0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

SSCB’nin yaprakları ‘Prag Sonbaharı’yla dökülmeye başlamıştı

“Prag Baharı” olarak bilinen, aslında 1968’in sonbaharında o zamanki Çekoslovakya’da meydana gelen hadiseler; Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nda 20 yıl sonra yaşanacak çöküşün habercisi gibiydi. Ülkenin ihtiyaç duyduğu ekonomik reformlar demokratik hak talepleriyle birleşerek toplumsal bir halk hareketi halini almış ve sonuçta Sovyet tankları ve askerleri idareye el koymuştu. Sürecin hikayesi.

Bundan tam 50 yıl önce, 20-21 Ağustos gecesi Varşova Paktı birlikleri SSCB’nin bir uydusu olan Çekoslavakya’yı işgal etmek üzere saldırdı. Yaklaşık 100 kişinin öldüğü ve 500 kişinin yaralandığı bu işgal, kendisine “sosyalist” diyen ve aynı kampta yer alan iki ülke arasındaki “dostane” bir mesele olmanın çok ötesine ve tarihe geçiyordu. Aynı zamanda bu hadiseden 20 yıl sonra Doğu Bloku ve SSCB’nin çöküşünün gerekçelerini önceden sunuyordu.

1953 Doğu Berlin, 1956 Polonya’daki olaylar ve Macaristan ayaklanması; 1956’da Hruşçov’un 22. Kongre konuşmasıyla “Stalinsizleştirme” işlemini başlatması; “sosyalist kampta” büyük bir kapışmayla sonuçlanacak olan Çin-Sovyet tartışmasının 1962’de başlaması; Yugoslavya’nın farklı bir yönetim tarzı geliştirmesi; 1966’da Çin’de “Kültür Devrimi”, Doğu Bloku’nun artık pek de monolitik olmadığının göstergesiydi.

Tanklarla yüz yüze Kremlin yönetimi, Prag’da yaşanmakta olan konsey hareketinin diğer Doğu Avrupa ülkelerine örnek olmasından korkmuştu. Prag sokakları “asayiş berkemal mi” diye dolanan Sovyet tanklarına tanıklık etti.

Çekoslavakya, Kızıl Ordu tarafından işgal edilerek “sosyalistleştirilen” ülkelerden diğer farklı olarak iki savaş arasında sanayileşmiş bir ülkeydi ve işçileşme oranı hayli yüksek, siyasi ve kültürel olarak da gelişkin bir konumdaydı. Ülkedeki Komünist Parti, savaş öncesinde de kitlesel etkisi olan bir partiydi.

1963’te yöneticilerin beşte birinin yüksek eğitimi vardı, bu da eski işçilerin önemli bir kısmının yönetim kademelerini geçtiğinin bir göstergesiydi. Rusya’da başlayan “Stalinsizleştirme” (daha doğrusu Stalin’siz Stalinci rejim) bir dizi ülkeyi etkilerken özellikle Çekoslovakya’daki Yazarlar Birliği çevresindeki aydınlar, demokrasi mücadelesi yürütüyorlardı.

1960’ların başlarından itibaren millî gelirin ve dolayısıyla ücretlerin düşmesiyle bir ekonomik reform ihtiyacı belirdi. Yöneticiler katında rejimin gevşetilmesi ve bürokratik planın yürümemesi üzerine, işletme yöneticilerine “işçi katılımı”na yer vermek bir çözüm olarak görüldü. Bürokratların yerine teknokratların alınmasıyla halledilecek bir mesele olmadığı için, diğer toplumsal kesimlerin de desteğini arayan reformcular, özellikle 1963’ten itibaren belli bir siyasal gevşemeye yöneldiler. 1950’li yıllarda 1936-38 Moskova Mahkemeleri’ne  benzer göstermelik  yargılamalarda mahkûm olanların itibarı iade edildi; siyasi mahkûmlar serbest bırakıldı; yurtdışına seyahat kolaylaştırıldı; iş kanunu değiştirildi.

