Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1829’dan sonra, özellikle Ege adalarındaki verimsiz topraklarda açlığa mahkum kalan insanlar akın akın Batı Anadolu’ya göçetmeye başladı. İngiliz asker-diplomat-istihbaratçı Sir Charles Wilson’ın Ayvalık ve Batı Anadolu’daki yerleşim ve gündelik hayatı detaylarıyla anlattığı ibret verici satırlar…
Tarihçi Ömer Lütfü Barkan’ın (1902-1979) tespitlerine göre, 1490’da Saruhan, Aydın, Menteşe, Teke, Hamid, Germiyan, Ankara, Çankırı, Kastamonu-Sinop ve Bigacık sancaklarından oluşan tüm Batı Anadolu’da, cizye (gayrimüslim tebaanın erkeklerinden alınan baş vergisi) veren hanelerin sayısı 4.606’ydı. 5 ayrı beylerbeyliğinden oluşan Anadolu’nun tamamında, 32 bin gayrimüslim hane mevcuttu. Aynı yılda Anadolu’nun Müslüman nüfusuna ait verilere sahip olmasak da, 1520- 30 sayımlarında gayrimüslimler 63.300, Müslümanlar 832.395 hane olarak tespit edilmiştir. Bu durumda Anadolu gayrimüslimlerinin %7 oranında bir nüfusa sahip oldukları; özellikle Batı Anadolu’da Selçuklular’dan başlayarak o devre kadar geçen 4 asır boyunca Türklerin sayısal açıdan ezici bir üstünlüğü bulunduğu anlaşılır.
Peki 18. yüzyıla kadar Batı Anadolu’da Türk nüfusu büyük bir oransal üstünlüğe sahipken, nasıl oldu da 19. yüzyılda İzmir, Altınova, Dikili gibi bazı sahil kentlerinde Türk nüfusu azalıp Rumlar çoğaldı; Ayvalık gibi müstesna bir belde tamamen Rumlardan ibaret bir kent durumuna geldi? Ülkemizde pek irdelenmeyen bu konuda, kamuoyuna mâlolmuş çalışmalar hâlen yetersizdir. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1829’dan sonra bilhassa Ege adalarındaki verimsiz topraklarda ekonomik sıkıntılara, yer yer kıtlık dolayısıyla açlığa mahkum kalan insanlar akın akın Batı Anadolu topraklarına göçetmeye başladı. Böylelikle 3-4 asır boyunca Batı Anadolu’da çoğunluk olan Türkler, kimi bölgelerde sayısal üstünlüklerini Rumlara kaptırdılar.
Oysa İngiltere’den “Anadolu Genel Konsolosu” unvanıyla ülkemize gönderilen ve 1879- 1882 arasında görev yapan Sir Charles Wilson’un daha o tarihlerde yazmış olduğu bir rapor meseleyi oldukça aydınlatmaktadır. Wilson görevi boyunca Anadolu ve Rumeli’de çok sayıda seyahat yapmış, gözlemlerini raporlara dönüştürmüştür. Bu yazıda bahsedeceğimiz raporun benzerlerine de, ölümünden sonra 1909’da Sir Charles Watson tarafından yayımlanan The Life of Major General Sir Charles William Wilson adlı biyografisinde yer verilmiştir. Belgesini yayımladığımız rapor da, Batı Anadolu’da yaptığı 1880 yılı seyahatinin sonucunda hazırlanmış olmalıdır. Kendisinin editörlüğünü yaptığı ve 1895’te yayımlanan Handbook for Travellers in Asia Minor, Transcaucasia, Persia etc. Adlı eser de, bu bölgedeki tecrübe ve izlenimlerini yansıtır.
Rapor metni, İstanbul’da Edgar Whitaker adlı bir İngiliz tarafından çıkarılan Levant Herald gazetesinde yayımlanmış yazının tercümesidir. Osmanlı Arşivi’nde “YEE. 42/50 ve YEE. 42/51” künyeleriyle bulunmaktadır. “42/51” nüshası, bizzat Sadrazamlık ve Hariciye Nazırlığı mevkilerinde bulunmuş Safvet Paşa’nın elyazısıyladır; muhtemelen tercümesi de kendisine aittir. Yazısı çok bozuk ve okunaksız olduğundan, “42/50” nüshası 2. Abdülhamid’e sunulmak üzere temize çekilmiş nüsha olmalıdır. Sir Charles Wilson, Ayvalık-Bergama gezisini Kasım 1880’de yapmıştır. Bu nedenle tarihsiz metnin ve gazete yazısının bu tarihten sonraya ait olması gerekir. Ne var ki ülkemizde en zengin Levant Herald koleksiyonunun bulunduğu Taksim Atatürk Kitaplığı’ndaki 14 cilt arasında bu yıllara ait olanlar bulunmadığından, orijinal yazının bulunması da zayıf bir ihtimal olduğu için diğer yılların taranması işine girişilmemiştir.
