4. Ordu Müftüsü, Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın adamlarından ve büyük ihtimalle Osmanlı istihbaratının önemli isimlerinden Akkâ Mebusu Esad el-Şukayr’ın ibret dolu mektubu, 1. Savaş’ın öncesinde Arap coğrafyasında yaşanan zorlukları dile getiriyor. 1915 sonbaharında Çanakkale’ye gelen Suriye-Filistin Edebi Heyeti’nin de başında bulunan Esad el-Şukayr, daha sonra İngilizlere esir düşerek Seydibeşir esir kampına konacaktı.
Bugün İsrail Devleti sınırları içinde yer alan Akkâ şehri, Hayfa koyunun kuzeyinde yer alan bir yerleşimdir. Ahd-i Atik’te “Akkö” adıyla zikredilen bu yere eski Mısırlılar ve Grekler “Ptolemais”, Fransızlar “Acre” adını vermişlerdir.
1229’da Aziz Yahya Şövalyeleri’nin merkezi olan kent, 1291’de Memlûk sultanı tarafından elegeçirildi ve Yavuz Sultan Selim zamanında Suriye ile birlikte Osmanlı topraklarına katıldı. Burada Kanunî’nin izniyle Fransızlar bir ticaret merkezi meydana getirdiler. 1840’ta Londra Konferansı’nda Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya teklif edilen kentler arasında yer alan Akkâ, tekrar Osmanlı hakimiyetinde kaldı. 1888’deki idari taksimata göre Beyrut vilayetine bağlı beş mutasarrıflıktan biri olan Akkâ, Hayfa-Akkâ demiryolunun kurulmasıyla daha da önem kazandı. 1918’de İngilizler tarafından işgal edilen yerleşim 1948’de İsrail devletinin toprakları arasına girdi.
,Son Osmanlı: Esad el-Şukayr
Esad el-Şukayr, 1. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında Ortadoğu coğrafyasında yaşanan gelişmelere bizzat tanıklık etmiş ve İstanbul Hükümeti’ni bilgilendirmişti.
Elimizdeki mektup 14 Mart 1913 tarihinde Esad el-Şukayr tarafında İttihad ve Terakki ileri gelenlerinden birine hitaben yazılmıştır. 2. Meşrutiyet’te Beyrut vilayetine bağlı Akkâ mebusu Esad el-Şukayr Efendi’nin kaleme aldığı bu mektup, o coğrafyada hem particilik hem de ihmaller nedeniyle yapılan hataları anlatması nedeniyle çok önemli bir belgedir.
4. Ordu Müftüsü ve büyük ihtimalle Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın adamlarından sayılan Esad el-Şukayr’ın hayatı hakkında dağılmış bilgiler dışında derli toplu bir malumat bulamadık. Doğumu ve ölümü hakkında kesin bir tespit yapamadığımız bu önemli şahsiyet pek çok kritik olayın içinde yer almıştır. 25 Temmuz 1914 tarihinde Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa’ya Mahmut Mazhar isimli gencin yaptığı suikast sonrası yapılan yargılamalarda Esad el-Şukayr müşahit olarak bulunmuştur. Tevhid-i Efkâr’da bu konuda dört yazı yazan Esad el-Şukayr, zabıtları Arapça metnin bütün Arap coğrafyasına dağıtılmasından sonra da halktan gelen mektupları ve ihtilalciler aleyhine yapılan gösterileri anlatmıştır.
Esad el-Şukayr’ı Ekim 1915’te yine önemli bir hadisenin içinde görürüz. 17-25 Ekim 1915’teki Suriye-Filistin Edebi Heyeti’nin başında yer alan Esad el-Şukayr, Cemal Paşa’nın 4. Ordusu kontenjanından seçilen bilgin ve gazeteciler arasında yer alır. ÇanAkkâle’ye de giden ve askerlere moral veren heyetin başkanı olarak Türkçe konuşmalar yapmıştır.
Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı isimli eserinde Esad el-Şukayr için “Şeyh Esad” başlıklı bir bölüm kaleme almıştır. Burada Esad el-Şukayr’ın İngilizler tarafından Seydibeşir esir kampına götürüldüğü kayıtlıdır. Mustafa Kemal ile de görüştüğü ve Türkçeye çevirdiği Arapça yazılı bir manzumeyi kendisine hediye ettiği de kayıtlarda geçmektedir.
Falih Rıfkı Atay, Esad el-Şukayr için şöyle diyor: “Büyük Harp’te Dördüncü Ordu Karargâhına uğramış olanlar, yukarda ismi geçen Şeyh Esad Efendi’yi şüphesiz unutmamışlardır. Garip Türkçe söyler, nekre ve zarif karışık ve iyi hatipti. Sultan Hamid tarafından Adana’ya sürülmüş olduğunu kendisinden dinlemiştik: Hamit demiş ki: ‘Bir Ebülhüdamız var, yeter… Osmanlı devletine iki Arap çok gelir’. Sultan Abdülhamid tarafından sürülmüş olduğu için İttihad ve Terakki tarafından ilk Meclis’e mebus olarak alınmıştır. Meclis’teki yeri Türkçe bilmeyen bir Bağdat mebusunun yanında imiş. Bağdat mebusu her oturumda uyur, görüşme bittiği zaman başını kaldırıp: ‘Ya Şeyh, bugün ne oldu?’ diye Esad Efendi’den oturumun hikayesini dinlermiş. Şeyh Esad Efendi Bağdat mebusundan bıkmış usanmış. Bir gün gene oturum bitip aynı suali işitince: A… demiş haberin yok mu? Bugün her mebusa kendi vilayeti için vapur verdiler.
– Ya Bağdat?
– Sen uyuyordun, başka isteyen olmadığı için vermediler.
Bağdat mebusu çılgın gibi ayaklanmış, saçını sakalını yolarak: ‘Erbaa vaburât l, Dicele tu ve’l-Fırat’ diye bağırmaya başlamış.
Ahmet Rıza Bey mebusun delirdiğine hükmederek hademelere işaret etmiş. Mebusu yakalayarak zorla musluğa götürmüşler ve başını soğuk su ile yıkamaya başlamışlar. Bu vakitsiz duştan sonra reisin yanına götürülen mebus efendi hikâyeyi anlatmış. Gülmüşler ve kendisine arkadaşının bir muzipliğine uğradığını söylemişler”.
Esad el-Şukayr’ın oğlu Ahmed Şukayr, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) ilk başkanıydı. 1949 ile 1951 arasında Birleşmiş Milletler’de Suriye delegesi olarak görev yapan Ahmed Şukayr, 1964’te Kahire’de gerçekleşen Filistin Konferansı’nda FKÖ’nün başkanı seçildi. Üç yıl görev yapan Şukayr, 1967 Haziran’ındaki Altı Gün Savaşı’ndan birkaç ay sonra Aralık’ta başkanlıktan istifa etti.