Ocak 1968’te Komünist Parti’nin başına Alexandr Dubçek getirildi. Mart ayının başında da Svoboda devlet başkanı oldu. Böylece parti yönetiminde 1953’ten itibaren genel sekreter olan Novotny’nin temsil ettiği bir muhafazakar kesimle, Dubçek’in temsil ettiği reformcu bir eğilim kararsız bir dengede kaldılar. “Sivil toplum” hareket halindeydi ve sansürün kaldırılması, ifade özgürlüğü talepleriyle işletmelerde konseyler oluşmaya başladı. Bu konseyler 1969’un sonuna kadar hem çoğaldılar hem de aralarında bir eşgüdüm kurdular.

Filozof Radovan Richta’nın yönetiminde çok farklı disiplinlerden 45 uzman “Medeniyet Dörtyol Ağzında” adlı bir rapor hazırlamışlardı. “Bilimsel ve teknik devrim”in toplum üzerine etkilerini inceleyen bu rapor yalnızca işletmelerde değil toplumun bütününde köklü dönüşümler gerektiğini belirtiyordu. Bu metin önceki “sosyalist” deneyimlerin başarısızlığıyla sınırlı kalmayan bir dönüşümün gereklerini irdeliyordu. Ancak önemli tartışmalar siyaset üzerindeydi. Dubçek’in şu sözleri Brejnev’in kimyasını değiştirmiş olmalı: “Partinin çalışmasında, bürokratik ve derebeylik çağından kalma alışkanlıkları kesinlikle reddediyoruz… hem parti hem de devletin başına geçen adam, kazınılmaz biçimde şahsi iktidarına, kişiliğini putlaştırmaya yöneliyordu”.

Prag Baharı “yukardan”, yani bürokrasinin kendi içinden bir değişiklik ihtiyacının ürünü olduğu kadar, aydınların ve “aşağıdan” konseyler aracılığıyla işçilerin de eseriydi. İşçilerin yatırımlar üzerine görüş bildirmekten, planın hazırlanmasına uzanan bir zincirde etkinlik kazanmalarının ötesinde, kararların alınmasında doğrudan söz sahibi olmaya ilişkin bir basınç da vardı. Böylece otoriterliğin timsali olan partinin yerini de doğrudan işçiler veya en azından sendika birimleri almaya başlıyordu.

Nisan 1968’de Komünist Partisi “devletin değil toplumsal mülkiyetin” özyönetimini bildiren bir eylem programı kabul etti. Mayıs ortasından itibaren işçi komisyonları “sosyalist işletmeler” üzerine bir yasa hazırlamak üzere toplandılar. Bazı yöneticilere yönelik grevler başladı. Haziran başında işçi kaleleri diyebileceğimiz CKD-Prague (W. Pieck fabrikası) ve Skoda Plzen’de işçi konseyleri kuruldu.

Konsey hareketi siyasal bir boyut da kazandı. Yalnızca işletmelerde değil toplumun tamamında da demokratik katılım talep ediliyordu Parti “işletme konseyi” tabirini kullanırken, işçiler “işçi konseyi” diyorlardı. Bu da yönetimden ve tabandan beklentilerin ne derece farklı olduğunu gösteriyordu. Yönetim üretimin artırılması için ortak çalışmadan sözederken, işçiler doğrudan karar alma mekanizmasını kastediyorlardı. 20 Haziran’da sendikalar, “üretici ve sosyalist ortak işletmeci” olarak nitelendiler.

Büyük Birader’in gazabı

Dubçek’in genel sekreterliğinden sonra Prag Baharı diye anılan reformların gündeme gelmesi üzerine, Çekoslavakya Komünist Partisi hiçbir şekilde Varşova Paktı’ndan ayrılmaya niyetli olmadığını belirtmesine rağmen olaylar sertleşti. Moskova sansüre, polisin siyasi takibine son verilmesi gibi taleplerin diğer pakt üyelerine, özellikle Baltık ülkeleri ve Ukrayna gibi hoşnutsuzlukların belirgin olduğu bölgelere sıçramasından ürkerek harekete geçti. Üstelik Avusturya ile sınırı olan Çek “muhalifler” Batı’ya kaçabilirler veya diğer pakt ülkelerinden Prag’a geçerek sansürden kurtulabilirlerdi.