Yazı metni basit sadeleştirme usulüyle, genellikle metne bağlı kalınarak sadeleştirilmiştir. Orijinali olmadığı için tespit edemediğimiz bir husus daha vardır: C. Wilson biyografisi üzerine Sir Watson’un yazdığı kitapta yer alan raporlara göre, sadece köyleri tasnif ederken “Müslüman köyü” tabiri kullanılmakta; milliyet tasnifinde Osmanlı tebaası Müslümanlar, Türk, Çerkez, Arap olarak adlandırılmakta; topyekûn Müslüman olarak adlandırılmamaktadır. Oysa tercüme metinde “Türk” adı hiç anılmamakta ve bu ad daima “Müslüman” sıfatıyla karşılanmaktadır. Muhtemelen mütercim Safvet Paşa, devrin gereği olarak bu yönde bir kanaat kullanmıştır. Orijinal metni göremeden kesinlikle iddia edemeyeceğimiz bu tasarrufa karşılık, biz de rapordaki “Müslüman” tabiri yerine “Türk” adını kullandık. Yazı üzerine hiçbir yorum yapmadan olduğu gibi sunuyorum. Sadece köşeli parantezler bize aittir:
“Anadolu Konsolosu Sir Charles Wilson’un, İngiltere devletine sunduğu raporun Levant Herald gazetesinde yayımlanmış suretinin tercümesidir.
25-30 yıldan beri Batı Anadolu sahillerinde yavaş fakat dikkat çekici bir milliyet değişikliği vuku bulmaktadır. Yıldan yıla harareti artan bu durumun sonucunda, Türklerin kasaba ve köylerine, bazı yerlerde kısmen, bazı yerlerde tamamen, Ege adalarından naklen gelen bir takım Rumların iskânları meselesi ortaya çıkmıştır.
Bu meselenin önemi şöyle açıklanabilir: Ayvalık kasabası 1821 Mora İsyanı sırasında tamamen tahrip edilmişti. 30 yıl müddetle arazisi boş kalmışken, bugünkü gün orada 35-40 bin nüfuslu bir Rum memleketi görülmektedir. Bundan başka karaya birkaç yüz metre mesafedeki Lasfendiyazi adası [Günümüz kaynaklarında bu isimle bir adaya rastlanmamıştır; ancak kastedilenin Cunda adası olması muhtemeldir] üzerinde dahi, önemi yönünden Ayvalık ile rekabet iddiasında bulunabilecek derecede bir yeni memleket inşa olunmaktadır.
Ayvalık’ın tahribinde ortaklığı bulunup çoğunlukla Müslümanlarla meskûn Ayazmend [Altınova] kasabasında hâlen 12 Türk hanesi kalıp üst tarafı Rumlara geçmiştir. Dikeli [Dikili] kasabasında bundan 15 yıl önce 10-12 adet harap hane görülmekte iken bugünkü gün 500 adet Rum hanesi mevcuttur. Bu Rumlar meşe palamudu ve pamuk ticaretiyle ziraatına alışmışlardır. Edremit’ten İzmir’e varıncaya kadar arada bulunan köyler cümleten Rumlar ile meskûndur. Bu çevrede Türklerden hiçbir büyük emlak sahibi mevcut olduğunu işitmedim. İzmir civarında kâin Burunâbâd, Hacılar, Pınarbaşı, Kokluca ve Südiğri(?) ki bunlar 50 sene önce sadece Türklerle meskûn iken, bugünkü gün kâmilen Rumlar ile dolmuştur. İzmir şehrinde tebaa-yı Devlet-i Aliyye’den 32 bin, Elinozlardan [Helenlerden] ise 23 bin ki cem‘an 55 bin nefer Rum mevcuttur. Rumların nüfus artışı yalnız sahillerde bulunan yerleşimlere münhasır olmayıp içeri taraflarda dahi bu durum görülmektedir. Zira Manisa ve Akşehir [Alaşehir olmalı] ve Bergama kasabalarında dahi Rum ahali ne derece süratle artmakta ise Türk halkı da o şekilde azalmaktadır.
Rum halkı aşırı zeki ve gayretli, ticarete yatkın yaratılmış olup, öğrenmeye olan istek ve arzuları olağanüstüdür. İçlerinden zengin olanları, çocuklarını tahsil için İstanbul ve Atina’ya göndermektedir. Bu gençler memleketlerine doktor, tüccar ve halkına kendilerini örnek gösterip gayretlerini coşturmak için okul öğretmeni olarak dönmektedir. Bunların özgürlüğe sevdaları olup yabancı hükümetten son derece nefret ederler. Eğer ki bu hâl bir 50 yıl sürecek olursa, bundan büyük bir siyasi mesele çıkacaktır.
