Kasım
sayımız çıktı

‘… Altı derya, üstü ateş, cümlemiz kardeşiz, kardeş’

Son yıllarda yeniden moda olan nargile, özellikle İstanbul şehir kültüründe geleneksel bir sosyal ortam sağlıyordu. Farsça “nargil”den gelen, hindistan cevizi kabuğundan yapıldığı için bu adı alan kelime; Türkçeden Balkan dillerine, Fransızca, İngilizce ve Arapçaya geçmişti. Nargile üzerine derli-toplu tek yayın, Deniz Gürsoy’un Nargile, Bir Nefes Keyif isimli kitabıdır.

Nargile Osmanlı devrinde sadece erkeklere özgü bir alışkanlık değildi

Nargile son yıllarda sos­yolojik tabiriyle “gele­neğin yeniden icadı” olarak moda hâline geldi. Özel nargile kahveleri, sadece nargi­le için buluşmalar, nargile kah­velerinde toplantı ve sohbet­ler var.

Şemseddin Sami Bey Ka­mus-ı Türkî’sinde “Tömbeki içmeye mahsus takım ki bir şi­şe ile bunun ağzına takılan ve lüleyi havi olan bir baştan ve bunun bir yanındaki embube­ye takılan marpuçtan ibarettir. Esasen hindistan cevizi kabu­ğundan yapıldığı için bu mey­venin ism-i fârisisi olan ‘nar­gil’den müştak bir isimle tes­miye olunmuştur” der.

Ayverdi sözlüğünde (Mi­salli Büyük Türkçe Sözlük) ise nargile şöyle izah edilir: “Fars­ça nargilden; aslı hindistan ce­vizi kabuğundan yapıldığı için bu adı almıştır; kelime Türkçe­den Balkan dillerine, Fransızca ve İngilizceye ayrıca Arapça­ya da geçmiştir. Dumanı sudan geçirip temizlemek suretiyle tömbeki içmeye yarayan, lü­le, gövde ve marpuçtan ibaret düzenek. Lülenin üzerine töm­beki (tütün) konularak yakı­lır, dumanı bir boru ile gözde denen boynu dar, karnı geniş sürâhi biçimindeki bir şişenin içindeki sudan geçirilerek yı­kanır ve gövdenin üst kısmına bağlı marpuç denen hortumun ucundaki ekseri kehribardan yapılmış kısım ağıza alınıp ha­vası emilmek suretiyle içilir” diye açıklanmaktadır.

Aslen içilen tömbeki, bunu içmeyi sağlayan araç ise nar­giledir.

Reşat Ekrem Koçu’nun Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu üyelerinin özel buluş­tukları “Konak” toplantıların­dan birinde verdiği konferan­sın özeti Turing Belleteni’nin Ekim 1947 sayısında yayım­lanmıştır. “İstanbul Kahveleri” başlıklı bu yazı, kahvehaneler ile ilgili pek çok çalışmada göz­den kaçmıştır. Koçu konuşma­sında Yeniçeri kahvelerinin önemini vurgular ve sözü nar­gile içmeye getirir:

Deniz Gürsoy’un
yazdığı Oğlak
Yayınları’ndan
çıkan ilk ve tek
nargile kitabı.

“Nargilenin gövdesi bir Hindistan cevizi, marpucu bir kamıştır; adına cura derler; karşısında bir püf deliği var­dır, lülesi tömbeki nargilesi lü­lesinden küçüktür… Ehli keyf, bir kahveye geldikte mutlaka nargile doldurmağa mecbur­dur ve bunu yalnız içemez. İlk nargileden sonra ocakçı ses­lenir:

– Aşere var mı?

– Biri var..

– Biri daha var…

Lüle parası tamam olunca nargile dolar. Ocakçı nargileyi alıştırırken bir yave mırıldanır:

‘Nargilemin altı derya, üs­tü ateş

Cümlemiz kardeşiz, kardeş

Hepimiz birbirimize eş’.

Geç Osmanlı devrinde nargile kahveleri Avrupalıların en çok ilgi gösteriği mekanlardı.

Nargile parlatan birinci sı­nıf ehlikeyf sayılır: Falanca parlattı.. denilince ‘aşkolsun’ diye karşılanır. Bazıları çeker­ken:

‘Yuf Yezide

Çıksın iki gözü de

Kahrolsun oğlu kızı da’

diye söylenir”.

Nargile konusunda der­li-toplu yapılmış tek yayın Deniz Gürsoy’un Nargile, Bir Nefes Keyif isimli çalışması­dır (Oğlak Yayınları, 2007, 134 sayfa.) Hem güncel hem eski pek çok bilginin harmanlandığı en detaylı bilgilerin yer aldığı, ilk ve tek nargile kitabıdır Gür­soy’un çalışması.

Kahve ve kahvehaneler hakkında yazılmış pek çok ki­tapta eski görsel malzemeler, kartpostallar ve fotokartlar kullanılmasına rağmen, birbi­rini tekrar eden, kopyalamacı bir zihniyetle çoğaltılan bir du­rum göze çarpar. Müzayedeler­de eskiden daha sık, şimdilerde nadiren rastlıyoruz kahvehane kartpostalı meraklılarına. An­cak henüz “kahvehane kartpos­talları” üzerine yapılmış ciddi bir yayın yoktur.

Osmanlı döneminde Boğaz kıyısında kahve ve nargile keyfi.