Çekoslavakya’nın Doğu Bloku’ndan çıkacağına ilişkin herhangi bir veri olmadığı gibi, ABD de o sıralar Vietnam Savaşı’nı sürdürüyordu ve Başkan Lyndon Johnson bir de Çekoslavakya ile uğraşacak halde değildi. Dolayısıyla ABD ve onunla birlikte NATO Çekoslavakya’daki olayları görmezden geldi. Üstelik stratejik silahların denetimi anlaşması için Moskova’daki muhatabını rahatsız edecek bir davranış anlamsızdı. Ocak ayından itibaren gelişmeleri kaygıyla izleyen Moskova, Nisan’dan itibaren “Danube operasyonu” adıyla hazırlıklara girişti. Mayıs’ta işgal hazırlıkları tamamlanmıştı. Önce 2. Dünya Savaşı’nın bitmesi kutlamalarını bahane edilecekken bu karardan vazgeçilip başka bir askerî manevra fırsat olarak kullanıldı. Bir yandan da müzakere ile  Dubçek yönetimi sınırlandırılmaya çalışılıyordu. Temmuz’da SSCB ile Slovakya arasındaki bir yerde müzakere başladı. Çek yönetimi reformcularla muhafazakarlar arasında bölünmüştü. Dubçek açıkça Varşova Paktı’ndan ayrılmayacaklarını bildirdi.

3 Ağustos 1968’de Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya ve Çekoslavakya, Bratislava’da bir konferans düzenleyerek, Marksizm-Leninizme ve proleter sosyalizmine bağlılıklarını ve bütün anti-sosyalist güçlere ve burjuva ideolojisine amansız bir mücadeleden yana olduklarını bildirdiler.

Daha sonra “Brejnev doktrini” diye anılacak olan, “üye ülkelerden birinde bir burjuva düzeni kurulduğunda Rusya’nın uydularına müdahale hakkı” bu konferansta deklare edildi.

‘Doğmayan hürriyet’

Rusya bir müdahale vesilesi ararken, bir yandan da kendine bağlı güçlerce içerden bir müdahalenin yolunu arıyordu. 11 Prezidyum üyesinin altısının Dubçek’e karşı çıkıp Rusya’nın müdahalesini talep etmesi yeterliydi. 16-17 Ağustos’taki oylama sonucunda, 20 Ağustos’ta başlayacak işgal artık bir davet üzerine gerçekleşebilirdi. Ancak Rus orduları sınıra dayandığında iki üye taraf değiştirecek ve Dubçek tekrar çoğunluğu sağlamış olacaktı! Böylece muhafazakarlar (Moskova yanlıları) sosyalizmi kurtarmak için ülkelerinin işgaline davetiye çıkarmış oldular.

20 Ağustos gecesi Varşova Paktı birlikleri Çekoslavakya’yı 200 bin asker ve 2.000 zırhlı araçla işgal ettiler (asker sayısı toplamda 500 bine ulaştı).

Havalanından başlayan işgal, herhangi bir direnişle karşılaşmadan belli başlı kentlere yayıldı. İşgal kuvvetleri esas olarak Ruslardan oluşuyordu, Romanyalılar katılmadı, Arnavutluk bu hadiseyle Varşova Paktı’ndan çekildi. Dubçek direnmeme çağrısında bulundu. Yine de 72 Çek ve 19 Slovak öldürüldü ve yüzlerce asker yaralandı.

21 Ağustos sabahı Dubçek ve diğer reformcular tutuklanıp bir uçakla Moskova’ya götürüldüler, günlerce sorguya çekildiler.