İşbu Rumların kendi milliyetlerine mahsus noksanları; yalancı fikirler, değişken ahlak ve yalan, aşırı hırs ve bazılarının hırsızlık ve haydutlukla geçinmeye tenezzülü, aşırı içki tüketmek gibi kötü huylarla ortaya çıkmaktadır. Rumların ticarete olan gayret ve düşkünlüklerini ispata Ayvalık kasabası yeterlidir. Kasabada 1 kaymakam ve 80 nizamiye askerinden başka Türklerden tek kişi yoktur. Kasabadan 75 bin lira kadar vergi ve diğer gelirleri elde eden devlet, buna karşılık maaşları düzenli ödenmeyen ve elbiseleri kötü 2 jandarmayla birkaç zaptiye istihdam etmektedir.
Fakat Rumlar kendi mülki işlerini pek güzel idare ederler. Rum halkı kendi zeytinliklerini görüp gözetmek üzere 60 korucu ve geceleri mahallelerde dolaşmak üzere 15 bekçi istihdam edip bunlara her yıl 2 bin lira sarfetmektedir. Bir o kadar meblağı da 4 adet yangın tulumbası için istihdam eyledikleri 80 itfaiyeciye verirler. Bunlardan başka evlatlarının terbiyesi için Atina’dan getirttikleri öğretmenlere de yıllık 1400 lira toplarlar.
Kasabada bir büyük mektep mevcut olup Hendese, Tarih, Coğrafya, Fransızca, Elenika ve Türkçe öğretilir. Kızlar için bir başka büyük mektep olduğu gibi birçok sübyan mektebi de vardır. 12 kilise, büyücek 1 hastane, 2 bin dükkân, 2 otel ve zeytinyağı çıkarmak için 2 buhar makineli ve 90 adet el ile kullanılır yağ değirmeni mevcuttur. Bunlardan başka birçok sabun fabrikası, 20 adet hava değirmeni, 100 parça balık avına mahsus kayık, birçok kahvehane ve rakı fabrikaları bulunur.
Kasabanın ticari işlemleri gereği gibi çoğaldığından, bu kere İzmir rıhtımını inşa etmiş olan Mösyö Doser ile bir şirket, limana büyük gemilerin girebilmesi için 1.500 metre uzunluk, 44 metre genişlik ve 6 metre derinliğinde bir kanal inşaını mukavele etmiştir. Kasabada sadece Rumca konuşulduğundan devlet işlerine dair işlemler ve haberleşme bu lisanda cereyan etmektedir [Bu gözlem sadece Ayvalık dâhili için geçerli olmalıdır; çünkü kaymakamlık ve diğer resmî dairelerin Babıâli ve İstanbul ile yazışmaları Türkçedir]. Kaymakam Giritli olduğu gibi naip dahi Kesriyeli bir Arnavut olup meclis üyelerinin hepsi Rum olduklarından Türkçe konuşmaya ihtiyaç yoktur. Mahkemelerde duruşmalar Rumca cereyan edip mazbatalar Rumca yazılır, fakat ilamlar Türkçedir.
Yunanistan’ın bağımsızlığının tanınmasından sonra Osmanlı Devleti’nin egemenliğindeki adalarda can ve mal güvenliğinin sağlanması zorlaştıkça; Kırım Savaşı sonrasında da konsolosların müdahale ve aracılıkları sayesinde artan Rum nüfusunu, bu adalar arazisi besleyemeyecek duruma gelince; Rumlar yavaş yavaş Batı Anadolu sahillerinin verimli arazilerine göç etmeye başladılar. 40 yıl boyunca Ege Adaları’ndan Aydın Vilayeti’ne [Günümüzdeki İzmir, Muğla, Manisa, Aydın vilayetleri ile Balıkesir’in güneyini kapsayan İzmir merkezli vilayet] geçmiş olan Rumların sayısı 200 bin civarında tahmin edilmektedir.
