Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Ekmek mi gül mü, yoksa özgürlük mü?

Eski SSCB ülkeleri arasında sosyal devlet politikalarının en gelişmiş olduğu ülkelerden biri olan Belarus, siyasi özgürlükler bakımından Avrupa’nın en otoriter rejimlerinden biri. 26 yıllık iktidarına karşı yükselen tüm muhalif sesleri sert bir şekilde bastıran Lukaşenko, 9 Ağustos seçimleri öncesi hiç beklemediği bir yerden, “zavallı şeyler” diyerek küçümsediği üç kadından darbe aldı. Peki Belarus halkını bu beklenmedik, ısrarlı itiraza sürükleyen neydi?

Belarus, 9 Ağustos’ta gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde (ve sonrasında) ülkenin son 10 yılda gördüğü en büyük protesto gösterilerine sahne oldu. 26 yıldır iktidarı bırakmayan ve Avrupa’nın en otoriter liderleri arasında gösterilen Aleksandr Lukaşenko, yüzde 80.3 oy oranıyla seçimleri kazandı; fakat muhalifler seçimde hile olduğu konusunda ısrarcı. Lukaşenko ise Minsk başta olmak üzere ülkenin pek çok kentinde “Artık git” sloganıyla sokakları dolduran halkı ve destekledikleri üç lideri “yabancı ülkelerin koyunu” olmakla suçlamaya ve yükselen özgürlük taleplerini görmezden gelmeye devam ediyor. 

Belarus’un demirbaşı 26 yıllık iktidarının en çalkantılı günlerinden geçen Lukaşenko, oy kullanırken son derece kendinden emin görünüyordu.

Mayıs ayındaki seçim kampanyasının başlangıcından bu yana 2 binin üzerinde gözaltı gerçekleşti, 2 gösterici polis tarafından öldürüldü. Daha önce hiç siyasi deneyimi olmamasına rağmen, eşinin tutuklanmasının ardından neredeyse kazayla muhaliflerin yüzü olan, eski öğretmen Svetlana Tihanovskaya; seçimlerin ardından sığındığı Litvanya’dan yaptığı açıklamada çocuklarının ve eşinin hayatından endişe ettiğini ima ederek “Umarım kimse benim yapmak zorunda kaldığım seçimle karşılaşmaz. Hayatta en önemli şey çocuklar” dedi.

Bütün bunların üzerine bir de, seçim akşamı tüm ülkede internetin kesilmesi ve televizyon kanallarının protestolar sürerken sokaktan haber vermek yerine müzik videoları yayımlaması eklendi. Ancak protestocular lidersiz, kolluk kuvvetlerinin sert müdahalesi altında, birbirlerinden haber alamadan ve dünyaya seslerini duyuramadan da olsa eylemlere devam etti. Üstelik seçimlerin üzerinden haftalar geçtikten sonra bile… Peki uzun yıllardır depolitize edilmiş Belarus halkını, özellikle de sokakları dolduran gençleri kimsenin beklemediği bu ısrarlı itiraza sürükleyen neydi?

SSCB’nin 1991’de dağılmasının ardından kurulan Belarus’ta (o zamanki adıyla Beyaz Rusya), Sovyet blokundan ayrılan diğer 15 ülkeden farklı bir sosyal devlet geleneği yaşatılıyordu. 90’lardan itibaren Sovyetler’den ayrılan ülkeleri yoksulluğa sürükleyen koşullar Belarus’u da etkilemişti; ancak özellikle 1998’den sonra Belarus, tarımda kendi kendine yetebilen, sanayi alanında da üretimi sürdürebilen bir ülke olarak öne çıkmıştı. Eski SSCB coğrafyası içinde işsizlik ve gelir adaletsizliğinin en düşük olduğu ülkelerden biri Belarus’tu. Lukaşenko da 26 yıllık iktidarını bu siyasi ve ekonomik istikrarla meşrulaştırıyor; halkına inovasyon ve siyasi özgürlükler yerine traktör üretimi ve tahıl hasadı rakamlarını sunuyordu.

Coşku ve korku birarada Belarus’ta sokakları dolduran ve çoğu gençlerden oluşan protestocular, daha güleryüzlü, daha hoşgörülü, daha özgürlükçü bir siyaset arayışında.

Lukaşenko’nun bu seçimlerde çizdiği Belarus portresi de, ekonomik krizler, halk ayaklanmaları ve koronavirüsle çalkalanan bir dünyada hiçbir şeyin değişmeden kaldığı bir vahaydı. Bu uğurda salgının varlığını bile inkar edecek noktaya varmıştı. Fakat Lukaşenko’nun iktidara geldiği yıllardan öncesini yaşları itibarıyla pek hatırlamayan, SSCB deneyimini de yaşamamış gençler için tüm bu stabilite vaadi artık işe yaramıyordu.