Muhazakarlar başkan Svoboda’dan bir “olağanüstü hükümet” kurulmasını talep ettilerse de çoğunlukları olmadığı için bu gerçekleşmedi. 23 Ağustos’ta Moskova’ya gidip Dubçek’in serbest bırakılmasını talep etmek zorunda kaldılar. Ancak 16 Ekim’de 16 maddelik Moskova Protokolü’nü kabul ettiler. Buna göre sansür yeniden yürürlüğü koyulacak, tüm muhalefet grupları feshedilecek ve reformcu kadrolar tasfiye edilecekti.

‘Çöp tenekelerinizi kilitleyin’

Sovyet müdahalesine karşı halkın muhalefeti, şiddet içermeyen kendiliğinden bir dizi olayla gerçekleşti. En önemlisi, işgalcilere su dahil herhangi bir gıda ürünü verilmedi. “İşgalcileri beslemeyin, çöp tenekelerinizi kilitleyin” gibi duvar yazılarıyla işgalcileri ve işbirlikçilerini protesto ediyorlardı. Yollarda Dubçek ve Svobada’nın resimleri çoğalırken, yol soran askerlere yanlış yönler gösteriliyor, sokak levhaları değiştiriliyordu.

Kovalamaca Bir Sovyet askeri, tankları taşlayan Çek protestocuyu kovalıyor.

Direniş çok sert olmasa ve uzun sürmese de halkın hoşnutsuzluğu açıktı. Dubçek görevden alınmadı ama sonraki yıl istifaya zorlandı.

21 Ağustos işgali, konseyler sürecini hem hızlandırdı hem daha da siyasallaştırdı. 23 Ağustos’ta bir protesto genel grevi, işgale karşı emekçileri seferber etti. Hareket siyasal solu, öğrencileri ve işçi örgütlenmelerini birleştirmişti. Fabrikalarda işçiler, 14 Kasım 1968’de toplanacak Parti Merkez Komitesi’nin işgal öncesi siyaseti mahkûm etmesi durumunda greve gideceklerini bildiriler.

Direnişin bin bir yolu Praglı işçiler ile öğrenciler, kitlesel mitinglerle olmasa da, farklı araçlarla işgale karşı tepkilerini dile getirdi. Duvarlar askerlerin ve tankların evlerine dönmesini talep eden afişlerle doldu. Sokaklarda, yabancı bir şehirde adres soran askerlere cevap verilmesi reddedildi.

Kasım’da üniversite öğrencileri greve gittiler ve 10 maddelik bir bildiri yayımladılar. İşletmelerde para toplama, kısa süreli iş bırakma, bildiriler, siren çalmalar gibi öğrencilerle dayanışma biçimleri geliştirildi. Eylül’de 19 olan konsey sayısı, 1968 sonunda 120’ye ulaşmıştı. Ocak 1969’da Plzen’deki Skoda fabrikasında 890 bin çalışanı temsilen 182 delege istişari bir toplantı yaptı. Bir başka ifadeyle Çekoslovak işçi sınıfının dörtte birinden fazlası bu toplantıda temsil ediliyordu. Mart başında toplanan sendikalar kongresi, Varşova Paktı güçlerinin işgalini kınayarak işçi konseylerinin yasallaştırılmasını talep etti. Haziran’da konsey sayısı 300’e çıkmıştı ve yaz aylarında 1 milyondan fazla işçinin temsil edildiği 500 işletmeye yayılmıştı.

Sendikalarda da militanlar ve gençler öne çıkmış, işçi örgütleri çok önemli değişimler geçirmiş ve 1968 sonunda yöneticilerin %70-80’i yenilenmişti.

Öpücüğün ardı Çekoslavakya Komünist Partisi Sekreteri Alexander Dubçek, dönemin Sovyetler Genel Sekreteri Leonid Brejnev’i 1968 Şubat’ındaki Prag ziyareti sırasında samimi bir şekilde karşılamıştı. Buna rağmen ardından oluşacak olan Brejnev Doktrini ile, Ruslar Varşova Paktı’na üye ülkelere diledikleri zaman askerî olarak müdahale etme hakkını kendilerine tanıyacaktı.