Türkler ile Rumlar arasında yaşama mücadelesinde galip taraf Rumlar olmuştur. Zira Rumlar hem genç evlendikleri hem de yaşama standartları Türklerden üstün olduğundan nesillerini çoğaltmaya uygun durumdadır. Bir de zaten hilekardırlar ve komşusu Türklerden daha eğitimli olup hükümetin düşmanlığından ve sıradan kamu hizmetleriyle askerlikten muaftırlar. Türkler nadiren büyük aileler oluşturabilir. Bu da şehirlerde kürtaj ve çocuk ölümlerinin fazlalığından kaynaklanmakta; köylüler açısından geçim sıkıntısı, yetenekli ebeler ve doktorların azlığı nüfusun gerilemesine sebep olmak
gelen Rum’un sonradan yanına gelen akraba ve taallukatı da birer birer gelip kendisine katılır. Birbirini takibeden birkaç sene tarım üretimi yetersiz olursa, köylüler diğer bölgelere dağılır. Bu hâlde, arazileri Rumların eline geçer. Zengince bulunan bazı beyler dahi bu yolda arazilerini terke mecbur olur; çünkü önceleri bunlar muhtaç oldukları şeyleri şundan-bundan bedelsiz almaya muktedir iken şimdi çocuklarını evlendirmek için Rum’dan 25-30 faiz ile akçe borçlanmaya mecbur olur; aldığı akçeyi ise asla ödemeye güç yetiremez. Bu nedenle borcu artar ve sahibi olduğu araziyi alacaklısına terketmeye mecbur olur. Her yerde buna benzer fakir Türkler görülmektedir. Bununla birlikte bunların birkaç sene önce kendi ölçülerinde servet ve iktidarları olduğu söylenmektedir.
Her nerede arazi satılır ise Rumlar tarafından alınmakta olup Türklerden hiç kimsenin arazi satın aldığı işitilmemektedir. Rumların böyle koloni teşkil etmeleri bir kaide ve nizama dayanmayıp Türklerin azalması ise doğal sebeplerdendir. Bu inceliği Rumlar dahi anlamamaktadır. Türkler kayıtsız oldukları gibi, hükümet yetkililerinin bu duruma dikkatleri çekildiği zaman ‘ne yapabiliriz kader ve kısmet böyle’ cevabını veriyorlar. Velhasıl Batı Anadolu’da bir büyük değişim hazırlanmakta olduğundan Şark Meselesi ile meşgul olanlarca bu inceliğin bilinmesi elzemdir.”
TÜMGENERAL SIR CHARLES WILLIAM WILSON (1836-1905)
Üzerinde güneş batmayan bir generalin yaşam öyküsü
Liverpool şehrinde 14 Mart 1836’da doğdu. Woolwich Kraliyet Akademisi’ni ikincilikle bitirdi ve 24 Eylül 1855’te kraliyet mühendisleri arasında yer aldı. 1858’in başında henüz genç bir subayken, British Columbia ile ABD arasındaki sınırın araştırılması ve sınırlarının çizilmesi için görevlendirilen Kuzey Amerika Sınır Komisyonu’na atandı. 1862 sonlarına kadar bu komisyonda görev yaptı. 1864’te başladığı Kudüs araştırma projelerinde 1871’e kadar çalıştı. Kudüs’ün “Kutsal Topraklar” anlayışı doğrultusunda ilk derli-toplu araştırmaları ve Filistin’in ilk nizami haritaları onun başında olduğu ekibin eserleridir. Her şeyden önce bir kadastrocu ve haritacıydı. Uzun hizmetinin büyük bir kısmı ya araştırma çalışmalarında ya da Savaş Dairesi Topografya Şubesi başkanı olarak geçti.
Berlin Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda 1878’de İngiliz Komiseri olarak atandığı Rumeli Sınır Komisyonu’nun ardından, 1879-1882 arasında kalabalık bir ekiple birlikte Anadolu Genel Konsolosu olarak görevlendirildi (Özellikle Doğu Anadolu’nun Osmanlı tebaası Ermenilerini korumak adına düzenlenen bu operasyon, İngilizlerin Berlin Kongresi’nde dayattığı “Doğu Anadolu Islahatı” projesi çerçevesinde gerçekleştirildi. 2. Abdülhamid bu ıslahata taraftar görünse de, “İngilizlerin içişlerimize karışması” olarak değerlendirdiği projeyi engellemek için elinden geleni yaptı; ancak buna rağmen bu ilk heyeti huzuruna kabul etmeye mecbur kalmıştı. İlk heyetin görev süresi bittikten sonra Osmanlı Devleti’nin ayak diremesiyle bir daha genel konsolos gönderilmemiş; en nihayet 1914’de imzalanan Yeniköy Antlaşması ile iki genel müfettişin Doğu Anadolu’da görevlendirilmesi kabul edilmişse de, 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla bu görev başlamadan iptal edilmişti).
İngiltere’nin en önemli emperyalist faaliyetlerinden olan 1882 Mısır, 1884 Sudan askerî harekatlarında önemli görevler üstlendi. Tümgeneral (Major General) rütbesiyle 1898’de emekli olduktan sonra Filistin üzerine çalışmalarına ağırlık verdi. 25 Ekim 1905’te öldü.