Kasım
sayımız çıktı

Arkeo politika sahasında ‘Batıcıl’ sahtekarlık oyunları

JAMES MELLAART, EBERHARD ZANGGER ve LUVİLER

Çatalhöyük keşfiyle (1961) Türk arkeolojisine de “Neolitik” kavramını sokan arkeolog James Mellaart, aynı zamanda hayali çizimler ve uydurma buluntularla Batı Anadolu’daki Luvi kültürünü öne çıkarmaya çabalamıştı. “Saldırgan milliyetçi” Hitit Krallığı’nı değersizleştirerek, “Luvili özgürlük savaşçıları”nı öne çıkarma girişimlerinin hikayesi…

Ünlü İngiliz arkeolog James Mellaart (1925- 2012), 1950-60’larda Anadolu arkeolojisinin önde gelen isimlerinden biriydi. Anadolu protohistoryasına önemli ve kayda değer katkılar yapmış olan Mellaart, University College London’da Mısırbilim alanında lisans eğitimi almış; 1953’te Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nde göreve başlamıştı.

Mellaart ilk çalışmalarını Batı ve Orta Anadolu’da yaptı ve Çivril-Beycesultan, Burdur- Hacılar, Çumra-Çatalhöyük gibi önemli merkezleri keşfetti. Beycesultan’da Seton Lloyd ile kazı yaparak çarpıcı Orta ve Geç Tunç Çağı katmanlarını ortaya çıkardı. 1954-60 arasında kazı yaptığı Hacılar’da Neolitik- Kalkolitik dönemlere ait çok kaliteli, yeni bir tür boya bezemeli çanak-çömlek grubu keşfetti ve Türk arkeolojisinde “Neolitik” kavramı ilk defa dile getirilmeye başlandı.

ARKEO-TARIH-3
James Mellaart, yaptığı önemli keşiflerle durağan durumdaki Anadolu arkeolojisinin 1950’lerden itibaren hareketlenmesini sağlamıştı (üstte). James Mellaart’ın hazırladığı bir eskiz (altta).

Bu süreçte, Anadolu arkeoloji tarihinde “Dorak Hazinesi” olarak anılan bir hadise gerçekleşti. 1958’de Mellaart, Anna Papastrati adlı bir Rum vatandaşımızın kendine İzmir’deki evinde yasadışı olarak toplanmış Erken Tunç Çağı eserlerinden oluşan bir buluntu grubunu gösterdiğini açıkladı. Açıklamakla da kalma­dı, 1959’da The Illustrated London News’e yazdığı bir makalede bu buluntuların tarihî önemini vur­guladı. Ancak bir problem vardı: Buluntuların fotoğrafları yoktu, çizimleri vardı! Makale dünya çapında ilgi uyandırırken, Kültür Bakanlığı yetkililerinin açtığı soruşturmada Rum kadının var­lığı, İzmir’deki adresi ve hazine değerindeki buluntulara dair herhangi bir iz tespit edilemedi. Türk basını Mellaart’ı bizzat eski eser kaçakçılığıyla suçlayarak ona karşı bir kampanya başlattı. Mellaart’ın Rum kadın ve Ulubat Gölü kıyısındaki Dorak Köyü’nde bulunmuş olduğu iddia edilen eserlerle ilgili tüm hikayesi son derece şüpheliydi ve kamuoyun­da olayın uydurma olduğu da konuşulmaya başlandı.

ARKEO-TARIH-2

Mellaart bu çalkantılı dö­nemde, 1961’de başladığı Çatalhöyük’te devasa bir Neolitik yerleşme ortaya çıkardı. Bu keşifler, Mellaart’a büyük bir ün getirdi; mesleki tutkusunu ola­ğanüstü yeteneği ile birleştirerek Anadolu arkeolojisinde adeta devrim yapıyordu. Çalışmalarına devam eden Mellaart, kaybolmuş Çatalhöyük duvar resimlerinin “yeni ve hayalî rekonstrüksi­yonlarını” ve orijinal hiyeroglif olduğu iddia edilen Luvi yazıtları ile Asur tabletlerinin çevirile­rini yayımlamaya başladı. Bu gelişmeler, gerçek keşiflerini, hayatının ilerleyen dönemlerinde gelişen bir eğilim olan fantastik uydurmalarla tamamlayaca­ğına işaret ediyordu. 1961-63 arasında İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü’nde dersler verdi. Çatalhöyük’teki kazılara ise 1964’te ara verildi; daha sonra dedikoduların durmaksızın art­ması üzerine 1965’te kazılar kalıcı olarak sonlandırıldı.

ARKEO-TARIH-1
Çatalhöyük’ün sanatçı Dan Lewandowski tarafından yapılan rekonstrüksiyonu. Önasya ve Anadolu’nun en büyük Neolitik yerleşimlerinden biri olan Çatalhöyük, James Mellaart’ın en kayda değer gerçek keşfi.
ARKEO-TARIH-4
Sansasyonel iddialarıyla James Melaart, bir dönem Türk basınının dikkatindeydi. Cumhuriyet‘te 8 bölümlük yazı dizisiyle kaçakçılık olaylarına değinen gazeteci Orhan Duru, 8 Şubat 1968 tarihli yazısında Melaart’ın İzmir’deki bir Rum kadının evinde bulunduğunu iddia ettiği “Dorak Hazinesi”nin varlığının tespit edilemeyişine ve bu olayın dış basında nasıl yankı bulduğuna yer veriyor.