Moskova ile uzlaşma peşinde olan Dubçek bu hareketi frenledi. İşçilerin oy hakkı kısıtlanırken 3 Nisan’da sansür geri geldi ve 29 Nisan 1969’da Dubçek yerini Husak’a bıraktı.

1969 Haziran’ında öğrenci birliği feshedildi ve sendika komiteleri temizliğe tâbi  tutuldu. 1970’de 50 bin sendika görevlisi mevkilerini kaybetti. Eylül 1970’de Yazarlar Birliği feshedildi. Yarım milyon üye Komünist Parti’den atıldı.

1969 sonunda parti merkez komitesi, “konseylerin işletmenin etkinliğini zayıflattığını, “anarşizan ve aşırıcı” eğilimleri izleyen bu yapıların partinin rolünü azalttığını” açıkladı! Şüphesiz “devletin sönümlenmesi” ve özyönetim amaç olarak önemliydi ama bunlar “uzak amaçlar”dı.

Prag Baharı’nda Chemalik “sosyalist demokrasi ve bürokratik merkeziyetçilik” makalesine haklı olarak “Marx’ın siyasi kuramı iktidarı yüceltmeyi kesinlikle eleştirir” diye başlıyordu. “Doğrudan demokrasi, uygulayıcıları eğitici ve kararlara katılan kişiler haline getirmelidir” diye devam eden anlayış, Moskova’nın tüylerini diken diken eden türdendi.

16 Ocak 1969’da Jan Palach adında bir öğrenci, ifade özgürlüğüne yönelik baskıları protesto etmek için Venceslas meydanında kendini yaktı. 17 Nisan 1969’da Dubçek yerini Gustáv Husák’a bıraktı. Rusya, artık eski taraftarları için bile bir çekim merkezi olmaktan çıkmıştı. Batı’daki büyük komünist partiler başta olmak üzere bütün dünyada önemli bir tepki vardı. Prag sokaklarındaki gösterilerde unutulmayan Che ile SSCB’nin yolları zaten ayrılmıştı.

Sokaklarda özgürlük arayışı Çek toplumu, İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde fabrikalarda, okullarda, işyerlerinde oluşturduğu konseylerin ülkenin yönetimine aday olmasını istiyordu. Bürokratik liderliğe karşı isyan dalgası, önce bu isteğin sokaklara taşmasıyla başladı.

Bahardan geriye kalan

Dubçek ve çevresi, kitle hareketinin dinamiğinin kendi belirledikleri sınırların ötesine uzandığını farketmişlerdi. Toplumun ve partinin yukardan, tedrici olarak değiştirilmesi bu baskı karşısında tehlikedeydi. Yani muhafazakarların nüfuzunu zamanla azaltarak “yukardan”, yani devlet ve parti katından bir değişiklik yapmanın karşısında bir de “aşağıdan”, halkın kendi talepleriyle oluşan bir irade sözkonusuydu. Dubçek, Nisan ayındaki merkez komitesinde önemli mevkilere önde gelen liberalleri getirdi; ancak bu da halkı tatmin etmedi.

Cernik hükümetinin kurulması, aslında kapsamlı bir liberalleşme anlamına geliyordu.  Dernek kurma ve toplanma hakkı, basın özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, İçişleri Bakanlığının yetkilerinin sınırlanması ve İşçi Konseylerine ilişkin bir yasa. Yukardan gelişmeler bunlarla sınırlı  kaldı ve baskı karşısında 1 yıl içinde adım adım geri çekildi.

Vaclav Havel ve Milan Kundera

İki entelektüel iki farklı yaklaşım

Milan Kundera
Vaclav Havel

Sansüre karşı 1968’den önce mücadele etmiş olan biri anti-komünist bir demokrat diğeri komünist olan iki önemli yazar Vaclav Havel (aynı zamanda 1989’dan sonra Cumhurbaşkanı) ve Milan Kundera, Prag Baharı’nı farklı değerlendirmişlerdir. Kundera, başarısızlığına rağmen Prag Baharı için “sosyalizmle demokrasiyi buluşturan ilk deneyim olarak evrensel bir değere sahiptir” derken; Havel sansürün kaldırılması, bireysel ve kolektif özgürlüklerin yerleştirilmesinin ülkede zaten otuz yıl önce de var olduğunu belirtiyordu.

