlanırsa, bu izlenim önemlidir. Buna kurultay sonunda oluşturulan 48 kişilik “Propaganda ve Hareket Sovyeti”ne partililerden Süleyman Nuri, İsmail Hakkı ve partisizlerden Bahaddin Şakir’in seçilmesi de eklenirse, Suphi’nin rahatsızlığı anlaşılabilir.

Ancak Mustafa Suphi’nin “Fakat şunu da itiraf etmeli ki bu paşalarımız şüphesiz Ali Kemal gibi siyaset ve istikameti bozuk bir avantürist veya Anzavur paşalar mahiyetinde serseri değil, belki, bir veya diğer karışıklık içinde, kendilerine uzun müddet yol aramış, yalnız Türkiye’de değil Avrupa veya Asya’da gâh emperyalist devletlerle ittifaka ve gâh İslâm ve Türk ittihadı etrafında memleketlerini halasa (kurtarmaya) çalışmış siyasilerdir” demesi de, aradaki gerilimin sanıldığı kadar düşmanca olmadığını gösterir. Yine de hazırlık çalışmalarında yer alan birinin “kürsü almaması” dikkati çekicidir.

Bakü Treni Bakü’ye giden trenin kapısında Mustafa Suphi, masa başoında Zinovyev ve arkasında Radek. İngiltere’nin engellemeleri nedeniyle Bakü;’Ye ulaşmak delegeler için hiç de kolay olmamıştı. 

Enver Paşa

Enver Paşa varlığı ile bir dalgalanma yaratmış; kendisine karşı çıkanlar yüzünden başkanlık divanını zora sokmuş; hatta daha sonra Avrupa’daki sosyalistlerle Zinoviev’in zorlu bir polemiğe girmesine neden olmuştur.

Enver Paşa Bakü’ye geldiğinde Müslüman kavimler tarafından büyük bir muhabbetle karşılanmıştı. Zinoviev “Enver’in elini ayağını öpüyorlardı” der. 

Enver Paşa’nın tutumu, “İslâm İhtilal Cemiyetleri İttihadı” adı altında faaliyet yürüttüğü iddiasıyla o günlerde ortaya çıkan “Müslüman komünizmi” akımına benzer. Bolşevik söylemle İslâm’ı bağdaştırmaya çalışan Enver Paşa’nın konuşması delegasyon tarafından engellenince, bu metin son gün İbrahim Tâli tarafından okunur. Rusça çeviride “Allah’ın hakimiyeti”, “İslâm mücahitleri” gibi terimler yer almaz. “İhtilalci Şark dünyasının temsilcileri olan bizler” cümlesi, “Bütün dünyada emperyalizme ve kapitalizme karşı savaşan bizler” diye düzeltilmiştir.

Enver Paşa’nın metnini, Azerbaycan delegesi olarak kurultayda bulunan Şevket Süreyya Aydemir anılarında şöyle değerlendirir: “Enver Paşa’nın tebliği, tebliğ olmaktan ziyade yersiz, lüzumsuz bir şeydi. Yıkılmış, kararsız bir adamın, kendisine o kadar yabancı bir yerde, hazin ve acınacak bir ifadesiydi”.

Kurultay başkanlığına Bela Kun’un verdiği önerge, örtük bir biçimde 1. Dünya Savaşı sırasında Enver Paşa’nın emperyalist bir grubun çıkarları adına işçilerin ve köylülerin katledilmesine yolaçtığından sözediyordu. Paşa’yı şimdi hatalarından dönmeye çağıran bu önerge, tartışmaya sokulmadan onaylanmıştı. Zinoviev de “plütokrat bir oligarşinin ve üst rütbeli subayların çıkarı” için İttihat Terakki yöneticilerinin işçileri ve köylüleri ölüme götürdüklerini söylemişti.

Anlaşılacağı üzere Enver Paşa’nın Bakü Kurultayı’nda bulunması Zinoviev’in başını çok ağrıtmış, kendisi İsviçreli ve Alman sosyalistlerin ağır eleştirilerine maruz kalmıştır. Zinoviev bu eleştirileri karşılamak için “Evet, Enver Paşa Ermeni katliamının elebaşısıdır” diye devam etmiş; ancak muhataplarını da “Asya’nın katılımı olmaksızın proletarya devrimi dünyasal olamaz” diyerek karşılamıştır.

