Weimar Cumhuriyeti döneminde geçen polisiye dizisi “Babylon Berlin”, tarihî hadiseleri ve atmosferi büyük bir başarıyla kurguluyor. O dönemde gerçekten bir Babil olan Berlin gerçek bir ustalık ve tarihsel bilgi eşliğinde resmedilmekte. Ufak tefek hatalar olsa da, yapıma gölge düşürecek nitelikte değil. Bizim yaptığımız tarih dizileriyle herhangi bir mukayese dahi anlamsız.
Volker Kutscher tarafından yazılan ve 2007’den itibaren Almanya’da çıkan polisiye roman serisi, Türkçede Islak Balık adıyla İletişim Yayınları tarafından yayımlanmıştı. 2017’de çekilen ve “Babylon Berlin” adıyla Netflix’de ve diğer ortamlarda izlediğimiz dizi de, bu eserden serbest uyarlama bir TV dizisi.
Weimar Cumhuriyeti döneminde Köln’den Berlin’e gelen, cinayet masasından ahlak masasına sürülmüş komiser Gereon Rath’ın maceraları, tarihsel olayları polisiye bir tarzda işlemeye meraklı yerli ve milli yapımlarımıza sanki bir ders mahiyetinde.
“Babylon Berlin” Almanya tarihinde bir ilk. 180 günde çekilmiş, 5 bin figüranın rol almış, 300 dekorun yapılmış ve en az 40 milyon Euro’ya mal olmuş. Hitler öncesi Berlin. 4.3 milyon sakini ile dünyanın beşinci büyük kenti. Siyaseten olduğu kadar kültürel olarak da kaynayan bir kazan. Kentiçi ve şehirlerarası trafiğin yoğunluğu ile hızlı akan kentte zenginler harika villalarıyla özel mahallelerinde yaşarken, sokak kaldırımlarında 128 bin insan aç yaşıyordu. 1. Dünya Savaşı ve silah kaçakçılığı, komünizmin ve nazizmin yükselişi ile çalkalanan Berlin’in çehresinin gölgede kalan yerlerine, komiser Gereon Rath’ın ekibiyle yaptığı kovuşturmalar ışık tutuyor. Siyaset, cürüm, uyuşturucu, sanat ve aşktan oluşan başdöndürücü bir kokteyl “Babylon Berlin”. Farklı sınıfların varolan krizi nasıl yaşadıklarını büyük bir başarıyla resmediyor. Der Spiegel, Nazilerin yedinci sanatın en büyük artistlerini öldürmelerinden veya icrayı sanat eylemelerini engellemelerinden çok sonra, Alman sinemasının kaybettiği (müzikal komedi, melodram, gangster filmi) düzeyini bu diziyle nasıl tekrar elde ettiğini yazmıştı. Ancak filmin gerçek başarısı, o dönemde gerçekten bir Babil olan Berlin’i büyük bir ustalık ve tarihsel bilgi eşliğinde resmetmesinde.
1929 Almanya için sanki bir dönüm noktası. 10 yıl önce savaşın sonlanmasına da yol açan işçi hareketinin çalkalanması, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in öldürüldüğü Spartakist ayaklanmasından 10 yıl sonra, Nazilerin iktidara gelişinden sadece dört yıl önce, o güne dek yaşanmış en büyük ekonomik krizin başlangıcı. Henüz hiçbir şey kesin değil. Ortalık kaynıyor. Stalinistler, Troçkistler, faşistler ve maceraperestlerin SSCB’den gönderilen bir altın vagonunun peşine düştüğü bir ortamda, gizlice çekilmiş bir pornografik film rulosunun arayışı da hikayeye ekleniyor.
Almanya, 1. Dünya Savaşı’nda Avrupa’nın tartışmasız en çok yaralanan ülkesiydi. Savaş sonunda cumhuriyet ilan edilmişti ama, istikrar hayal bile edilmemekteydi. Her şey adeta en uçlarda yaşanıyordu. Zenginler yakın geçmişin felaketini unutmak için sefahat alemlerindeyken, yoksulların öfkesi en sert biçimlere bürünebiliyordu. Berlin sadece Almanya’nın değil, dünyanın kalbi gibiydi. 1. Dünya Savaşı sonrası umutsuzluğun kol gezdiği ve siyaseten karmakarışık bir Berlin’de, yalnızca Almanya’nın geleceği değil 2. Dünya Savaşı’na giden yolların taşları da döşeniyordu (Dikkatli seyirci bu müthiş gerilim içinde iki dünya savaşının birbirinin devamı olduğunu da farkına varabilir).
İşte böyle bir atmosferde, Rus mafyasına ait bir film rulosunun peşine düşen polis ekibi, bu işin siyasi ve diplomatik yanlarını gördükçe ulusal güvenliği ve dünya dengesini tehdit eden son derece tehlikeli bir işe giriştiklerini anlar.
Komünist Partisi’nin 1 Mayıs için düzenlediği gösteri, sosyal demokrat vali tarafından kanlı şekilde bastırılır. Komünist Partisi ise sosyal demokratları “faşizmin ikiz kardeşi” olarak niteleyen politikası ile hem kendini tecrit eder hem de Hitler’in yolunu iyice açar. Bu “sözde sol” politika, Rusya’nın Almanya’nın Versailles Antlaşması’yla kısıtlanan silahlanmasına gizlice yardım etmesine karşı değildir. Altın taşıyan gizemli trende savaş sırasında kullanılan fosgen gibi öldürücü gazlar da bulunmaktadır.
Dizinin hikayesinde kimi pürüzler yok değil. Örneğin Troçkistler “Yaşasın IV. Enternasyonal” diye haykırmaktadır. Oysa bu örgüt 1933’de gündeme gelecek ve ancak 1938’de kurulacaktır. Dizinin geçtiği 1929’da, Troçki zorla Türkiye’ye sürgüne gönderilmiştir. Ayrıca Troçkistlerin, SSCB gizli servisi GPU tarafından 1929’da Berlin’de öldürülmeleri de sözkonusu değildir. Almanya’da daha sonra Sürekli Devrim dergisini çıkaracak olan “Troçkist” çevre, o yıllarda oldukça küçüktür. Stalin, muhaliflerini daha sonra öldürtecektir.
Ancak “Babylon Berlin”, mekanların oluşturulmasından müziğine dönemi öylesine canlı bir biçimde yeniden üretir ki bu pürüzler akılda bile kalmaz. Tarihsel gerçeklikle sanatsal gerçeklik arasındaki buluşma o denli iyi ayarlanmıştır ki, bu detaylar bir anlamda önemsizleşir. Bizim yaptığımız tarih dizilerinde ise gerçeklik iğdiş edilerek günlük politikanın aleti haline getirildiği için, herhangi bir mukayese dahi anlamsız olur.
Dizinin yaratıcı yönetmenlerinden Henk Handloegten “Weimar Cumhuriyeti’nin düşüşünden beri ilk kez Almanya’da halkın artan bir bölümünün aşırı sağa kaymasıyla, biz o dönemle mukayese edilebilir bir durumda bulunuyoruz” diyor. 1929 Berlin’ini “yeniden canlandırarak” gündelik hayattan müzikallere, yeraltından siyaset meydanlarına her unsuru bu polisiye hikayenin zemini olarak müstesna bir biçimde kurgulamışlar. Polisiye romanda 1968’den sonra ortaya çıkan, suçla toplum arasındaki ilişkiyi irdeleme, şiddetin yeniden üretildiği kaynağa yönelme gibi temel hususlar bu dizide çok isabetli şekilde değerlendirilmiş.