1987’de Gorbaçev ‘perestroyka’ya giriştiğinde, Dubçek de 1968’deki “ilham kaynaklarının” aynı olduğunu söyleyecekti.  Prag Baharı’nı ölümsüz kılanın aslında işgal sonrası sonbahardaki direniş olduğu gözönüne alındığında, direnişçilerin hülyasının Dubçek’inkiyle aynı olmadığı açık.

Prag ve Franz Kafka

Bürokratik rejim ve edebiyat eleştirisi

Çek aydınlar, Stalinizmin bilançosu üzerinden bir hareket başlatmışlardı. 50’li yıllarda Arthur London’un İtiraf adlı kitabında ve aynı kitaptan hareketle yapılan Costas Gavras’ın filmindeki yargılamalar, aydınlar arasında yaratılan tahribatı dile getiriyordu. Prag denince akla gelen Franz Kafka’nın yeniden keşfi, bu açıdan önemli bir kalkış noktası oldu. Elias Canetti’nin “Bütün şairler arasında en büyük iktidar uzmanı Kafka’dır. O, iktidarı bütün veçheleriyle yaşamış ve şekillendirmiştir” lafını haklı kılarcasına, kendi ülkesinde “karamsar ve dekadan” diye yasaklanmış olan Kafka, 1963’te Yazarlar Birliği’nin dergisinde gündeme getirildi. Aynı yıl Prag’da Kafka üzerine uluslararası bir konferans düzenlendi. Kafka, bürokratik rejimin eleştirisi için biçilmiş kaftandı.

Rejim, iktisatçıların ve aydınların eleştirisini bildiği tek silahla, baskıyla cevapladı. Bazı yayınlar yasaklanarak sert bir kampanya yürütüldü. Sansür daha da katılaştırıldı. Bekleninin aksine aydınlar daha da radikalleşti ve parti içindeki “liberaller”le birleşti. 1967 Haziran’ında Yazarlar Birliği kongresi, siyasi ve kültürel tartışmalar arasında muhalefetin sesinin yükselmesine vesile oldu. Yazarlar Birliği yönetimi, parti tarafından kabul edilmedi.

Yazarlar Birliği’nin yayın organı haftada yarım milyon adet satıyordu. Toplumun hemen hemen her kesimi harekete geçmişti. Sendikalar grev hakkının yerleşmesini istiyorlardı. Öğrenciler bağımsız bir öğrenci parlamentosu kurdular, tartışma kulüpleri peydahlandı. Halkın baskısı karşısında Novotny devlet başkanlığından da ayrılmak zorunda kaldı.

Doğmayan hürriyet

Prag Baharı, Türkçeye erken gelmişti

Aralık 1968’de E Yayınları’ndan çıkan, Aydil Balta’nın çevirdiği bu kitapta, Prag Baharı’nın aktörleri diyebileceğimiz yöneticilerin, aydınların görüşleri kendi kalemlerinden verilmekte. 1921 doğumlu, makinistlik ve çilingirlik yapmış olan Aleksandr Dubçek, 1944’te Slovakya ayaklanmasına katılmış ve iki kere yaralanmıştı. Moskova’daki parti yüksek okulunda okumuş olan Dubçek 1958’de merkez komitesi üyesi olmuş, 1963’te en üst kademeye gelmişti. Onun ve diğer aydınların yazıları Çekoslavakya’da nasıl bir değişim tasarlandığını açıkça göstermekte. Oysa Çekoslovakya üzerine Türkiye’de yürütülen tartışmalar kaba bir kampçılığa kurban edilmiştir (Tarafların bu kitapta söylenenlerden haberleri olup olmadığı bile şüphelidir).

Devamını Oku

Son Haberler