Sokaktaki halk gibi, onları temsilen Lukaşenko’ya rakip olan üç adayı da ortaklaştıran mesele, Lukaşenko’nun özgür basına, sivil topluma, liberal ve komünist muhalefete nefes aldırmadığı otoriter siyasi sistemine “Artık yeter” demek oldu. 

Kolluk kuvvetlerinin sert müdahaleleri taleplerinin henüz duyulmadığını gösteriyor.

Lukaşenko tarafından “zavallı şeyler” diye küçümsendikten sonra farklılıklarına rağmen güçlerini birleştiren üç rakibi, Svetlana Tihanovskaya, Veronika Tsepkalo ve Mariya Kolesnikova, sosyal devlet politikalarına ya da ekonomiye dair bir vaatle değil, tam da bu değişim isteğine cevap olarak öne çıktılar. Kendisini siyasi bir liderden çok bir sembol olarak tanımlayan Tihanovskaya’nın en küçük şehirlerde bile hep birlikte şarkı söyleyen, yeni bir siyaset tarzı isteyen kalabalıklarla dolup taşan mitingleri; Lukaşenko’nun maço bir tavırla, odayı dolduran takım elbiselileri azarladığı soğuk toplantılarıyla büyük bir tezat oluşturuyordu. 33 yaşındaki bir protestocunun dediği gibi “Hayatlarında ilk defa özgürlüğü soluyan” gençler, bundan kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

Özgürlük ve yeni bir siyaset dili talebinde ortaklaşmaları haricinde, muhalefeti liberal, komünist, Batı yanlısı, Rusya karşıtı gibi tek bir şemsiye altında tanımlamak oldukça güç. Bu açıdan eylemler, Ukrayna’daki Yevromaydan’dan ayrılıyor. Svetlana Tihanovskaya ve hapisteki eşi Sergei Tihavo bir siyasi hareketi temsil etmese de, aktivist ve gazeteci Sergei Tihavo’nun YouTube’da yaptığı yayınlar, Lukaşenko’nun iş dünyası, özellikle gözden düşmüş işinsanları üzerindeki baskılarına odaklanıyor; zaman zaman daha Batı yanlısı bir portre çiziyor.

Farklılıklarıyla birlikte Belarus’taki muhalefeti Batı yanlısı, Rusya karşıtı, liberal ya da komünist gibi tek bir şemsiye altına sokmak zor. İdeolojileri farklı olsa da hepsini birleştiren ise “Artık yeter” sloganı.

Veronika Tsepkalo’nun eşi eski ABD Büyükelçisi Valery Tsepkalo ise seçim döneminde artan baskılar nedeniyle Moskova’ya sığınmasından da anlaşılacağı üzere “Batı yanlısı” olarak tanımlamanın oldukça güç olduğu bir figür. Kolesnikova ise Lukaşenko’nun ekibinden bir banker olan Viktor Babariko’nun kampanya ekibinden; o da Rusya’yla yakın ilişki içinde.

Rusya’nın Belarus’taki gelişmelerle ilgili benimsediği tutum da oldukça sıradışı. Rusya ve Belarus arasında Boris Yeltzin döneminden beri kağıt üzerinde bir birlik olsa da, uygulamada Lukaşenko’nun komşusunun müdahalelerine karşı ihtiyatlı bir tutum benimsediği görülüyor. Putin, Lukaşenko’nun seçim zaferini ilk kutlayan lider olsa da, seçimlerden 10 gün önce Rusya’da Putin’e yakın bir isim tarafından kurulmuş özel güvenlik şirketi Wagner’e bağlı 33 paralı askerin Minsk’te kaldıkları otelden derdest edilmesi herkesi şaşırtan bir gelişme oldu. Lukaşenko, bu konuda eleştiri oklarını doğrudan Putin’e yöneltmese de, bunun seçim arefesinde kendisine karşı bir komplo hazırlığı olduğunu açıkça söyledi. Seçimlerin ardındansa “Belarus’a yönelik askerî dış tehditler artarken Putin’in kapsamlı destek sağlama sözü verdiğini” ifade etti. 

Her biri farklı grupları temsil eden (soldan sağa) Maria Kolesnikova, Svetlana Tihanovskaya ve Veronika Tsepkalo, Lukaşenko’nun onlara “zavallı şeyler” demesinin ardından güçlerini birleştirdi.

Şimdilik ne Rusya’yla Belarus arasındaki gerginliğin hafiflemesi ne seçimlerin sona ermesi ne de Svetlana Tihanovskaya’nın Litvanya’da olması protestoları hafifletmiş gibi görünüyor. Önümüzdeki dönemde, itirazların Lukaşenko’yla ya da onsuz, halkın hem ekmek hem özgürlük talebini karşılayabilecek bir alternatife dönüşüp dönüşemeyeceğini göreceğiz. 

 

Devamını Oku

Son Haberler