Türkiye’deki arkeoloji kari­yeri sona eren James Mellaart’ın fantezileri, Çatalhöyük’ün şüpheli duvar resimlerinden Luvi (Anadolu) hiyeroglifleri­ne yönelmeye başladı. Bunun temel sebebi Anadolu Tunç Çağı halklarından olan Luvilere olan sempatisiydi. “Luvili özgürlük savaşçıları”na karşı, eski dün­yanın “saldırgan milliyetçileri” olarak gördüğü Hititlerden hoşlanmıyordu! Bu nedenle eskiz çizimlerle uydurma hiyeroglif yazıt metinleri ürettiğine dair söylentiler dillendirilmeye baş­landı. Bunlardan hiçbir gerçek hiyeroglif metne benzemeyen Beyköy Yazıtı, David Hawkins gibi uzmanların belirttiği üzere, Mellaart’ın ikna edici bir şey üretmeye özen göstermediği bir dayatma olarak değerlendi­rilmiştir (#tarih 48. sayı, Mayıs 2018). 19. yüzyılın ortalarında A. Perrot tarafından bulunduğu iddia edilen Beyköy Yazıtı’nın sözde siyasi nedenlerle gizlen­miş olması, yazıta ait eskizlerin uydurma olduğuna ve büyük bir yalan üzerine kurulduğuna işaret etmekteydi.

Sahte yazıtlarla yapay bir Luvi ve Tunç Çağı Anadolu tarihi oluşturmaya çalışan James Mellaart’ın çabaları, 2012’deki ölümünden sonra doğal olarak unutulmaya başlandı. Tam da o dönemde, Anadolu arkeolojisinde beliren yeni bir ithal bir figür, Mellaart’ın mirasını omuzlayarak Luvi konusunu yeniden tartışma­ya açtı. İsviçreli bir jeoarkeolog olan Eberhard Zangger, Zürih’te bir Luvi Araştırma Vakfı kurarak Anadolu’nun batısındaki kimi ar­keoloji projelerine maddi destek vermeye başladı. Zangger aynı zamanda bir meslektaşı ile ünlü arkeoloji dergisi Talanta’nın 50. cildinde (2018) Beyköy Yazıtı’nın orijinalliğini savunan bir yazı kaleme aldı. Tabii Eberhard Zangger’in bu çabalarını bilimsel temelde değerlendirmenin aşırı saf bir düşünce olacağı açıktır. Buradaki girişim ve düşünce, po­litik bir yaklaşımın bilimi perde gibi kullanarak Anadolu arkeolo­jisini şekillendirmek istemesidir.

ARKEO-TARIH-5
Şist taşlar üzerine James Mellaart tarafından yapılmış çizimler.

Hint-Avrupalı bir dil ko­nuşmuş olan Luvilerin, Hitit Krallığı Dönemi’nde Anadolu’nun İçbatı ve Güneybatı bölgelerin­de yaşadığı düşünülmektedir. Bugüne kadar sadece yazı ile kimliklendirilen bu Orta ve Geç Tunç Çağı kültürü, son yıllarda artan araştırmalarla mimari ve çanak-çömlek üzerinden de tanımlanmaya çalışılmaktadır. Tüm bu çabalara karşın bugüne dek İçbatı ve Güneybatı Anadolu bölgelerinde yapılan onlarca kazıda bir Luvi sarayı, evi, anıtı, mezarı, çanak-çömleği ya da sila­hı kimliklendirilebilmiş değildir. Bulunanlar ya Hitit ya da Miken kültürü ile tanımlanabilmiştir. Yazı dışında kendine özgü bir kültürel ve sanatsal üretim yapa­mamış bir halkın, Hitit Krallığı’nı değersizleştirerek önplana çıka­rılma çabalarının Zürih merkezli bir vakıf tarafından organize ediliyor olması dikkati çekicidir.

ARKEO-TARIH-6
James Mellaart’ın çizdiği ve 1959’da The Illustrated London News’te yayımladığı Dorak Hazinesi’nin bir bölümü (Avustralya Arkeoloji Enstitüsü arşivi).

Konunun arkeolojik ya da bilimsel temellere dayanmadığı, büyük oranda siyasi olduğu zaten Eberhard Zangger’in, Mustafa Kemal Atatürk’ü suçlayarak işin içine dahil etmeye çalışmasın­dan anlaşılmaktadır. Zangger özellikle yurtdışında yayımla­nan bir yazısında “… Görünüşe bakılırsa Luvi kültürüne yönelik araştırmalar Türkiye’nin kuru­cusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ta kendisi tarafından durdurul­muştu. 1930 civarında, Beyköy Köyü’ndeki bir başka önemli yazılı keşif sayesinde, aslında Atatürk, Batı Küçük Asya kültür­lerinin önemini zaten biliyordu. Ancak kendisinin, Hititlerin modern Türk devleti tarafından rol model olarak ilan edilmesi üzerine Luvi kültürüyle daha fazla ilgilenilmesini -kamu ya­rarına olmadığı için- yasakladığı söyleniyor” demiştir.

Arkeolojik araştırmaların Alaca Höyük ve Alişar Höyük te­melinde yeni başladığı 1930’ların başında; henüz Hatti’nin, Hitit’in, Luvi’nin tam olarak kimliklendi­rilemediği bir ortamda, Mustafa Kemal’in çabaları ve vizyonu müstesnadır. Günümüzde ise Anadolu arkeolojisi hâlâ özellikle Hint-Avrupacılar tarafından arkeo politikanın oyun sahası yapılmaya çalışılıyor. Luvi kültü­rünün yüceltilme çabaları da bu fantezist dizinin yeni bir bölümü­ne işaret ediyor.