M. N. Roy ise anılarında bu kongreye neden katılmayacağını nakleder. Ona göre Doğu’da devrim için böyle bir kurultay ajitasyondan öteye geçemeyecektir. Roy’un katılmaması kuramsal açıdan ne kadar önemliyse, kurultayın yapıldığı ülkenin önde gelen siması Neriman Nerimanov’un görüşü de en az o kadar önemlidir. Kurultaydan üç yıl sonra anılarında “Kurultayın genel izlenimi şöyleydi: Biz Doğu halkları delegelerine göstermek istiyorduk ki, nasıl güzel ve çok konuşabiliyoruz; bizde fotoğrafçılık sanatı nasıl da gelişmiştir ve konuşmacıları bütün pozlarda çekebiliyoruz… ve başka da bir şey yoktu. 

Lloyd George, Doğu Halkları delegelerinin ellerinde hançerler, kılıçlar, revolverler tutup Avrupa sermayesini tehdit eden resimlerine bakarak herhalde gülümsemiş ve yoldaş Çiçerin’e şöyle yazmıştır: “Biz Sovyet Rusya’yla ticari ilişkiler kurmaya hazırız”.

Komünist Partisi heyeti (Soldan sağa) Kayserili İsmail Hakkı, Komünist Partisi Katib-i Umumisi Ethem Nejat ve Merkez Heyeti Reisi Mustafa Suphi…

Kurultayın belki de en genç delegesi olan Şevket Süreyya Aydemir, organizasyondaki havayı şöyle özetler: “Bahisler, bu mertebe, dallanıp budaklanıp da, sayın delegeler öğle sonu dalgınlığına kapılır gibi olunca, Zinoviyev’in sesi hemen gürlerdi. Lenin’den bir telgraf, Troçki’den bir mesaj derken, mızıkalar hemen enternasyonal marşını çalardı. O zaman kılıçlar, hançerler gene sıyrılırdı. Delegeler gece için ya büyük tiyatroda bir ‘Leyla-Mecnun’ operetine, yahut bir pandomime davet edilir, rapor oybirliğiyle kabul olunur, toplantı alkışlar arasında sona ererdi”.

Ünlü bir yazar olmanın ötesinde Amerikan sosyalist hareketinin önemli bir siması  olan John Reed ise gitmeden “Bakü maskaralığı” derken dönüşte de  “sahnelenen demagoji ve gösterişten, yerel halka ve Uzakdoğu delegelerine yapılan kabalıklardan” yakınır. Fransız delegesi Rosmer, Lenin Döneminde Moskova adlı anı kitabında siyasal tartışmalara değinmezken, Ortadoğu’nun bütün giysilerinin arzı endam ettiği rengarenk kılık-kıyafetin şaşırtıcı bir tablo sunduğunu belirtir.

Sonuç

Eylül 1920 Bakü’de toplanan ve ikincisi yapılmayan 1. Doğu Halkları Kurultayı, 1. Dünya Savaşı sonrasında sömürge ve ezilen halkların emperyalist boyunduruktan kurtulmasının somut olarak tartışıldığı ilk kurultay olması nedeniyle tarihsel bir öneme sahiptir. 1922’de yapılan Doğu Emekçileri Kurultayı ise bileşimi ve içeriği itibarıyla Bakü kurultayından tamamen farklıdır. “Üçüncü Dünya” diye anılan ülkelerin sömürgeciliğe karşı kurdukları “Bağlantısızlar” hareketi ise Bandung Konferansı’yla ancak 1955’te başlayacaktır.

Arap harfleriyle komünizm Türkmenistanlı komünistler, bir pankart hazırlığı içinde. Pankartta “Beynelmilel” ve “Şark Şurası” kelimeleri seçiliyor.

Kimi tarihçiler Bakü kurultayının Doğu halklarının uyanışında kritik bir dönemeç olduğunu söylerken, 3. Enternasyonal tarihi üzerine kapsamlı bir kitap yazan Pierre Broué kurultayın önemli bir tarihsel olgu olmadığını belirtir.

Kurultay’da bir eylem ve propaganda konseyi kurulduysa da varlığı geçici olmuştur. 1922’nin başlarına kadar süren bu konseyin çalışmalarından ziyade, Nisan 1921’de kurulan Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (KUTV) daha etkindir. 1949 Çin Devrimi’nin önderlerinden Lui Şao Şi, Vietnam Devrimi’nin önderi Ho Şi Minh ve Nâzım Hikmet gibi dünya ölçeğinde insanlar burada dirsek çürüteceklerdir.

Devamını Oku

Son Haberler