Az bilinen, üzerinde henüz çalışılmamış bu önemli şahsiyetin 14 Mart 1913 tarihinde kaleme aldığı çok ilginç mektubuna bir gözatalım:
“Ser-tâcım ibtihacım mirim [başımın tacı, sevincim beyim],
Çabaladık, uğraştık, bi-hakkın hidmet [hakkıyla hizmet] ettik. Ayağımız kırıldı, aylarca yattık da sefalet çektik. Daire-i intihabiyemde [seçildiğim bölgede] Hayfa, Nahra, Tubriya, San’a merkez kazalarındaki tarafdaranımızın kaffesinin [taraftarlarımızın tümünün] başlarına gelenleri, işten el çektirilenleri, azl ve tebdil ettirilenleri [görevden alınan ve yeri değişenleri] birer birer arz edersem bir silsile-i felaket menakıbı [Felaketler zinciri] teşkil eder. Hakk-ı daiyanemize [duacı kulunuza] çekilen şifre telgrafnameler iki yüzden ziyadedir [çoktur]. Belki Dahiliye Nezareti [İçişleri Bakanlığı] dosyasında mevcuttur. Şimdi fırkamız [Partimiz] tarafdarları aleyhinde tertib edilen tezviratın [yalan haberlerin] mahvıyla uğraşmaktayım. Akkâ müfettişi İbrahim Efendi bilâ-sebep [sebepsiz] azl edildi. Yağmur gibi telgrafnameler yazıldığı halde hiçbir cevap yok. Şeyhulislam Efendi Hazretleri [şimdiki Diyanet İşleri Başkanlığı] rütbe-i ilmiye tevcihi ile [ilmi kadro dağıtmak ile] meşgul imiş. Fırkamızın [Partimizin] muhalifi ve fasid-ül ahlak [Ahlaksız] olan eşhas [şahıslar] inkılâbın bidayetinde [devrimin başlanğıcında] şimdiye kadar safa-yı hâtırla [gönül huzuruyla] vakit geçiriyorlar. Fırkamıza sadık [partimize bağlı] olanlara karşı kahkahalarla gülüyorlar. Elhac Adil neşrullah fil berriyye adile vilayat-ı Arabiyede [Arap vilayetlerinde] hiç ehemmiyetleri [önemleri] yok iken en mühim olarak Şamlı Şükri el-Ali ile Abdülvehab İngilizi’yi görüyor. İkisine de mutasarrıflık [üst düzey yöneticilik] teklif etti de pek çirkin bir takım tabirat [yorumlar] ile evrak-ı havadise [haber belgeleriyle] red ettiler. Bu halin ekabir ve eşraf-ı Arab’a [Arapların büyükleri ve ileri gelenlerine] ne derece tesir ettiğini izah edemem. Ba-husus [özellikle] bu muhalifin [aykırılar] kendilerini sükut ettirmek [susturmak] için yapılmış bir tedbir olduğunu mâ-ü’l iftihar [övünçle] ilan ediyorlar, tarafdarları da istihzalarla [alay etmelerle] şadman [sevinçli] oluyorlar. Acaba fırkamıza tarafdâr olduklarından dolayı makhur [kahırlı] ve mağrur [gururlu] olanları bırakıp da muhaliflerimizi taziz ve taltif [ şerefli ve rütbe yükseltme], o mağrurları daha ziyade kahr etmek için midir? Bu ahvali [durumu] yakından tetkik [incelemek] için iki gün evvel buraya geldim. Vali Hazım Bey’le görüştüm. Fakat mahzun ve hayran [hüzünlü ve şaşkın] gördüm. Ne yapacağımı bilemem. Sadakati tahakkuk [bağlılığı kesinleşmiş] etmiş olan gazetelerin müdürleri çektikleri sefaletten dolayı kendilerini iğfal ettim [yanılttım], diye bana sebb ve sitem [sövüp, eziyet] ediyorlar. Hükümetimiz olmasın, olsa bile bir dereceye kadar hayat göstermesine lüzum olup olmadığı nezd-i alinizde [yüce benliğinizde] bedihiattandır [besbellidir, bilinmektedir]. Daire-i intihabiyemize [seçim çevremizde] hayat-ı siyasiyemi [siyasi hayatımı] tedvir [çevirmek, sürdürmek] için suni ve sûri [yapıcı ve gösterişli] olarak bir muavenet [yardım] icrası mümkün olup olmadığını lütfen velev bir nâm-ı müstearile [takma isimle] olsun iş’âr [yazı ile bildirme] buyurunuz. Çünkü Beyrut’ta Otel Santral’de maa-hazâ [böyle iken] bu meseleye muntazırım [bekliyorum]. Uzun uzadıya intizara [beklenilmeye] vaktim yok. İraeten tariki ….. buranın telgraf baş müdiri vasıtasıyla bir bir işârât-ı hafife [küçük, hafif işaretler] inayet [yardım] buyrulması müsterhamdır [isteğimdir, ricamdır].
Efendim Hazretleri
1 Mart [1]329. [14 Mart 1913]
El-dâi
Akkâ Mebusu
Esad el-Şukayr